15 Ağustos 2007 Çarşamba

Sabah!


Yağmur vardı yanında da çamur. Birliktelikleri hep aynıydı, vazgeçilmez çift. Bu kadar mı yakışırdı pantalonumun paçasına bu yuvarlağımsı kahverengi lekeler! Severdim oysa ki yağmuru. Bir de şu çamur paçamı bıraksa daha da bağlanacaktım ama onlar bir bütündü ayrılıkları düşünülemezdi özellikle de asfalttan nasibini alamamış yollarda.
Şemsiye!
Dedim ya ben yağmuru severdim, üstüme çamur yağmadığı müddetçe bir sorun teşkil etmezdi ve tepemden aşağı süzülen damlalarla bir alıp veremediğim hiçbir zaman olmazdı.
Trafik!
Mecburdum. Bu tarz bir şehire zoraki kendini kabullendirmiş bir vakaydı artık bu.Yağmurun ne kabahati olabilirdi ki, herşey bizim yüzümüzdendi. Ben hala yağmuru severdim.
İnsanlar!
Devamlı koşan, yağmurun gözlerinin içine girmesiyle yüzlerini buruşturan, belki de içlerinden sürekli laf üreten, kızan-ürken-hüzünlenen-herdaim acelesi olan silüetler. Yağmur muydu herşeyin nedeni. Sebep mi gerekliydi ruh hallerinin değişken grafiklerine, ya da bir kaideye mi oturtmak gerekliydi hayatı. Herkes herşeyi biliyordu da suçlu gerekiyordu. En kolayı Yağmur'a yüklemekti. Nasıl olsa kendini savunamayacaktı. Yağmur sevilesi birşeydi, ben bunu henüz unutmamıştım.
Saatler...
Dönüşler...
Yaşanılan mekana varışlar...
Sessizlik.
Sessizlik.
Sessizlik.
Ellerimde kovayla suları, giriş kattaki dairemden -asfalta duyduğu özlemle üzeri karalar (zift) yerine çamur birikintileri bağlamış- sokağıma boşaltıyorum, yağmur davetsiz misafir olmuş, kalkmış taa nerelerden evime kadar gelmiş, yanında da annelerinin peşini bırakmayan arsız çocuklar gibi çamuru da tutmuş ellerinden getirmiş. Oysa ki ben çamuru hiç sevmem.
Kulakarkası etmiş bu dediğimi, damlalarının dikine gitmiş.
Sanırım birşey var söylenmesi gereken.
Ben hala yağmuru sevdiğimi zannetmek istiyorum.
Bilmem acaba doğru mu yapıyorum...

 

alıntı..

 

Hiç yorum yok: