9 Ağustos 2007 Perşembe

Bir gün bir kadın tanıdım

Yaşı ellilerde… Saçları bayrak kırmızısı. Dizinin üstünde mini eteği siyahlı siklemenli, siklemen rengi çoraplar, aynı renkte ayakkabılar ayaklarında. Hayranlık ve gıpta ile karışık “haydaaaa” diye düşünmedim desem yalan olur. Sonra yakından tanıdım zaman içinde… Dindar bir ailenin dinine bağlı, inançlı ama bir o kadar da onlardan dünyaya farklı bakan genç kızlarının hikayesini dinledim keyifle. Sevgilisi ile parasızlık yüzünden buluşmalarda saatlerce sokaklarda yürümelerini, sonra o sevgili ile evleniş hikayesini. Doktor çıkacak kocasına destek için gece gündüz çalışışını, arada doğuveren iki çocuğuna kol kanat gerişini dinledim. Sonunda doktor çıkan kocasının peşinden çok sevdiği İstanbul’dan ayrılıp, doğuya mecburi hizmetlerde mecburi hizmetler yapışını. Kocasının az biraz palazlanıp, eli para gördükten, İstanbul’a döndükten sonra onu nasıl iki çocukla terk etmeye kalktığında, başı dik “asıl ben seni istemiyorum” deme cesaretini dinledim. Kanser dene illete yenilmeyip, başa çıkışını “benim iki çocuğum var, bu illete pabuç bırakmam” direnişini hayranlıkla, haddim olmadan takdirle dinledim. Liseye giden kızının aynı sınıftaki arkadaşının anne babası boşandığında evinin bir odasını kendini “ortada kalmış” hisseden o genç kız için yeniden döşeyişini, evine alıp ona annelik edişini dinledim. O genç kızın üniversiteyi kazanıp Ankara’ya giderken arkasından gururla tebessüm ettiğini hayal ettim. Senelerdir gittiği sinemanın gişesindeki genç kadını o aralar üzgün, yıkılmış görünce dayanamayıp neler olduğunu öğrenme çabasını. Öğrendikleri karşısında isyan edip, genç kadına kol kanat gerişini, evini bu kez de bu genç kadına açışını hayretle dinledim. Başka türlü bir insandı… Yardım etmek için çırpınan, yardım ederken ezmeyen. Ne yazık ki artık o kadın yaşamıyor. Dalında uzman bir profesörün “her ihtimale karşı” yaptığı bir ameliyat sonrası ihmaller, hatalar, yanlışlıklar, boşvermişlikler, pislikler yüzünden yitirdi hayatını. İşinin ciddiyetini farkında olmayanlar yüzünden öldü gitti. O kadar her şeyin farkında yaşadı ki “ikinci bir ameliyat şart, ameliyata alıyoruz sizi” diyen doktorlara “bu şekilde yapılan ameliyattan ben sağ çıkamam bırakın abdest alayım, dua edeyim” deyip, çocukları ve geliniyle vedalaşması gerektiğini de farkındaydı, öyle de yaptı… Gülören teyze böyle ölmemeliydi, hatta o hiç ölmemeliydi. O hayata kattıklarıyla, farklılıklarıyla, zorluklara karşı duruşuyla hep buralarda bir yerlerde olmalıydı. Seni ne çok sevmişim ben Gülören teyze, yaşarken fark etmeyişim ne ayıpmış. Şimdi her gün seni özlediğimi fark ediyorum ama ne fayda?

Alıntı

Hiç yorum yok: