5 Aralık 2011 Pazartesi

Ne İstediğinizi Bilin


Ne istediğinizi hem kendinize hem de bir başkasına tanımlamalısınız. Ne kadar yüksek ne kadar uzak ne kadar çok? Ne zaman, nerede, nasıl, kiminle? İş hayatınızda bir krediye ihtiyacınız varsa; nasıl isteneceğini bilirseniz, bu krediyi bulursunuz. “Üretim hattını genişletmek için biraz daha paraya ihtiyacımız var, bize biraz kredi verir misiniz?” derseniz, krediyi alamazsınız.

Kesin olarak neye ihtiyacınız olduğunu, niçin ihtiyacınız olduğunu ve ne zaman ihtiyacınız olduğunu tanımlamalısınız. Onunla ne üretebileceğinizi de göstermek zorundasınız. Zekice istemezseniz istediklerinizi alamazsınız.

Size yardım edebileceklerden isteyin
Ne istediğinizi bilmek yetmez, aynı zamanda bilgi, sermaye, duyarlılık, iş deneyimi gibi belirli kaynaklara sahip olan kimselerden istemelisiniz.

Diyelim ki, eşinizle bir sorununuz var. İlişkileriniz kopuyor. Kalbinizi boşaltmak istiyorsunuz. Bir insanın olabileceği kadar dürüst olabilirsiniz. Sizinki kadar zayıf ilişkilere sahip birinden yardım istemeye kalkarsanız bu kişi size yardımcı olabilir mi? Şüphesiz yardımcı olamaz.

Yardım isteyecek uygun kişiyi bulmak, bizi yine neyin ne işe yaradığını öğrenmeye dikkat etme konusuna geri götürecektir. Daha iyi bir iş, daha iyi bir ilişki, daha iyi bir yatırım programı, ne isterseniz isteyin; bunlarla ilgili bazı şeylerin başkaları tarafından yapılmış olduğuna dikkat edin. Buradaki asıl sorun istediklerimizi başaran kimseleri bulmak ve onların neleri doğru yaptığını belirleyebilmektir.

Birçoğumuz meyhane akıllılığına meyilliyizdir. İşittiklerimiz sempatik gelir ve bunların hemen sonucunu alacağımızı sanırız. Sempati, uzmanlık ve bilgiyle eşleşmedikçe bir işe yaramayacaktır.

İstediğiniz kimse için bir fayda yaratın
Sadece istemeyin ve birilerinin size bir şeyler vereceğini beklemeyin. Önce istediğiniz kimseye nasıl yardımcı olabileceğinizi hesaplayın.

İşle ilgili iyi bir fikriniz ve bunu gerçekleştirebilmek için de paraya ihtiyacınız varsa; bu parayı elde etmenin bir yolu, size hem yardım edecek hem de sizden (yapılacak işten) yararlanabilecek kişiyi bulmaktır. Ona fikrinizin hem size, hem kendisine nasıl para kazandıracağını göstermelisiniz.

Yaratacağınız faydanın her zaman maddi şeyler olması gerekmez. Yarattığınız fayda bir his, bir duyarlılık ya da bir rüya olabilir. Bana gelip 100 milyon liraya ihtiyacım var derseniz; ben de muhtemelen, birçok kişinin paraya ihtiyacı olduğunu söylerim.

Bu paraya, kişilerin yaşamında bir farklılık yaratmak için ihtiyacınız olduğunu söylerseniz, muhtemelen sizi dinlemeye başlarım. Siz bana kesin olarak diğerlerine ve kendinize nasıl faydalı olabileceğinizi gösterirseniz; ben de size yardım etmenin, bana ne gibi yararlar sağlayacağını düşünmeye başlarım.

Kararlı olun ve inançla isteyin
Başarısız olmanın en emin yolu, kararsız olmaktır. Siz ne istediğinizden emin değilseniz; başkaları nasıl emin olsun? Bu nedenle, isterken bir inanç içinde olun. Fizyolojiniz ve kelimelerinizle inancınızı gösterin. Ne istediğinizden emin olduğunuzu gösterebilirseniz, mutlaka başaracaksanız ve mutlaka hem kendiniz hem de istediğiniz kimse için bir fayda yaratacaksınız.

Bazı kişiler, bu dört prensibi de en iyi şekilde uygularlar; fakat yine de istediklerini elde edemezler. Çünkü onlar beşinci prensibi uygulamamışlardır. İstediklerini elde edinceye kadar istememişlerdir. Zekice istemenin beşinci ve en önemli adımı budur.

İstediğini elde edinceye kadar iste
Bu aynı kişiden isteyin demek değildir. Kesin olarak aynı şekilde isteyin demek de değildir. Asıl başarı formülü “Ne elde ettiğinizi bilinceye kadar duyuşsal keskinliğinizi ve kişisel değişme esnekliğinizi geliştirmek zorundasınız.” der.

Bu nedenle, istediğiniz zaman; istediğinizi elde edinceye kadar, kendinizi değiştirmek ve düzenlemek zorundasınız.

Başarılı kimselerin yaşamlarını incelediğinizde onların isteklerinde çok ısrarlı olduklarını, devamlı denediklerini, devamlı değiştirdiklerini ve er ya da geç ihtiyaçlarını giderecek birisini bulduklarını görürsünüz. Formülün en zor kısmı ise kesin olarak ne istediğini belirleyebilmektir.

(Alıntıdır.)

5 Kasım 2011 Cumartesi

Stresin Romatizması Olur mu?

Bir türlü geçmeyen ve gezici ağrılarınız mı var? Özellikle ruhsal gerilim yaşadığınız zamanlarda ağrılarınız alevleniyorsa bir nevi "stres romatizması" da dediğimiz "fibromyalji" akla gelmelidir. Gezici kas ağrılarına neden olan ve tedavide ağrı kesicilerin yanı sıra antidepresana da ihtiyaç duyulan fibromyalji konusunda merak edilenleri Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz anlattı.

Ruhsal gerilim sonrasında ortaya çıkan fibromiyalji en genel anlamıyla, vücudun dışarıdan gelen stres kaynaklarını, mücadele amacıyla romatizmal sürece dönüştürüp rahatlama sağlamasıdır. Sürekliliği olan ve gezici ağrılar şeklinde kendini gösteren fibromiyalji, özellikle stres durumlarında ortaya çıkıyor. Bu yönüyle maskeli depresyon ve somatizasyon bozukluğu ile çok karıştırılan stres romatizması, otonomik sistemi de olumsuz etkilediğinden mide ve bağırsak problemlerine de yol açabiliyor.

Fibromiyalji Kadınları Vuruyor!

Migren ve panik atak gibi başarılı bayanların hastalığı olan fibromiyalji, başarı konusunda tutkulu, mükemmeliyetçi ve titiz bayanlarda daha sık görülüyor ve sürekli nüksetmesi ile tedavi edilemeyen bir hastalıkmış imajı veriyor.

Ülkemizde yaklaşık 1,5 milyon fibromyalji hastası olduğunu vurgulayan Dr. Yavuz, bu hastalığın en önemli özelliğinin ilaçlarla tedavi edilmesine rağmen yeni stres durumlarında yeniden nüksedebilmesi olduğunu söyledi.

Fibromyaljide hastaların 10 da 9 unu kadınların oluşturduğunu belirten Dr. Yavuz hastaların bir kısmında da çocukluk dönemine ait fiziksel ya da cinsel taciz hikâyesinin bulunduğunu belirtiyor.

Kalp Hastalıklarıyla Karıştırmayın!

Kas olan her yerde görülebilen fibromyaljinin en çok boyun, omuz, göğüs ve sırt bölgesinde ortaya çıktığını belirten Dr. Yavuz bu nedenle göğüs ağrılarının kalp hastalığı gibi algılandığının altını çizdi. Adale sertleşmesine bağlı olarak ağrılı bölge hareket ettirildiğinde kütürtü sesleri çıkabilen fibromyaljide uyku bozuklukları da sık görülür. Uyku dengesizliğinin olmadığı kişiler tedaviye daha iyi ve hızlı cevap verir.

Dr. Yavuz, ağrılı bir sendrom olmasına rağmen, sadece ağrı kesiciler ve adale gevşeticilerle düzeltilmesi mümkün olmayan fibromyaljide hastaya anksiyete giderici ya da antidepresan ilaçlar da verilmesi gerektiğini belirtti.

Fibromiyalji Nasıl Tedavi Edilir?

Tanı konmadan önce birçok hastaneye başvuran ve çevresi tarafından “hastalık hastası” olarak nitelendirilen fibromiyalji hastaları öncelikle stresten uzaklaştırılmalıdır. Psikolojik destek ve ilaçlarla ya da stres unsurlarının ortadan kalkması ile hastanın düzelme sürecine girdiğini belirten Dr. Yavuz, tedavide Magnetoterapi, biofeedback, lokal fizik tedaviler, hipnoterapi, akupunktur, lokal enjeksiyonlar, kognitif davranış terapileri ve masaj kullanıldığını ancak en etkili unsurun stres faktörlerinin uzaklaştırılması olduğunu söyledi.

Nöroloji Uzmanı

Dr. Mehmet Yavuz

DOKTOR TEDAVINIZI KESMEDEN, KULLANABILECEĞİNİZ BAKANLIK ONAYLI DESTEKLER ICIN BANA YAZABILIRSINIZ.

 

4 Kasım 2011 Cuma

Bir Çinli Profesörden.



Bunu yapmak için evinizde bir şırınga veya iğne bulundurun... Bu çok şaşırtıcı ve bir kalp krizinden kurtarmanın alışılmamış, bilinmeyen bir yoludur. Sonuna kadar okuyun, bir gün birisine faydası olabilir.

İnanılmaz.

Lütfen bu bilgiyi elinizin altında bulundurun. Mükemmel ipuçları.

Bunu okumak için bir dakikanızı ayırın.

Hiç belli olmaz. Birisinin yaşaması size bağlı olabilir.

Babam felçliydi ve daha sonra kalp krizi sonucu öldü. Keşke bu ilk yardımı önce biliyor olsaydım.

Kalp krizi başlayınca, beyindeki kılcal damarlar patlamaya başlar. (Irene Liu)

Kalp krizi başladığında, sakin olun.

Hasta nerede olursa olsun, onu hareket ettirmeyin. Çünkü eğer hareket ettirilirse, kılcal damarlar patlayacaktır.

Hastayı, düşmesini engellemek için oturur konuma getirin ve ardından kan akıtmaya başlayabilirsiniz.

Eğer evinizde bir şırınga vars a, bu en iyisidir.

Aksi takdirde, bir dikiş iğnesi ya da düz bir iğne de olabilir.

1. Enjektör / iğneyi sterilize etmek için ateşe tutun ve daha sonra 10 parmağının da ucuna iğne batırın.

2. Hiçbir özel akupunktur noktası söz konusu değildir. Sadece tırnaktan yaklaşık bir mm kadar derine iğne batırın.

3. Kan çıkana kadar iğne batırın.

4. Kan damlamazsa, parmaklarınız ile sıkın.

5. Tüm 10 parmak da kanayınca, birkaç dakika bekleyin, sonra hastanın bilinci yerine gelecektir.

6. Eğer hastanın ağzı çarpılmışsa, kulakları kızarana kadar sıkın.

7. Sonra her bir kulak memesinden ikişer damla kan gelene kadar her kulak memesine iki kez iğne batırın.

Birkaç dakika sonra hastanın bilincinin yerine gelmesi gerekir.

Hasta herhangi bir anormal belirti olmaksızın normal haline dönünceye kadar bekleyin ve ardından hastaneye götürün.

Eğer hasta bunlar yapılmadan aceleyle bir ambulansa koyulup hastaneye götürülürse, sarsıntılı yolculuk beynindeki bütün kılcal damarların patlamasına n eden olacaktır.

Eğer hayatı kurtulur ve zar zor yürümeyi becerebilirse, bu atalarının kerametindendir.

'Ben hayat kurtarmak için kan akıtmayı, bir geleneksel Çin doktordan öğrendim, Ha Bu Ting, Sun Juke'ta yaşıyor.

Ayrıca, bununla ilgili bir deneyimim de oldu. Bu nedenle, bu yöntemin % 100 etkili olduğunu söyleyebilirim.

1979 yılında, Tai Chung'daki Fung GAAP Kolejinde ders veriyordum.

Bir öğleden sonra, bir sınıfta ders anlatırken bir öğretmen benim sınıfıma koşarak geldi ve nefes nefese dedi ki,

'Bayan Liu, çabuk gelin, bizim yönetici kalp krizi geçiriyor!' Hemen 3. kata gittim.

Yöneticimiz Bay Chen Fu Tien'i gördüğümde rengi gitmiş, konuşması peltek, ağzı çarpılmıştı ve bir kalp krizinin tüm belirtileri mevcuttu.

Hemen Bay Chen'in 10 parmağının uçlarına batırmak için, bir uygulama öğrencisinin okulun dışındaki eczaneye şırınga almaya gitmesini istedim.

10 parmağı da kanamaya başlayınca (her bir parmaktan bir be zelye büyüklüğünde kan damlıyordu), birkaç dakika sonra, Bay Chen'in yüzüne renk geldi ve gözleri anlamlı bakmaya başladı.

Ama ağzı hala çarpıktı. Bu yüzden kulaklarını kan ile doldurmak için sıktım.

Kulakları kızarınca,

Sağ kulak memesine iki damla kan akması için iki kez iğne batırdım.

Her bir kulak memesinden ikişer damla kan gelince, bir mucize oldu.

3-5 dakika içinde ağzının şekli normale döndü ve konuşması netleşti.

Onu bir süre dinlendirdik ve sıcak bir fincan çay verdik, sonra onu merdivenlerden aşağı inmesine yardımcı olup Wei Wah Hastanesine götürdük. Bir gece dinlendi ve ertesi gün ders vermek için okula dönmek üzere taburcu edildi. Her şey normale döndü.

Sonrasında hiçbir hastalık etkisi kalmamıştı.

Öte yandan, normal bir kalp krizi hastası genellikle hastane yolunda beyindeki kılcal damarlarda onarılamaz patlamalar yaşıyor.

Sonuç olarak, bu hastalar hiçbir zaman iyileşmiyor.' (Irene Liu)

Kalp krizi ikinci ölüm nedenidir.

Şanslı olanlar hayatta kalır ama ömür boyu felç kalabilir.

Bu bir insanın hayatında olabilecek çok korkunç bir şeydir.

Eğer hepimiz bu kan akıtma yöntemini hatırlarsak ve hayat kurtarma işlemlerini kısa süre içinde başlatırsak, hasta canlanacak ve % 100 normale dönecektir.
alıntı.

MÜMKÜNSE OKUDUKTAN SONRA FORWARD edin lütfen. BELKİ KALP KRİZİ GEÇİREN BİRİSİNİN HAYATINI KURTARMAYA YARDIMCI OLUR.

21 Eylül 2011 Çarşamba

A'dan Z'ye alerji

 

 

Vücuttaki herhangi bir organ, yabancı bir maddeye karşı gereğinden fazla tepki gösterdiğinde aşırı duyarlılık ortaya çıkıyor.

Alerji de, bağışıklık sisteminin aşırı duyarlılığı anlamına geliyor. Acıbadem Kocaeli Hastanesi’nden Dermatolog Dr. Arda Eminzade ile Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ali Kaya alerjinin bilinmeyenleri hakkında bilgi verdi.

ALERJİ GENETİK BİR HASTALIK MI?

Dr. Ali Kaya: Anne ve babasında alerji olan çocuklarda bu hastalığın görülme sıklığı daha yüksek oluyor. Genlerle aktarıldığı için hastalık sonradan oluşmuyor, fakat ortaya çıkması bazen yetişkinlik döneminde olabiliyor.

ALERJİNİNİN TÜRLERİ VAR MI?

Dr. Arda Eminzade: Deride görülen alerjiler iki gruba ayrılıyor. Bunlardan ilki, temas alerjisi olarak adlandırılıyor. Bir metal türüne ya da kimyasal bir maddeye temas edildiğinde oluşuyor. Ciltte kızarıklık, kaşıntı, kuruma gibi şikayetler görülüyor. Deride görülen bir diğer alerji tipi ise ilaç kullanımında ortaya çıkanlar. Hasta, antibiyotik benzeri ilaçlar aldığında derisinde ürtiker yani kurdeşen görülebiliyor. Alerjinin etkilediği organlar arasında üst ve alt solunum yolları da bulunuyor. Üst solunum yolunda alerjik rinit, alt solunum yolunda ise astım şeklinde kendini gösteriyor. Solunum yollarının alerjisine sebep olan etkenler genelde polen, bazı mantar türleri ve ev tozları oluyor. Bu alerjenler, üst solunum yolunu etkileyerek burun akıntısı, hapşırık gibi belirtiler verirken; alt solunum yolunda aşırı duyarlılık, astım, öksürük ve nefes darlığı görülebiliyor. Gözde de birtakım değişikliklere neden olabiliyor.

ÇOCUKLARDA VE BEBEKLERDE EN SIK RASTLANAN ALERJİ TÜRLERİ NELER?

Dr. Ali Kaya: Çocuklarda besin alerjilerine çok sık rastlanıyor. En sık görülen türü de inek sütü alerjisi. Annenin süt ürünlerine karşı alerjisi varsa, bebekte de süt ve süt ürünlerine karşı alerji görülebiliyor. Bebek sadece anne sütü alsa da annenin süte karşı alerjisi, bebeğe geçiyor. Annenin diyetinden süt çıkartıldığı zaman bebekteki alerji de bitiyor. Erken verilen ek gıdalar da mide bağırsak sisteminde alerjilere neden oluyor. Normalde 6. ayda ek gıdalara başlansa da bazı aileler altı ayı beklemediği için birtakım sorunlar görülebiliyor. Hazımsızlık ve ishal gibi reaksiyonlar ortaya çıkıyor. Türkiye’de en çok yumurta sarısı ve kakaoya karşı oluşan besin alerjisine rastlanıyor. Bebeklerde en sık görülen alerji ise kontakt dermatit yani bebek bezi dermatiti oluyor. Bu alerji pişik olarak biliniyor ve bebek bezinin bağlandığı bölgede görülüyor. Kimi zaman çok hafif seyrediyor ve pişik kremleriyle tedavi edilebiliyor. Fakat bazen bütün vücuda yayılıp daha büyük sıkıntılara yol açabiliyor. Bebeğin tenine temas eden bez, tulum ya da çarşafın yıkandığı deterjanların içindeki katkı maddeleri ve bebeği yıkamak için kullanılan şampuan ya da sabunlar da alerjik reaksiyon yapabiliyor.

ALERJİ TANISI NASIL KONUYOR?

Dr. Arda Eminzade: Hastalar genelde deride kızarıklık ya da kaşıntı şikayetiyle hekime başvuruyor. Bu durumun alerji olduğunu anlamak için kimi zaman yalnızca muayene yeterken, kimi zaman farklı tetkiklere ihtiyaç duyulabiliyor. Bazen tanı için deriden biyopsi alınarak sorunun alerjik olup olmadığına bakılıyor. Kan tahlillerinde ise immünglobülin E (IgE) değeri izleniyor.

NE TÜR TESTLER YAPILIYOR?

Dr. Arda Eminzade: Alerjiye karşı iki önemli test yapılıyor. Bunlardan ilki Prick testi. Bu testte solunum yolunu etkileyen maddeler solüsyonlar şeklinde hazırlanıyor, solüsyonlar hastanın cildine damlatılıyor ve deri çiziliyor. Ardından 30 dakika kadar bekleniyor ve kızarıklık ya da kabartı varsa hastada alerji olduğu görülüyor. Prick testinde 20-30 çeşit alerjene bakılıyor. İkinci alerji testi ise yama (patch) testi. Yama testi ile deriye temas sonucunda alerji yapan maddelere bakılabiliyor. Bu testte bir bant üzerine farklı kimyasal maddeler yerleştiriliyor ve bant hastanın sırtına yapıştırılıyor. İki gün sonra bant çıkartılıyor ve hangi kimyasal maddenin olduğu yerde ciltte kızarıklık, kabarma oluşmuşsa o maddeye karşı alerji olduğu belirleniyor. Bu testte 29 alerjene bakılabiliyor.

ALERJİ FARKLI HASTALIKLARLA KARŞILAŞTIRILIYOR MU?

Dr. Ali Kaya: Bebeklerde geçmeyen öksürükler, hırlamalarla ortaya çıkan belirtiler çoğu zaman griple karıştırılabiliyor. Gripte de burun tıkanıyor, geniz akıntısı oluyor ve bu da hırıltı yapabiliyor. Ama alerjik bünyeli çocuklarda bu belirtiler ağır şekilde yaşanıyor ve çok sık tekrarlıyor. Geçmeyen öksürük ve hırlamalar olabiliyor. İkinci ya da üçüncü atakta doktorun ya da annenin durumdan şüphelenmesi gerekiyor. Çocuklarda özellikle 1-2 yaş civarında solunum yolu alerjileri çok sık görülüyor. Kış aylarında solunum yolu virüsü RSV ile alerjiler çoğu zaman karıştırılabiliyor. RSV, alerjik bronşit ve astım gibi nefeste daralma, hırlama ve öksürük yapıyor.

TEDAVİ YÖNTEMLERİ NELER?

Dr. Arda Eminzade: Örneğin ev tozuna karşı bir alerji varsa, o alerjen hastanın vücuduna düşük miktarlarda veriliyor ve giderek alerjenin dozu artırılıyor. Böylece hastanın alerjene karşı duyarlılığı ortadan kaldırılıyor. Bu yöntem aşı tedavisi olarak adlandırılıyor. Aşı tedavisi iki farklı şekilde yapılıyor. İlkinde, alerji yapan madde iğneyle deri altına enjekte ediliyor ve 6 ay-1 yıl süreyle tedavi devam ediyor. Dozlar giderek artırılarak duyarlılık azaltılıyor. İkinci yöntemde ise, alerjen dil altından damla damla hastanın vücuduna giriyor ve aynı mekanizmayla düşük dozlardan başlayarak artırıldığında vücut alerjene karşı duyarlılığını kaybediyor. Enjeksiyon ile aşı tedavisinin başarı şansı daha fazla oluyor fakat bu yöntemle çok düşük bir risk de olsa vücut aniden çok yoğun bir alerjik tepkimeye girebiliyor, solunum sıkıntısı yaşanabiliyor. Damla tedavisinde ise bu risk daha düşük görülüyor.

Dr. Ali Kaya: Her çocuğa aşı tedavisi yapılmıyor ve aşı tedavisi en son seçenek oluyor. Çünkü aşı tedavisi kadar etkili ilaçlar bulunuyor. Spreyler ve haplar çok etkili olduğu için önce onları denemek gerekiyor. İlaç tedavisi hafif, orta ve yüksek olarak sınıflandırılıyor. Alerji yapan alerjenin bulunup, evden uzaklaştırılması gerekiyor. İlaç tedavisinden ve alerjenden uzaklaştırmadan sonuç alınmazsa aşı tedavisine geçiliyor. Çocuğun yaşı, daha önce aşı tedavisi olup olmadığı önem taşıyor. Çünkü bir kere aşı tedavisi olmuşsa bir daha olamıyor, aynı zamanda birden fazla alerjisi varsa yine aşı tedavisi yapılamıyor.

 

27 Haziran 2011 Pazartesi

Eksik Gün Bildiriminde İstisnalar

Eksik Gün Bildiriminde İstisnalar

Kayıtdışı istihdamı denetleyip, kayıt içindeki işçinin çalışılandan az gün sayısı eksikliği şeklinde ortaya çıkabilen kayıtdışılığı aylık 30 gün ölçütü temelinde yok etmeyi amaçlayan bir uygulama, eksik gün bildirimi. Ancak uygulama tarzı itibariyle SGK bünyesi içerisinde yoğun kurumsal bürokrasiye yol açtığından, beklenen denetim fonksiyonu, yeterince işlerlik kazanamamıştı. Bu nedenle kendisinden beklenen yararın oluşması sağlanamadı. Ve bazı eleştiriler belirginleşiyordu. Bu aşamada uygulamada bugün ele alacağım değişiklik yapıldı. Şöyle ki;

Öncelikle torba kanunla ilgili hükümde değişiklik yapıldı: "Ay içinde bazı işgünlerinde çalıştırılmadığı ve ücret ödenmediği beyan edilen sigortalıların, otuz günden az çalıştıklarını ispatlayan belgelerin işverence ilgili aya ait aylık prim ve hizmet belgesine eklenmesi şarttır. Kurumca belirlenen işyerlerinde bu şart aranmaz." (5510 s.K.m.86). Daha sonra SGK, kimlerin Eksik Gün Bilgi Formu düzenleme yükümlüsü olduğunu Resmi Gazete'de (16.06.2011/27966) yayınladı. Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, m.16 ile sözkonusu Yönetmeliğin 102'nci maddesinin 14'üncü fıkrasında kimlerin Eksik Gün Bilgi Formu düzenleme yükümlüsü olduğu yeniden belirlenmiştir. Bu hükme göre, Eksik Gün Bilgi Formu vermeyecek işyerleri, şöylece sayılabilir:

-50 ve üzerinde işçi çalıştıran işyerleri,

-Toplu İş Sözleşmesi yapılan işyerleri,

Genel bütçeye dâhil dairelerin,

-Özel bütçeli idarelerin, döner sermayelerin, fonların, belediyelerin, il özel idarelerinin, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler,

-Bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşların, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50'sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklar,

-Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları,

-Sendikalar,

-Vakıflar,

-5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kuruluşlar,

-İşyerleri ve toplu iş sözleşmesi yapılan işyerleri,

-50 ve üzerinde sigortalının çalıştırıldığı aylara ilişkin özel sektör işyerleri

Eksik Gün Bildirim nedenleri aylık prim ve hizmet belgesinde belirtilmek koşuluyla Eksik Gün Bilgi Formu vermekten muaf tutulmuştur. 50 ve üzerinde işçi çalıştırma koşulu, İşletme bazında değil işyeri dosya bazında değerlendirilecektir. Örneğin Atılgan Ltd. Şti. unvanlı işletmenin Kadıköy SGM'nde işlem gören işyerinde 52 çalışan, Beşiktaş SGM'inde işlem gören işyerinde 42 çalışan var ise, eksik gün bildirim nedenleri aylık prim ve hizmet belgesinde belirtilmek koşuluyla Kadıköy Sosyal Güvenlik Merkezine eksik gün bilgi formu (EK-10) verilmeyecek ancak Beşiktaş SGM'ine eksik gün bilgi formu (Ek-10) verilecektir.

Bu örnekte de görüldüğü üzere, Eksik Gün Bilgi Formu vermekle yükümlü tutulan işyerleri hakkındaki hükmü, şöyle özetleyebiliriz:

Özel sektöre ait işyerlerinde çalışan işçilerin sayısı, 50'den az ise, bu işyerleri eksik gün bildirim nedenlerini aylık prim ve hizmet belgesi –APHB- nde belirtilmek ve aynı zamanda Eksik Gün Bilgi Formunu (Ek-10) ilişkin olduğu ayı takip eden ayın 23'üne kadar SGK'ya vermekle yükümlü tutulmuştur.

İşyerlerinin İnsan Kaynakları ve Personel Yönetimi birimlerinde görev yapanlar ve yetkili işveren vekilleri, yukarıda belirtilen inceliklere dikkat etmelidirler. Çünkü Ek-10 Eksik Gün Bildirimi kaldırılmamış; sadece kurumsal nitelik taşıyan ve kayıtdışılığın iktisadî ve hukukî nedenlerle yok edilmiş olduğu nitelikleri belirtilen işyerleri istisna edilmişlerdir. İstisna kapsamına giren işyerlerinin APHB, bu yönden de önem kazanmış bulunmaktadır.

Kaynak: Yeni Şafak
Tahsin Sınav / 27.06.2011

20 Haziran 2011 Pazartesi

Siz ne tür bir tiryakisiniz?

 

Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi Başkanı Prof. Dr. Elif Dağlı, "Sigara yasaları ile eli kolu bağlanan sigara endüstrisi kendine hedef olarak gençleri seçti. Maalesef her üniversiteye girdiler.

 

Adeta üniversiteleri mekân tuttular. Ayrıca bağımlılığı ve cazibeyi artırmak için sigaraya katkı maddesi kattılar. Satış noktalarında gizli reklamlar koydular. Ülkemizin ve uluslararası yasaların hiçe sayılarak gençlerin endüstriye teslim edilmesi çok üzücü." diyor.

 

Gençlerimizi sigaraya karşı mutlaka korumamız gerekiyor. Bunun için de önce neden sigara içtiğimizin ve sigaraya nasıl bağımlı hale geldiğimizin çok iyi bilinmesi lâzım.

 

Tiryakilerin büyük çoğunluğu sigaraya gençlik, hatta bazen çocukluk döneminde başlar. İlk sigarasını ileri yaşlarda içip de sigaraya bağımlı hâle gelenlerin sayısı çok daha azdır. Bunun için sigara endüstrisi neredeyse tüm enerjisini gençleri sigaraya başlatmak için harcar.

 

Herkesin sigaraya başlamada kendine göre farklı sebepleri vardır. Bu, bazen büyüdüğünü ve artık özgür olduğunu çevresine gösterme arzusudur. Bazen özentidir. Bazen arkadaşlarının çoğu içtiği için onların arasında yer edinmek veya dışlanmamak içindir. Bazen bu nasıl bir şeymiş ben de deneyeyim merakıdır. Bazen sigara içen ünlü kişilere benzeme veya kendini onlarla özdeşleştirme hevesidir. Bazen de sigara reklâmlarından etkilenmedir.

 

Sigaraya başlamada anne, baba veya okulda öğretmenin sigara içiyor olması çok önemlidir. Çeşitli araştırmalarda sigara içen çocukların dörtte üçünün anne veya babasından en az birinin sigara içtiği, buna karşılık sigara kullanmayan ebeveynlerin çocuklarında sigara alışkanlığının çok seyrek olduğu belirlenmiştir. Lise çağındaki erkek öğrenciler için de erkek öğretmenlerin sigara içiyor olmasının çok belirleyici olduğu bilinmektedir.

 

Hastalarımdan biliyorum, Ana-dolu'da babaları, amcaları veya dedeleri tarafından çok küçük yaşlarda sigaraya başlatılan erkek çocukların sayısı hiç de az değildir.

 

***

 

*Sigara bağımlılığı nedir?*

 

Belirli bir süre sigara içenler sigara bağımlısı olur. Genel olarak madde bağımlılığı Dünya Sağlık Örgütü tarafından "Bir insanın psiko-aktif bir maddeye karşı daha önce değer verdiği diğer işlerden ve nesnelerden daha fazla öncelik tanıma davranışı" olarak tanımlıyor. Bu tanıma göre 'sigara bağımlısı' olan birinin davranışları büyük ölçüde sigaranın etkisi altındadır. Kendine ve çevresine zarar verdiğini bilerek sigara içmeyi sürdürür, içilen sigara miktarı giderek artar, sigarayı bıraktığında yoksunluk belirtileri ortaya çıkar. Sigaranın sinir sistemi üzerine olan uyarıcı, rahatlatıcı, keyif verici etkileri de sigara bağımlılığının gelişmesinde önemli rol oynar.

 

*Türleri de var*

 

Fiziksel ve psikolojik olmak üzere iki türlü sigara bağımlılığı vardır.

Sigarada bulunan binlerce kimyasal içinde fiziksel bağımlılığa yol açan madde nikotindir. Nikotin, merkezi sinir sistemi uyarıcısıdır ve bir ilaç olarak sınıflandırılır. Nikotin tıpkı alkol, eroin ve kokain gibi hatta bazı bilim adamlarına göre onlardan bile daha fazla bağımlılık yaratan bir maddedir.

 

Bir sigarada yaklaşık 0.8 gr tütün ve 10-20 miligram nikotin bulunur. Sigara içilirken nikotin saniyeler içinde beyne ulaşır ve burada dopamin adı verilen bir kimyasalın artmasına sebep olur. Dopamin, bizi rahatlatan ve haz veren bilgi akışını beyin hücreleri arasında sağlayan kimyasaldır. Her sigara içildiğinde nikotin beynimizde aynı yolu tetiklediği için haz hissedilir ve diğer tüm madde bağımlılıklarında olduğu gibi her seferinde aynı hazzı hissedebilmek için daha çok sigara içmemiz gerekir ve böylece sigara bağımlısı oluruz. Amerika'da en sık konulan psikiyatrik tanının nikotin bağımlılığı olduğunu hatırlatmak isterim.

 

*Psikolojik bağımlılık*

 

Bazı kişiler sigaraya psikolojik olarak bağımlıdırlar. Bu bir tür öğrenilmiş hatalı davranıştır. Sigaraya psikolojik olarak bağımlı olanlar özellikle birtakım uğraşları veya davranışları sırasında sigara içer. Meselâ, bazıları sinirlendiklerinde, bazıları sabah kahvaltısından sonra kahve içerken, bazıları televizyon seyrederken, bazıları okurken yazarken veya çalışırken, bazıları kâğıt veya tavla oynarken, bazıları araba kullanırken, bazıları telefonla konuşurken...

 

Buna bir de davranış alışkanlığını eklemek gerekir. Sigaradan çekilen her nefeste giderek kuvvetlenen el ve ağız hareketleri zamanla bir alışkanlık haline gelir. Meselâ günde bir paket sigara içen ve her sigaradan en az 10 kere nefes çeken biri, günde 200 kere yılda 70 bin kere aynı hareketleri tekrarlıyor demektir. El ve ağzı belirli hareketlere alışan kişi, bu hareketleri tekrarlamak için de sigara içme isteği duyar.

 

*Kalıtsal olabilir*

 

Yapılan araştırmalar, sigara bağımlılığının oluşumunda çevresel faktörler yanında bazı kalıtsal faktörlerin de etkili olabileceğini gösteriyor. Sigara içme ile ilgili genler normalde beyinde sinir hücreleri arasındaki iletişimi kolaylaştırırlar. Bunlar içinde kısaca CHRNA5 adıyla bilinen genin nikotin bağımlılığı riskini belirlemede çok önemli olduğu anlaşılmıştır. Bu gende spesifik bir varyasyonu olanların 17 yaşından önce sigara içmeye başlamaları halinde, nikotin bağımlılığı ihtimalinin iki ila beş kat fazla olduğu belirlenmiş. Burada ilginç olan nokta bu genetik varyasyona sahip olanların

17 yaşından sonra sigaraya başlamaları durumunda nikotin bağımlılığı riskinin yüksek olmamasıdır.

 

Bu çok önemli bir bulgudur, çünkü gençlerin erken yaşta sigara ile tanışmaları önlenebildiği takdirde bunlarda bağımlılık gelişimi de önlenebilecektir. Sigara üreticilerinin reklâm kampanyalarında gençleri hedef almalarının boşuna olmadığı kolayca anlaşılır

22 Şubat 2011 Salı

Sıradan Bir Zeki Değilim: Disleksiğim

 

 

 

Sıradan Bir Zeki Değilim: Disleksiğim

 

 

İlkokula yeni başladığında yaşadığı sıkıntılar, çocuğun okuldan nefret etmesine, kendine olan güvenini kaybetmesine ve sosyal hayatında birçok olumsuzluğun gelişmesine neden olacak boyutlara ulaşabiliyor. Öğretmenlerinin ya da ebeveynlerinin tembel, disiplinsiz ve düşük zekâ seviyesine sahip olduğunu düşündükleri bu “sorunlu” çocuklar büyüdüklerinde bilim insanı, mucit, sanatçı ve devlet adamı olabilirler. Belki de Albert Einstein, Leonardo da Vinci, Mozart, Thomas Edison, Auguste Rodin gibi birçok ünlü isimle ortak bir yönleri vardır: Öğrenme güçlüğü sorunu.

TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi/ Şubat 2011 / Dr. Özlem İkinci 

 

Öğretmenlerinden gelen şikâyetlerin artması, okuldaki başarısızlıkları ve kötü notları sekiz yaşındaki Ishaan’ın ailesi tarafından yatılı okula gönderilmesine neden olur. Yatılı okulun mutsuz geçen ilk günlerinde yeni gelen resim öğretmeni sınıftaki etkinliklere katılmayan yalnız öğrenciyi hemen fark eder. Yaratıcı ve hayal dünyası çok geniş Ishaan’ın disleksik olduğundan şüphelenen öğretmen, öğrencisinin hayatında pek çok şeyi değiştirecektir. Disleksi konusunda farkındalık yaratan 2007 yılı Bollywood (merakediyorumgrubu notu: Hindistan) yapımı Taare Zameen Par (Yeryüzündeki Yıldızlar) isimli film disleksinin kişi üzerinde sosyal ve kişisel düzeyde yarattığı yıkıcı etkileri vurguluyor. Evet Ishaan durumunun farkına varan bir öğretmeni olduğu için şanslıydı. Ancak dünya nüfusunun % 6’sında görülen disleksi çoğu zaman fark edilmiyor.

 

En Önemli Etken Genetik Faktörler

İlkokula yeni başlayan bazı öğrenciler için okumayı öğrenmenin zorluğu, bazen okula başlama heyecanını bile unutturabiliyor. Yaşanan sıkıntılar çocuğun okuldan nefret etmesine, kendine olan güvenini kaybetmesine ve sosyal hayatında birçok olumsuzluğun gelişmesine neden olacak boyutlara ulaşabiliyor.

 

Sosyal, eğitimsel ve ruhsal problemler

Dinleme, okuma, yazma, konuşma ve matematik gibi konularda beklenen başarıyı yakalayamayan çocuklarda gözlenen öğrenme güçlükleri zamanında saptanmazsa sosyal, eğitimsel ve ruhsal problemlerin ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

 

Bir çok türüne rastlanıyor

Öğrenme güçlüğü beynin bilgiyi alması, işlemesi, saklaması ve kullanmasında yaşanan nörolojik sorunlar nedeniyle ortaya çıkıyor. Bu nörolojik sorunların altında ise pek çok etkenin olabileceği ama genetik faktörlerin en büyük rolü oynadığı belirtiliyor. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’na göre öğrenme güçlüğü,

matematik öğrenme güçlüğü (diskalkuli),

okuma güçlüğü (disleksi),

yazma ya da yazılı anlatım güçlüğü (disgrafi)

ve başka türlü adlandırılamayan öğrenme güçlüğü başlıkları altında değerlendiriliyor. 

Kelimelerle Başım Dertte!

Öğrenme güçlüklerinin en bilineni olan disleksinin kelime anlamı kelime-dil zorluğu ya da kelimelerle ilgili zorluklar olarak biliniyor. 1896 yılında İngiliz doktor W. Pringle, 14 yaşındaki disleksik bir erkek çocuğun yaşadığı okuma sorununun görme bozukluğu ile ilgili olduğunu düşünmüş olsa da daha sonra yapılan çalışmalar sonucunda disleksinin merkezi sinir ve dil sistemleriyle ilgili sorunlardan kaynaklanan okuma güçlüğü olduğu görülüyor.

 

Disleksinin en tipik belirtileri

—İşitme ve görme duyularında sorun olmamasına rağmen yavaş okuma,

—b, d, p, q gibi harfleri ve bazı kelimeleri karıştırma,

—Tersten algılama,

—Okurken atlama,

—Benzer kelimeleri karıştırma,

—Heceleme zorluğu,

—Hecelerin yerini değiştirme,

—Yeni ve karmaşık kelimeleri öğrenmekte zorluk çekme,

—Zaman kavramlarında ve sesli okumada zorlanma,

—Harflerin ses sırasını karıştırma olarak sayılıyor.

 

Okul öncesi dönemdeki çocuklarda disleksi

Bu belirtiler çocuktan çocuğa da farklılık gösterebiliyor.  Okul öncesi dönemdeki çocuklarda disleksi,

—motor becerilerinde yetersizlikler,

—kavram öğrenmekte zorlanma,

—konuşmada gecikme

—konuşma bozukluğu

gibi bazı sinyaller verse de sorun çocuğun ilkokula başlamasıyla su yüzüne çıkıyor. Bazı durumlarda ise disleksiye dikkat eksikliği ve hiperaktivite sorunu da eşlik edebiliyor.

 

Algısal disleksi

Disleksik kişinin okuması yavaşsa, okuma sırasında duraklama ve tekrarlama hataları söz konusuysa bu tip disleksi algısal (perseptüel - P tipi) disleksi,

 

Dilsel disleksi

eğer okuma hızlıysa, ancak hece ve kelime atlama hataları oluyorsa dilsel (linguistik - L tipi) disleksi olarak isimlendiriliyor.

İki tip disleksi arasındaki farkın, beynin sağ ve sol yarıkürelerinden birinin diğerine göre daha az gelişmiş olmasından kaynaklandığı düşünülüyor. Örneğin L tipi dislekside beynin sağ yarıküresinin daha az gelişmiş olması ve sol yarıküresinin baskın oluşu neden olarak gösterilirken P tipi dislekside ise durumun tam tersi olduğu düşünülüyor.

 

Diğer Öğrenme Güçlükleri

Matematik öğrenme güçlüğü (diskalkuli)

Yazma ya da yazılı anlatım güçlüğü (disgrafi)

disleksi dışında bilinen yaygın diğer öğrenme güçlüklerinden.

 

Matematikle yıldızı barışmayan pek çok öğrenci tanırız, bazıları gerçekten matematiği sevmiyor olsa da bazılarının sorunu bu değildir. Diskalkuli sorunu yaşayan öğrenciler:

—matematik işlemi yapmakta güçlük çekiyor,

—matematik sembollerini tanıyamıyor,

—çarpım tablosunu öğrenmede zorlanıyor,

—zaman ve yön kavramlarında hatalar yapıyor.

Bunlar diskalkulinin belirtilerinden sadece birkaçı, nedenleri dislekside olduğu gibi tam olarak bilinmiyor, benzer çevresel ve genetik faktörlere bağlı olarak ortaya çıkabileceği düşünülüyor. Belirtiler çocuğun ilkokula başlamasıyla yoğun olarak gözlense de tüm öğrenme güçlüklerinde olduğu gibi erken tanı çok önemli.

 

Yetişkinlerde kişinin hayatını zorlaştırabiliyor

Yetişkinlerde de gözlenen diskalkuli, günlük yaşamında sayılarla ya da matematiksel hesaplamalarla karşı karşıya kaldığında kişinin hayatını zorlaştırabiliyor. Yapılan araştırmalar diskalkuliye bazı durumlarda disleksinin de eşlik ettiğini gösteriyor.

 

Disgrafi denen yazma ya da yazılı anlatım güçlüğünde ise

—b-d, m-n, ı-i, d-t, g-k, g-ğ-y, l-r-n, f-v harflerini yazarken karıştırma,

—yazım hataları,

—okunaksız ve düzensiz el yazısı,

—rakam ve sözcükleri ters yazma,

—sözcükler arasında boşluk bırakmadan ya da

—sözcüğü birkaç parçaya bölerek yazma

gibi problemler gözleniyor. 

Erkek Çocuklarda Daha Sık Görülüyor

Disleksi erkek çocuklarda kızlara oranla 3-4 kat daha fazla görülüyor. Annenin hamileyken geçirmiş olduğu enfeksiyonlar, yetersiz beslenme, bilinçsiz ilaç kullanımı, bebeğin düşük kilolu doğması ve zor bir doğum yaşanması, gelişiminde rol oynayan etkenler arasında sayılıyor. Ama esas olarak genetik faktörlere bağlı olarak beynin bazı bölgelerinde görülen sorunlar nedeniyle ortaya çıktığı düşünülüyor.

 

Beynin sağ ve sol bölümlerindeki aktivitelerinde farklılık

Bazı araştırmalarda disleksik çocukların beyinlerinin önemli birkaç bölgesinin görsel analiz ve fonolojik (sese ilişkin) işlem için yeterince aktif olmadığı, sağ ve sol bölümlerindeki aktivitelerinde farklılıkların olduğu sonucuna ulaşılmış.

Örneğin disleksik olmayan kişilerin beyninin sağ yarıküresinin sol yarıküresine oranla daha küçük olduğu gözlenmiş oysa disleksik kişilerde beynin iki yarıküresi ya eşit büyüklükte oluyor ya da sol yarıküre daha küçük oluyor.

 

Ailenin diğer bireylerinde de disleksiklere raslanıyor

Disleksi tanısı konulan çocukların %80’inden fazlasının ailesinde de disleksiklere rastlanmış. İkiz kardeşler üzerinde yapılan araştırmalardan da disleksinin genetik nedenlere bağlı olarak gelişebileceğine dair sonuçlar elde edilmiş.

 

Seslendirme ve tanıma ile ilişkili kromozomlar

Örneğin 6. kromozomun sesleri kodlama ve kelimeleri seslendirme, 15. kromozomun kelimeleri tanıma yeteneği ile ilişkili olduğu saptanmış. Bu nedenle beynin gelişiminde görevli birçok genin disleksinin gelişiminde de rol oynadığı düşünülüyor. Örneğin 6. kromozomda yer alan DCDC2 geninin beynin okuma bölgesindeki sinir hücrelerinin koordinasyonunda görevli olduğu bulunmuş. Normal okuma için beyindeki devrelerin birbirleriyle iletişim halinde olmaları gerekirken DCDC2 geninde meydana gelen bir değişikliğin bu iletişimi bozduğu saptanmış. 

 

Erken Tanı Çok Önemli… Disleksi bir hastalık değildir…

Uzmanlar disleksik kişilerin hasta olmadığını ya da disleksinin bir hastalık olarak değerlendirilmemesi gerektiğini önemle vurguluyorlar. Yaşam boyu sürebilecek bu sorun ne kadar erken fark edilirse uygulanacak tedavi çocuğun normal okuyucu seviyesine yaklaşmasında o kadar etkili oluyor. Okumaktan çekinen, okulu sevmeyen ya da disleksinin diğer belirtilerini gösteren bir çocuğun tembel ve disiplinsiz olduğu gibi bir sonuca varmadan önce akıllara disleksiyi ya da diğer öğrenme güçlüklerini getirmekte fayda var. Erken tanı konulabilmesinde elbette en büyük rol annelerin, babaların ve öğretmenlerin gözlemleri. 

 

Testler sonrasında tanı konulabiliyor

Disleksi şüphesi olan çocuklara, uzmanlar tarafından yapılacak zekâ testi, psikometrik ve nöropsikolojik testler sonrasında tanı konulabiliyor. İlaç tedavisi olmayan disleksi için önerilen, eğitimcilerin, bu konudaki uzman pedagogların ve ailelerin yer aldığı ekiple tedavi sürecine başlanması. Çocuğun bir yandan normal okuluna devam ederken aynı zamanda somut, deneysel öğrenme ve soyut düşünebilme olanakları yaratacak, öğrenme becerisini güçlendirecek eğitim programlarının uygulanacağı bireysel çalışmalar yapması ya da grup çalışmalarına katılması öneriliyor. 

Çabalar Farkındalık Yaratmak İçin

Binlerce disleksik çocuğun fark edilmeyip gerekli eğitim programları ya da terapiler dahilinde tedavi edilmediğini düşünürsek ileride hepsinin mutsuz, sosyal hayatında ve ilişkilerinde başarısız, kendine güveni olmayan, topluma kazandırılmamış birer yetişkin olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Özellikle son yıllarda tüm dünyada disleksi konusunda yapılan etkinliklere, projelere ve araştırmalara bakıldığında sorunun ciddiyetinin farkına varıldığı düşünülüyor. Örneğin bazı ülkelerde disleksi konusuna ve disleksik çocuklara dikkat çekmek için disleksi farkındalık günleri düzenleniyor ve çeşitli etkinlikler yapılıyor. 

 

“Hayat Boyu Öğrenme Programı (LLP)”

Avrupa Parlamentosu’nun 15 Kasım 2006 tarih ve 1720/2006/EC sayılı kararıyla kurulan ve ülkemizin de 3 Temmuz 2007’de katıldığı “Hayat Boyu Öğrenme Programı (LLP)” kapsamında disleksi konusunda pek çok proje başlatılmış. Projelerde öğretmenler, psikologlar ve çocukları disleksik ebeveynler için eğitim programlarının ve eğitim materyallerinin hazırlanması, okul öncesi dönemde disleksi riski altındaki çocukların tanımlanması ve bunlara özel eğitim verilmesi amaçlanıyor.

Ayrıca yetişkin disleksik bireylere yönelik internet sitesi ve elektronik kitap hazırlanması da bu uluslar arası projelerin hedeflerinden biri. Umut veren bu çalışmaların sonuçlarının yakın zamanda disleksik çocuklarda, ailelerde ve öğretmenlerde olumlu etkilerinin gözleneceği düşünülüyor.

 

 

Unutmayalım, onlar tembel, disiplinsiz, zekâ geriliği olan çocuklar değiller en az kendi yaşıtları kadar zekiler, hatta bazıları üstün zekâlı. İhtiyaçları sorunlarının fark edilerek desteklenmeleri, güçlü yanlarının ve başarılarının takdir edilmesi.

 

Türkiye’deki disleksiklerin sayılarıyla ilgili farklı bilgiler veriliyor. Ancak yaygınlığının tahmin edilenden çok daha fazla olduğu düşünülüyor. Bu yüzden de uzmanlar başta disleksi olmak üzere tüm öğrenme güçlüğü sorunu yaşayan çocukların ya da yetişkinlerin saptanmasına yönelik tarama ve takip sistemlerinin kurulmasının büyük önem taşıdığını belirtiyor. 

 

Dernekler de Çalışıyor

Pek çok dernek, öğrenme güçlükleri konusuna dikkat çekmek ve toplumda farkındalığı sağlamak için çalışmalar yapıyor. Örneğin

—Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Derneği (www.hiperaktif.org),

—Dikkat Eksikliği ve Öğrenme Güçlüğü Derneği (www.hiperaktivite.org.tr ),

—Çocuk ve Genç Ruh Sağlığı Derneği (www.cgrsder.org ) ve

—Kuzey Kıbrıs Disleksi Derneği (http://www.disleksi.org)

bu oluşumlardan bazıları.

Örneğin Kuzey Kıbrıs Disleksi Derneği disleksiyi anlatmak ve disleksinin doğru anlaşılmasını sağlamak amacıyla projeler yapıyor, kampanyalar düzenliyor. İşin tedavi boyutunda asıl görev çeşitli özel eğitim, rehabilitasyon ve davranış bilimleri merkezlerindeki ve hastanelerin psikiyatri bölümlerindeki uzmanlara düşüyor. 

 


Hazırlayanlar :  merakediyorum grubu üyeleri merakediyorum@googlegroups.com

Kaynak : Bilim ve Teknik -TÜBİTAK / Şubat 2011 Dr.Özlem İkinci "Sıradan bir zeki değilim: Disleksiğim"başlıklı yazıdan alınmıştır. Resim ve başlıklar yazıya eklenmiştir.

Lütfen bu kısmı silmeyiniz, kaynak göstererek paylaşınız.

Saatlerce uğraşarak verdiğimiz emeği bir "Delete" tuşuyla yok etmeyin.