31 Mayıs 2008 Cumartesi

Türk kadını "Mutsuz"

Dünya Kadınlar Günü öncesinde yapılan bir anket, Türk kadınının ''mutsuz'' olduğunu ortaya koydu.

Bir araştırma merkezinin 7 il, 23 ilçe ve 37 kırsal yerleşim biriminde 18
yaş üstü 1044 evli ve bekar kadınla yapılan araştırmada katılımcıların yüzde
42.4'ü ''mutsuz'' olduklarını belirtti.

Kamuoyu Araştırmaları Merkezi'nin (KAMOY) yaptığı araştırmada, ''mutlu
musunuz?'' sorusuna, katılımcıların yüzde 42.4'ü ''evet'', yüzde 31.6'sı
''hayır'' yanıtını verirken, yüzde 26'sı ise soruyu cevapsız bıraktı.

Katılımcıların yüzde 64'si en önemli sorununun ''geçim sıkıntısı'' olduğunu
dile getirdi. Kadınlar, diğer sorunlarını ise şöyle sıraladılar:
''Ev ve çocuklarının anlayışsızlığı,
Yorgunluk,
Şiddet,
Bazı çağdaş ev eşyalarından yoksunluk,
Eğitim eksikliği,
Sokakta ve iş yerlerinde taciz,
Toplumu yönetenlerin erkek ağırlıklı olması/ayrımcılık,
Güvensizlik,
Çeşitli sağlık sorunları,
Ekonomik bağımlılık.''


''GÜZEL DEĞİLİM''

Geçim sıkıntısından sonra, temel 10 sorun olarak belirtilen bu sıralamadaki
unsurların dışında kadınların diğer yakınmaları ''istediği gibi yaşayamamak'',
''güzel bir tatil yapamamak'', ''eşlerin başka kadınlarla birlikteliği'', ''güzel
olamamak'' ve ''giyim-kuşam'' olarak sıralandı.

Araştırmaya katılanlar, ''Gelecekten umutlu musunuz?'' sorusuna da yüzde
40.6 oranında ''hayır'', yüzde 33.7 oranında ''evet'' karşılığını verdi.
Katılımcıların yüzde 25.7'si soruya yanıt vermekten kaçındı.

Araştırmada, kadınlara sorulan 3 seçenek doğrultusunda kendilerini nasıl
tanımladıkları soruldu. Bu seçenekler doğrultusunda katılımcıların yüzde 42'si
kendini ''sorunlu bir kadın'', yüzde 26.2'si ise ''çağdaş ve mutlu bir kadın''
olarak tanımladı.

''AĞIR İŞÇİYİM''

Anketörler, ilk iki seçenek doğrultusunda görüş bildirmeyenlerden
''kendilerine özgü bir tanımlama'' istediler. Bu seçenek için verilen ilginç
cevaplardan bazıları şöyle belirlendi:


''Ağır işçiyim,
Ne olduğumu ben de bilmiyorum,
Köle,
Şu ellerime bakın siz karar verin,
Hasta, yorgun ve perişan bir insan müsveddesi,
Hizmetçi,
Delirmek üzere olan bir zavallı,
Günde 15-16 saat ayakta duran bir canlı,
Talihsiz bir kadın,
Babasının evinde rahatlık batmış bir tip.''

TÜRK KADINI SAĞLIKSIZ

Araştırmada, Türk kadınının sağlık durumunun da ''çok kötü'' olduğu
belirlendi.

Katılımcılara yöneltilen ''Tam sağlıklıyım diyebilir misiniz?'' sorusuna,
yüzde 50 oranında ''hayır'', yüzde 35.6 oranında ''evet'', yüzde 14.4 oranında
ise ''bilemiyorum'' karşılıkları verildi.

Kadınların yakındığı sağlık sorunları arasında, çeşitli ağrılar, kadın
hastalıkları, psikolojik bozukluklar, diş ve göz sorunları, mide-bağırsak
hastalıkları, yorgunluktan kaynaklanan rahatsızlıklar yer aldı.

KADINA DEĞER VERİLMİYOR

Araştırmaya katılan kadınlara yöneltilen, ''Türkiye'de kadına değer
veriliyor mu?'' sorusuna, yüzde 60.2 oranında ''hayır'', yüzde 21.6 oranında
''evet'' yanıtı gelirken, bu soruya katılımcıların yüzde 18.2'si cevap vermedi.

İŞ VE EV MESAİLERİ

Araştırmaya katılan ev kadınlarının günde 6-8 saat iş yaptıkları, ağırlıklı
oranla (yüzde 66.2) ortaya çıkarken, çalışan kadınların iş ve ev mesaisi olarak
yüzde 33.3 oranında 10--12, yüzde 27 oranında 13-15 saat çalıştıkları görüldü.

Katılımcılara yöneltilen ''Genç kızlık hayalleriniz evliliğinizde
gerçekleşti mi?'' sorusuna yüzde 32.2 oranında ''hayır'', yüzde 30.2 oranında ise
''evet'' yanıtı geldi. Bu soruya yanıt vermeyenler ise yüzde 37.6 oranındaydı.

Araştırmaya katılan kadınlardan bazıları hayli ilginç ve düşündürücü genel
değerlendirmeler yaptılar. Bunlardan bazıları şöyle belirlendi:


''Türkiye'de aile düzeni sarsıntı yaşıyor,
Boşanmalar daha da artacak,
Çocuklarımın isteklerini karşılayamıyorum,
Şimdiki aklım olsa evlenmezdim,
Para yüzünden evde her gün kavga var,
Üstte yok, başta yok, kendimden utanıyorum,
Hani cennet anaların sırtındaydı?
Biz yandık, kızlarımız ne olacak?
Başımızdakiler yaşadığımız faciayı görmüyor mu?
Pahalılık ve yoksulluk canımıza 'tak' dedirtiyor,
En büyük eğlencemiz televizyon, onda da varsa yoksa futbol,
Eşitlik sadece kağıt üzerinde,
Feministlere hak veriyorum,
Kadınlar her yerde dışlanıyor.''


A.A

__._,_.___

KIRMIZI ET DE ÖLDÜREN HİLE


Bu hileyle et daha agir oluyor ve canli gorunuyor. Bu hileyi nasil anlariz?
Islatilan ete enjekte edilen Bradmix adli kimyasal ile tuketiciler hem aldatiliyor hem de saglik acisindan buyuk tehdit ile karsi karsiya kaliyor.

ETIN AGIRLIGI YUZDE 35 ARTIYOR
Sektor temsilcileri, yillik tuketimin 750 bin tona ulastigi Turkiye'de kirmizi ete kanserojen madde katildigini iddia ediyor. Gida urunlerinin imalati sirasinda kári artirmak icin yapilan hilelere kirmizi et de eklendi. Kirmizi et terbiye edilirken su ile birlikte enjekte edilen "Bradmix" adli kimyasal etin agirligini artirip parlak bir goruntu veriyor. Islatilan ete enjekte edilen bu kimyasal madde etin agirligini yuzde 35 oraninda artiriyor.
Bu kimyasalin son uc yildir Turkiye'de bazi et ureticileri tarafindan kullanildigini soyleyen uzmanlar Bradmix'in kanserojen oldugunu da iddia ediyor.
Turkiye, Sut, Et, Gida Sanayicileri ve Ureticileri Birligi (SETBIR) Baskani Erdal Bahcivan ise bazi ureticilerin teknolojiyi insan sagligini tehdit edecek sekilde kullandigini belirterek "Yapilan hileleri artik hayal bile edemiyoruz. Maalesef kirmizi ete yonelik yapilan bu haksizligi son zamanlarda bizde duymaktayiz" dedi.

DAHA CANLI GORUNUYOR
Bradmix kimyasalinin yurtdisindan yasal olmayan yollarla Turkiye'ye getirildigini soyleyen Veteriner Gida Hijyenistleri Dernegi (VGHD) Baskani Can Demir, kirmizi ette yapilan hileleri ise soyle anlatti: "Once eti iyice islatiyorlar. Daha sonra ete Bradmix kimyasali enjekte ediliyor. Su gozle gorulmeyecek sekilde etin uzerinde fiziksel degiseme ugruyor ve etin agirligi artiyor. 10 kilogram diye alinan bir et aslinda 7 kilogram civarinda. Bunun yaninda kimyasal madde etin rengini de degistiriyor. Daha canli kirmizi bir renk gorunumune kavusuyor. Bradmix tum kimyasal maddeler gibi insan sagligini da tehdit ediyor."

ET PISINCE AYNI KALIYOR
Istanbul Ticaret Odasi Gida Komitesi Uyesi ve Keyveni Yemek Yonetim Kurulu Baskani Sadik Celik'te son yillarda kirmizi ete yapilan hilelerin tuketici sagligini onemli olcude etkiledigine dikkat cekerek, "Et pistigi zaman ceker ve hacmi kuculur. Ancak bu kimyasal nasil bir etki yapiyorsa et pistikten sonra da ayni boyutta kaliyor" dedi. "Eti kimyasal maddelerle sisiriyorlar" diyen Celik soyle devam etti: "Biz yillardir bu isin icindeyiz. Ancak son donemlerde sektor calisanlarindan aldigimiz bilgiler kirmizi etin kalitesinin dusuk oldugunu gosteriyor. Bazi arastirmalar sonucunda ette yapilan hilelere ulasildi. Haksiz kazanc pesindeki firmalar etin agirligini artiriyor. Bunu tuketicilerin fark etmesi ise mumkun degil."
Bradmix adli kimyasal maddeyi Turkiye'nin bircok bolgesindeki et ureticisinin kullandigini iddia eden Salvarli Et'in sahibi Abuzer Goktas, ise bu etlerin daha cok turistik bolgelerde kullanildigina dikkat cekti.

DUSUK FIYATLI ET ALMAYIN
Tuketicilerin Bradix maddeli urunleri ayirabilmesi icin fiyati goz onunde bulundurmalari gerektigini belirten Erdal Bahcivan, "Eger etin fiyati piyasadan ucuz ise tuketici bu ete ilgi gostermesin" dedi. Kirmizi etin Tarim Il Mudurlugu yetkilileri tarafindan mutlaka kontrol edilmesi gerektigini savunan Bahcivan, "Denetim calismalari artirilmali ve laboratuarlarda test edilmeli" dedi.


Hoax nedir?

Hoax, birisinin milleti korkutmak yada eğlenmek amaciyla yazdigi
uydurma bir hikayedir.

Bunların birçoğu ingilizce olarak doğarlar, "akıllının biri" oturur
tercume eder, ve Türkiye''ye yayar.

Bu gibi emailler herkesin hem vaktini alir, hem de luzumsuz yere
sistem kaynaklarını israf ederler.
(Hatta tehlikeli bile olabilirler -- KFC hakkındaki uydurma hikaye
yüzünden insanlar KFC''nin önünde gösteri yapmışlar :)

Hoax (sahte) mesajları anlamanın birkaç yolu

"İstanbul''da Falanca nın başına gelmiş" türünden kontrolü
yapılamayacak isimler,
"Sahte otoritenin sesi: "CNN de yayınlandı" yada " Microsoft
uyarıyor" türünden
normalde virus uyarısı yapmayan şirketlerin sözlerini içermesi.
Gerçek virus/worm uyarıları için: www.symantec.com yada
www.mcafee.com ya bakabilirsiniz..
"Tanidığınız herkese gönderin!!" lafı.

Viruslerden korunmanin yegane yolu, falanca mesaji açmamak degil,
iyi bir antivirus
programi kurmak, ve bu programin surekli guncel kalmasi icin update
lerini uygulamaktir.

Sık Rastlanan Bazı Asılsız Hikayeler:

1000 kisiye gonderirseniz, microsoft/disney/ibm/falanca size bedava
bir tatil/uçak/yazılım/vs. gönderecek! (Halbuki email sayacak bir
teknoloji dünyada yok)

"uyandigimda buz dolu bir kuvetin icindeydim, ve bobreğim yerinde

yoktu!!" (Herhangi bir yerde olduğuna dair bir kanıt yok)

Uzerine oturunca bir acı hissettim, iğnenin yanindaki
kagitta "AIDS''liler arasina hos geldin!" yaziyordu. (Asılsız)

Yeni Türk Lirasinin uzerinde "Republic of Turkey" yazacak! (Yok
canım, bak - yazmıyor.) Bu pulların uzerindeki LSD, yalayanları LSD
bagimlisi yapıyor! (Asılsız)
Falanca kuruluşun dedigine gore, yalniz basiniza kalp krizi
gecirirseniz, sunlari yapın. (Falanca kuruluş tarafından bol
miktarda yalanlandı.O dedikleri şey, sadece çok özel bir durum
içinmiş, ve onun yerine yere uzanmak daha iyiymiş)
Plastikler isitilinca/sogutulunca kanser yapiyor! (Asılsız)
Basliginda "good times/vacation/ben saftirikim/vs" yazan hiçbir
emaili açmayin! (Asılsız)
Bu mektubu 10 kisiye gondermezseniz suratinizda sivilceler
çikar/basiniza kötü şeyler gelir/köpeğiniz evden kaçar/vs! (Eskiden
postayla gelirdi saadet zinciri mesajları. Şimdi modern teknolojiye
geçtiler)
Falanca hastanede yatmakta olan kanser hastasi kız/kalp hastası
oğlana kartpostal/email/vs gönderin.(Son 10 senedir falan yatıyor
herhalde hastanede!.Aynı email dolaşıp duruyor da.)
Deodorantlar kanser yapar! (Kullanmamak ise çevredekileri.. Iyyk :)
Aspartame de kanser yapar! (Hayır ama sakarin, normal dozun 3000
misli verildiğinde farelerde kanser yapmış hakkaten.Ama o kadar
sakarin içerseniz herhalde kanser yerine başka birşeyden ölürsünüz!)
Kuran''da ikiz kuleler saldirisi yaziliydi! (Sanmıyorum)
Haa, Helyum da kanser yapar! (Hayır ama gazı içinize çekerseniz, bir
süre donald duck gibi konuşabilirsiniz. Deneyin matraktır !)
Windows aletinizde virus var; hemen sulfnbk.exe dosyasini silin!
(Onu silin, windows gümlesin. Aslında bir sistem dosyasının ismi)
Hastaneler birlesmis, ortak bir 444-0911 numarasi edinmisler. (Özel
bir şirketin numarası bu halbuki)
"Bu e-mail size sans getirmesi icin gonderilmistir."
(Peki, teşekkür ederim. Hem bilgisayar hem batıl itikat aynı anda
olabilir mi? :)
KFC (Kentucky Fried Chicken) garip tavuklar üretiyormuş(Asılsız
hikaye - resimleri gösterilen tavuklar doğal ve nadir bir tür -
tüysüz!) !
MSN parali olacakmis, bunu 18 kisiye yollayin, yeşil adam mavi
olacak. (Yok canım daha neler)
..vs..vs.. yeni bir hikaye gelirse, bana da bilirirmisiniz? Listeme
ekleyeyim..
Uydurma hikayeleri arşivleyen site adresleri:

Yarınların Suçlusunu Yetiştirmek

Y.DOÇDR.FAİK ARDAHAN

faikardahan@hotmail.com

Yarınların Suçlusunu Yetiştirmek
30.05.2008

Dünyanın en zor işi çocuk yetiştirmek. Hatta günümüzde bu çok daha zor. Çünkü benim zamanımdaki çocuklukla şimdiki zamandaki çocukluk arasında çok farklılık var. Bende bir babayım ve bende son 9 yıldır oğlumla beraber yaşıyorum. Görüyorum ki hakikaten çocuk yetiştirmek çok zor. Geleceğin şairlerini, yazarlarını, doktorlarını, topluma duyarlı insanlarını yetiştirmek tamamen bizim sorumluluğumuzda. Doğruları yaparsak, sonuç da doğru oluyor. Aynen “ne ekersen onu biçersin” öz deyişinde olduğu gibi.

Geçenlerde elime geçen bir yazıyı olduğu gibi sizinle paylaşmak istiyorum. Bu belge ABD Houston Polis Müdürlüğü tarafından hazırlanmış ve kentteki tüm evlere ve okullara dağıtılmıştır.

§ Daha küçükken çocuğa her istediğini vermeye başlayın. Bu şekilde o da herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.

§ Kötü sözler söylediğinde gülün. Böylelikle kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.

§ Ona düşünmesini ve beynini kullanması gerektiğini hiç öğretmeyin. 21 yaşına gelince de kendi kararlarını kendisinin vermesini bekleyin.

§ Yerde bıraktığı, dağıttığı her şeyi siz kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını, kıyafetlerini. Onun için her şeyi siz yapın ki o da bütün sorumluluklarını başkalarına yüklemeye çalışsın.

§ Onun gözü önünde sık sık kavga edin ki bu sayede aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.

§ Ona istediği kadar harçlık verin ki her zaman kendi parasını kazanmanın ne demek olduğunu öğrenmesin.

§ Yiyecek giyecek ve konforla ilgili tüm arzularını yerine getirin ki istediklerine ulaşmak için çalışması gerektiğini öğrenmesin.

§ Komşulara, öğretmenlere, kamu görevlilerine, doğaya, ve diğer insanlara karşı daima onun tarafını tutun ki onlara karşı peşin hükümleri olsun.

§ Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç işlerse, kendisinden özür dileyin. Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin.

Bu yazıyı ve bunun gibi birçok yazıyı okuyunca aslında ne kadar eksik yetiştirildiğimi(zi) görüyorum. Hatta anlıyorum ki günümüzde bile birçok yanlışı hala sürdürüyoruz. Her ne kadar yukarıdaki yazıda ana-babalara atfolunan bir durum olsa da, bu işin çözümü sadece ana-babada mı aramak lazım? Evet, büyük oranda onlarda aramak lazım derim ben. Çünkü her şey önce orada yani aile içinde başlıyor.

Erkek çocuk babayı, kız çocuklar da çoğunlukla anneyi örnekleyerek büyüyorlar. Babanın anne ile ilişkisi, babanın arkadaşlarıyla ilişkisi, babanın dış dünya ile ilişkisi çocukta vücut buluyor. Aynı durum kız çocukları içinde geçerli. Kızlar da çoğunlukla anneyi örnekliyorlar. Bu sebeple bizim toplumumuzda birçok eksiklik olmasının yanında, bu anlamda en önemli eksiklik anne-baba olmanın ne anlama geldiğini bilmeden bireylerin anne-baba olmalarıdır. Hatta hiçbir eğitim programında da böyle bir bilgiye rastlanmaz. Özellikle lise2, lise 3. sınıfta neden böyle bir ders yoktur bilmem.

Eğitilmiş insan istiyoruz her defasında. Ama neden anne-baba olmanın ne anlama geldiğini bilmeyen bireylere aile olmayı teslim ediyoruz. Toplumun en küçük parçası aile değil midir? Çekirdek aile ne kadar sağlıklı koşullarda gerçekleşmişse ve sürdürülüyorsa toplum o kadar sağlıklı geleceğe sahip olmayacak mıdır? Bunları kime söylemek lazım bilmiyorum. Milli eğitim bakanlığına mı? Aileden Sorumlu devlet bakanlığına mı? Yada evlenme dairesine mi?

Araba kullanmak için bile insanlar bilmem kaç saat ders alıyorlar. Sınavlara giriyorlar. Başarılı olanlara ehliyet veriliyorsa. Neden insanlar evlendirilmeden önce, aile olma, anne-baba olma konusunda ciddi bir eğitimden geçirilmiyorlar. Gecekondu evler gibi, evlilikler ve bu evliliklerden de mutsuz çocuklar ortaya çıkıyor. Bilmem ki bu durumun çözümü nasıl olacak? Benim ilk aklıma gelen, kız babaları kızlarını baba olma ve eş olma konusunda eğitim almamış erkeklere vermesinler?

Ya peki bu eğitimi kim verecek? Bu sorunun cevabını ben bile bilmiyorum...

Dünyaya dost yaşamak elinizde


İnsanoğlu, küresel ısınmanın geldiği tehlikeli boyutlar ve artan çevre kirliliğiyle birlikte, daha duyarlı davranmaya başladı. Herkesin evinde ve hayatında atacağı küçük ve dikkatli adımlarla hızla tükenen dünyayı, uzun bir süre daha korumak mümkün.

Çevre korumayla ilgili konular sürekli gündemde. Siz de ilgileniyor, bir şeyler yapmak istiyor ancak nereden başlayacağınızı bilemiyorsanız dünyaya dost yaşamanıza yardımcı olacak bazı önerilerimiz var.


Çevreye ve atmosfere zarar veren sprey deodorantlar yerine hiçbir kimyasal madde içermeyen kristal taşları kullanabilirsiniz. Islatılıp, tene sürüldüğünde kötü kokuları önleyen bu özel taşlar başta pahalı gelse de çok uzun süre (yaklaşık 2 yıl) kullanıldıkları için sonuçta daha ekonomik oluyorlar.


Plastik alışveriş torbalarına açılan savaşa siz de katılın ve markete giderken kendi bez çantanızı götürün. Böylece aldıklarınızı bunun içine koyarak taşıyabilir ve boşu boşuna çevreye son derece zararlı olan plastik poşetleri tüketmemiş olursunuz.


Besinleri düdüklü tencerede pişirmek sağlıklı yiyecekler tüketmenin yanı sıra enerji tasarrufu yapmanın da iyi bir yolu. Uzmanlar buharlı tencereyle yemek pişirmenin yaklaşık yüzde 30 oranında enerji tasarrufu sağladığını belirtiyor.


Salataların üzerine kruton (yağda kızarmış ekmek küpleri) yerine ceviz, ayçiçeği ve yer fıstığı koyarak sofranıza sadece lezzet değil sağlık da getireceksiniz. Bu tahıllar kalp ve damar sağlığı için son derece faydalı yağ asitleri içeriyor. Böylece kızartma yaparken harcadığınız elektrik ya da gaz sarfiyatını da önlemiş olacaksınız.


Aldığınız sebze ve meyvelerin hatta balıkların, bulunduğunuz yöreden ya da en azından ülkeden sağlanıyor olmasına çok dikkat edin. Böylece nakliyat sırasında çevreye verilen zararı en aza indirebilecek ayrıca mevsiminde çıkan, dondurulmayan sağlıklı besinler tüketebileceksiniz.


Daha az et yiyerek doğaya destek olun. Çünkü et sofranıza gelene kadar pek çok işlemden geçiyor ve geçirdiği işlemler küresel ısınmaya yol açan başlıca faktörlerden.


Ayakkabı cilasının yerine muz kabuğu kullanmaya ne dersiniz? Eğer bu fikir size pek mantıklı gelmediyse eski bir sandaletinizle deneme yapabilirsiniz.


Ağaç yaşken eğilir diye boşuna dememişler... Çocuklarınızı ekolojik yaşamla ne kadar erken tanıştırır, çevre konusunda ne kadar erken bilinçlendirirseniz o kadar iyi. İşe oyuncaklardan başlayabilirsiniz. Elektronik, mekanik ve peluş oyuncaklar yerine tahta hatta boyasız olanları tercih edin...


Polyester yastık kılıfını ipek olanla değiştirin: Polyester, üretimi sırasında atmosfere, üretilen miktarın yüzde 25’i kadar zararlı madde yayılıyor. Ayrıca bunun sizin çok hoşunuza gidecek iyi bir yanı daha var. İpek yastıkta uyumak saçlarınızın çok daha parlak görünmesine de yardımcı oluyor.


Anneanneniz gibi yaşamak... Düşünürseniz ne kadar çevreci olduğunu anlayacaksınız. Klima yerine yelpaze, kâğıt mendil yerine kumaş mendil, sentetik kumaşlar yerine pamuklular ve kimyasal şampuan ve sıvı sabunlar yerine zeytinyağı sabunları. Üstelik bunlar kesinlikle çok da zarif alışkanlıklar!


ntvmsnbc

SAĞLIKLI ELLER

Ellerin sağlıklı olması için doğal maddelerle bakımının yapılması gerekiyor. Uzmanlar, özellikle zeytinyağı ve limon suyunun eller için çok yararlı olduğunu söylüyor.

Son günleri yaşanan kış mevsiminde en çok insanların elleri zarar görüyor. İnsanların yüzü kadar önemsemesi gereken elleri için evdeki malzemelerle doğal kremler hazırlanabiliyor. Kişisel bakım uzmanları, ellerini sürekli örüyor.

İnsanların yüzü kadar önemsemesi gereken elleri için evdeki malzemelerle doğal kremler hazırlanabiliyor. Kişisel bakım uzmanları, ellerin sürekli hareket halinde olduğunu söyleyerek, "Yazarlar, çizerler, çalışırlar ve hep bir şeylerle temas ederler. Sürekli hareket halinde olmaları, soğuk, sıcak, su ve mikroplar gibi dış etkenlerle birebir temas etmeleri nedeniyle eller, yüze oranla daha çabuk yıpranıyor ve yaşlanıyor" şeklinde konuşuyor. Ellerin sürekli mikroplarla iç içe olması nedeniyle sık sık yıkanmasının gerektiğini hatırlatan uzmanlar, kullanılan sabunun insanın cildine uygun olmasının önemine işaret ediyor.

Her yıkamadan sonra ellerin nemli kalmaması için de iyice kurulanması gerekiyor.

Özellikle soğuk havalarda cilt kızarıp çatlıyor ve pürtük pürtük oluyor. Bu durumda eldiven takılmasını öneren uzmanlar, akşamları yatmadan önce zeytinyağının tıpkı krem gibi ellere masajla yedirerek sürülmesini tavsiye ediyor. Uzmanların konu ile ilgili diğer tespitleri şöyle:

"El ve tırnakların bir diğer dostu limon suyu. Zaman zaman tırnakların limon suyu ile ovalanması yararlı. Eller de yüz gibi nemlendirici, besleyici ve sıkılaştırıcı özellikte doğal kremlerle korunmalı. Günlük öğünlerde cilt ve tırnakları güçlendiren besinlere yer verilmeli. Tırnakların oluşumu için gerekli proteini barındıran yoğurttan her gün yenilmeli. Tırnaklar için, demir, bakır ve çinko içeren besinlere ağırlık verilmeli. Kırılgan tırnaklara karşı da biotin içeren ceviz ve yer fıstığı tercih edilmeli".

Kişisel bakım uzmanları, insanların evlerindeki malzemelerle doğal kremler hazırlayabileceğini belirtiyor. Buna göre, yıpranmış ellere yumuşatıcı ve besleyici kremlerden biri yulaf ve ballı krem. Bunun yapımı için gerekli malzemeler, 5 çorba kaşığı yulaf unu, bir yumurta sarısı ve iki çorba kaşığı bal. Malzemeler bir kaba alıp krem kıvamına gelinceye kadar karıştırılıyor ve ellere sabah ve akşam sürülüyor.

Salatalıklı el kremi için beş çorba kaşığı salatalık suyu, üç çorba kaşığı tatlı badem yağı ve dört çorba kaşığı kakao yağı gerekiyor. Malzemeler bir kapta krem kıvamına gelinceye kadar karıştırılmalı ve buzlukta 10 dakika bekletilmeli. Buzluktan çıkarıldıktan sonra ellere sürülüp 5 dakika beklemeli. Son aşama eller yıkanıp kurulanmalı.

Evde tırnaklar için de güçlendirici kremler hazırlanabiliyor. Yarım tatlı kaşığı sirke, bir yumurta sarısı ve iki çorba ananas suyu bir kapta karıştırılıyor. Tırnaklar içinde beş dakika bekletildikten sonra yıkanıp durulanıyor.

Hint yağlı krem için, iki yumurta sarısı, üç çorba kaşığı hint yağı, bir çorba kaşığı bal ve bir çorba kaşığı tuz gerekiyor. Tüm malzemeler karıştırıldıktan sonra tırnaklara oje gibi sürülerek 10 dakika bekletiliyor. Son aşamada eller ılık suyla yıkanıp kurulanıyor. El maskeleri için evde hazırlanabilecek kremler ise şunlar; killi el kremi, avakadolu krem ve ballı el kremi. Dört çorba kaşığı tatlı bademyağı, aynı miktarda Hindistan cevizi ve dört çorba kaşığı zeytin yağıyla elde edilecek karışımla ellerin sarılması ise doğal sauna etkisi yapıyor.

Uzmanlar, ellerin bakımlı olabilmesi için gerekli işlemlerden birinin de manikür olduğunu söylüyor. Manikürün yapılma şekli ise şöyle: "Tırnaklardaki oje asetona batırılmış pamukla silinir. Aseton artıklarını temizlemek için eller yıkanır. Tırnaklar törpülenir ve beş dakika sabunlu ılık suda bekletilir. Eller kurulanıp tırnak etleri kürdanla geri itilir. Eller tekrar kurulandıktan sonra oje sürülür".

Sararan tırnakları ortadan kesilen limonun içine batırmayı öneren uzmanlar, çabuk kırılan tırnaklar için de bir hafta oje sürülmeden doğal kremler kullanılmasını tavsiye ediyor.

HALÂ SÜT MÜ İÇİYORSUNUZ ?

DEREOTU !!!!


İnek sutunde 117 miligram kalsiyum bulunurken, dereotunda bu oranin 208 olmasi,
dereotunun sutun alternatifi olarak gorulmesine neden oluyor.

İstanbul Universitesi Cerrahpasa Tip Fakultesi Cocuk Bolumu Metabolizma ve Beslenme
Bilim Dali Baskani Prof. Dr. Ahmet Aydin, sutun alternatifinin dereotu oldugunu soyledi.

Adana Otizm Dernegi'nin duzenledigi 'Otizm Hastaligi'nin Tedavisi ve Beslenme' konulu
konferansta konusan Prof. Dr. Ahmet Aydin, sutun kalsiyum bakimindan en zengin besin
olmadigini belirterek, "Dereotu sutten daha fazla kalsiyum iceriyor. inek sutunde 117 miligram kalsiyum
bulunurken, dereotunda bu oran 208'dir.

Ayrica dereotu magnezyum ve potasyum bakimindan zengin olmasi bakimindan da kemik sagligina daha
faydalidir" dedi. Prof. Dr. Aydin, dunyada en cok sut tuketen ulke olan ABD'de, yine dunyada en cok
osteoporoz rahatsizliginin oldugunu bildirdi.
Prof. Dr. Aydin, cocuklarin ve anne- babalarin kemiklerinin kuvvetli olmasi icin mutlaka dereotu
tuketilmesini onerdi.

İsvec'te yapilan bir calismada 50- 85 yaslarindaki menopoz sonrasi kadinlarda sut tuketimi fazlaliginin
kiriklari azaltmadiginin saptandigini kaydeden Prof. Dr. Aydin, soyle konustu:

"Benzer sekilde ABD'de hemsireler uzerinde yapilan arastirmada gerek sut, gerekse sut disi kalsiyum tuketimi <******> fazlaliginin kalca kiriklarini azaltmadigi tespit edilmistir. Cocuklarinizin ve kendinizin kemiklerinin kuvvetli olmasi icin mutlaka dereotu tuketin. Dereotundaki magnezyum ve kalsiyum kemik gelisimi icin oldukca onemli bir mineraldir.
Her memelinin sutu kendi yavrusunadir. 5- 6 milyon yillik insanlik tarihinin sadece son 10 bin yilinda insanlar baska memelilerin sutunu icmislerdir.

Kendi annelerinin sutunu ise sadece hayatlarinin ilk 2 yilinda emerler, daha sonralari hic sut tuketmezlerdi.
Fosil incelemeleri, tas devri insanlarinin kalin ve kiriga direncli saglam kemiklerinin oldugunu gostermektedir. Bu devre ait kemik orneklerinde osteoporoz yok denecek kadar azdir. Bunun nedeni de o devirde insanlarin sutten ziyade, daha cok yesil sebze, ot turu yiyecekler tuketmesindendir

30 Mayıs 2008 Cuma

GÜZEL BİR YAZI

Asya'da maymun yakalamak icin kullanilan bir cesit tuzak vardir…
Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir agaca veya yerdeki bir kaziga baglanir…
Hindistan cevizinin altina ince bir yarik acilir ve oradan icine tatli bir yiyecek konur..
Bu yarik sadece maymunun elini acikken sokacagi buyukluktedir…
Yumruk yaptiginda elini disari cikaramaz…
Maymun tatlinin kokusunu alir,yiyecegi yakalamak icin elini iceri sokar,
Ama yiyecek elindeyken elini disari cikarmasi olanaksizdir…
Sıkıca yumruk yapmis el, bu yariktan disari cikmaz…
Avcilar geldiginde maymun cilgina doner ama, kacamaz
Aslinda bu maymunun tutsak eden hicbir sey yoktur onu sadece,
Onun kendi bagimliliginin gucu tutsak etmistir…
Yapmasi gereken tek sey elini acip yiyecegi birakmaktir…
Ama zihninde acgozlulugu o kadar gucludur ki
Bu tuzaktan kurtulan maymun cok nadir gorulur…
Bizi tuzaga dusuren ve orada kalmamiza neden olan sey,
Arzularimiz ve zihnimizde onlara bagimli olusumuzdur…
Tum yapmamiz gereken elimizi acip benligimizi ve bagimli oldugumuz seyleri,
Serbest birakmak ve dolayisiyla ozgur olmaktir…!!!
Ben, maymuna benzer yanimiz olarak sahip oldugumuzu dusundugumuz her seyin bizim icin birer tuzak oldugunu fark etmiyor olusumuz oldugunu dusunuyorum:
Cogunlukla konusmaktan fazla bir ozelligini kullanmadigimiz son model cep telefonlarina sahip olmak,
Ortalama 15 m2´sini kullandigimiz ama kullandigimiz alandan 20–30 kat buyuk evlere sahip olmak,
Belki bir kez giydikten sonra cok uzun sure dolabimizin bir kosesinde unuttugumuz gunun modasina uygun giysilere sahip olmak,
Okumadigimiz kitaplara sahip olmak,
Asla kadranin gosterdigi surate ulasamayacagimiz en suratli arabaya sahip olmak,
Bize gunde 3–5 kez zamani, baskalarina surekli zenginligimizi gosteren kol saatlerine sahip olmak,
Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten cok uzak tabiri caizse yorgunluktan hasatimizi cikaracak deniz kenarina yakin bir yazlik, bir dinlence evine sahip olmak,
Bize hic bir faydasi olmayan ama her firsatta hava atabilecegimiz buyuk yerde tanidiklara sahip olmak,
Faizi, getirisi zarara ugramasin diye kiyip harcanamasa bile bol sifirli bir banka defterine sahip olmak,
Dunyalarina ve guzelliklerine katilamadigimiz, asla yeterli vakit ayiramadigimiz basarili ve digerlerininkinden daha guzel cocuklara sahip olmak,
Vaktimize, nakdimize, aklimiza, cenemize zarar verse bile bir futbol takimi taraftarligina sahip olmak,
Sagligimiza, duzenimize, beynimize korkunc zararlar verse bile envai cesit ickilerin bulundugu gosterisli, dekoratif bir mini bara sahip olmak,
Oturmadigimiz koltuk takimlari,
Izlemedigimiz dev ekran televizyonlar,
Kullanmadigimiz, faydalanmadigimiz daha neler nelere sahip olmak...
Ya da sahip oldugumuzu sanmak.
Maymun gibi avucumuzda tuttugunuz surece (faydalanamasak bile) sahip oldugumuzu sanmiyor muyuz? Ve ancak parmaklarimizi gevsetip bunlardan vaz gectigimiz zaman gercekten ozgur olup tum yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?
Aslinda biz bu dunyaya sahip olmaya degil, sahit olmaya gelmisiz. Ah bunu bir anlayabilsek...

kaynak?

Yeni Nesil Evliliklerde Samanlık Seyran Değil!

Son yıllarda boşanan çift sayısında artış var!

Neden?

Değişen yaşam koşullarından mı?
Zorlaşan hayat şartlarından mı?
Yoksa:
Beklentisi değişen kadınların, zihniyetleri mi sebep?

“Sabır, katlanma, ses çıkarmadan kabullenme” tarihin karanlıkları arasında, geleneksel evlilik yıkıntılarının arasında mı kaldı?!

Sizce?

Zamanın değişim içinde olduğu bilinen bir gerçek. Her alandaki bu değişimin hızlı bir şekilde olmasından kadın-erkek ilişkisi de etkilendiği gibi, nihayetinde evlilik müessesesi(!) de nasiplenecektir pek tabii! Bunun temelinin, kadın ve erkeğin rollerinin ve beklentilerinin çağ atlaması bahanesi üzerinde, dikilitaş haline gelmesi de söylenebilir!

Geçmişte evliliklerdeki beklentiler, günümüzdeki gibi; daha fazla tutku, daha fazla destek, daha fazla iletişim üzerine kurulu değildi. Yeni arzularımız, eski yetilerimize bir beden büyük gelmeye başladığından beri; çatırdamayı daha erken safhalarda yaşayan bizler, bir izdivaç kördüğümü içinde bocalamaya başladık.

Etrafımızda; mutsuz, tatminsiz, istediğine ulaşamamış, hayal kırıklığına uğramış, kızgın, umutsuz, yıkılmış birçok çift, değişim olması gerektiğinin farkında olarak yaşamını sürdürmekte. Kadın olsun, erkek olsun her birey haksızlığa uğradığını, daha fazlasını hak ettiğini, bu yaşadıklarının olmaması gerektiğini düşünmekte. Hep daha iyisini, daha anlayışlısını, daha doyurucusunu, daha tutkulusunu, daha farklı bir ilişkiyi talep etmekte.

Talep etmekte de; kökene doğru bir iniş yapılsa, altta nasıl bir çapanoğlu ile karşılaşacağının farkında mı?
İstemek hayattaki en kolay söylem. İn bakalım çatırtının geldiği kata doğru, nelerle karşılaşılacak bakalım?
Demir ne alemde?
Kum, çimento?
Harçta deniz suyu kullanılmış olmasın?!

Gelelim bozukluğun sebebinin dayanacağı bölüme. Kime dayanacak tabii ki. Bildiniz, bravo!!!

Erkeklere. Yine, yeniden, her zaman olduğu gibi;-)

Şu bir gerçek ki(yapılan araştırmalar göstermiş, benim naçizane fikrim değil ama; öyle de kabul edilmesinde de mahsur yok!) evliliklerde kadın ne zaman “ Offf yeter artık, bitiriyorum bu evliliği” diyene kadar kayış kopmuyor. Erkek hayatından gayet mutlu, mesut yaşarken; yayılmış bir görüntü vermeyi de ihmal etmiyor.

Yaşananlar, olaylar, durumlar, sıkıntılar, bağrışlar, kavgalar kadının sabır taşını çatlattığı zaman, birer çakıl taşı olup denize fırlatılmaya başlıyor. Duygularını gömme öğretisi ile büyüyüp, verici olmaya programlanmış kadın “Benim istediğim bu!” demeye başladığı anda, dönüşü olmayan yola giriş çoğalmaya başladı artık.

Evi çekip çeviren uysal kadının, ezilmişliğin zırhını atıp, özgürlük ruhunu giyinmeye başladığı zamanımızda; erkeğin hala bu gelişimin şaşkınlığı içinde olmasını seyrediyoruz. “İyi koca” olma kriterleri kadının zihniyetinde çoktan değiştiği halde, erkek hala geleneksel yapının etkisiyle yaşamaya devam ediyor.

Kadın rollerini, beklentilerini değiştirdi ama erkek hala evi çekip çeviren ve talep eden eş zihniyetinde olmayı sürdürüyor ve bundan çok hoşnut. Fakat bilmiyorlar ki; artık kadın, eşin koruyuculuğun ötesinde beceri sergilemesini bekliyor.

Yeni nesil kadının evlilikten beklentisi, yoldaşlık üzerinde yükselmiyor artık. Omuz omuza mücadele etme fikri, iyi günde kötü günde sabırlı davranma sadakatiyle yeterli değil. Aşık olmak, o aşkı sürdürmek, arkadaş olmak, daha fazla duyarlılık, daha fazla yakınlık, daha fazla paylaşım, daha fazla kabul edilmek istiyor kadın. Erkeğin bu değişimi fark etmesi ve bunu gerçekleştirmek için, aynı donanım değişikliği içine girmesi gerekli.


Girmezse de kendi bilir.

Kadınlar artık içine atıp, susup oturmuyorlar anneleri gibi. Beklentileri var ve bunların gerçekleşmesini talep ediyor. Erkeğin şapkayı önüne koyup düşünme zamanı geldi de geçiyor.
Son pişmanlık fayda vermez, ona göre!

kaynak?

MARGARİN GERÇEĞİ

Cumhuriyet gazetesinde okuduğum haber ile ilgili olarak gazeteye gonderdigim yazıyı ekte gonderiyorum.Yazım hala gazetede yayınlanmadıgı icin toplumu yanlıs yonlendirenlere baska bir sey yapamıyorum.saygılarımla
Prof Dr.ilbilge SALDAMLI

Margarin Gerçeği

Prof. Dr. İlbilge SALDAMLI

"Margarin hakkındaki ön yargıları yok etmeyi ve bu yolla toplum sağlığına katkıda bulunmayı amaçlayan MÜMSAD (Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği), bilimsel temellere dayandığını duyurduğu 7 Gerçek'ten oluşan bilinçlendirme kampanyasıyla kamuoyunun karşısına çıktı" sözleriye başlayan 3 Nisan 2008 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin 15ci sayfasında yayınlanan "Margarinci 7 Gerçek'i Anlatacak" başlıklı haberde okuduklarım, Gıda Bilimi, Gıda Teknolojisi ve Gıda Mühendisliği dallarında 34 yılını vermiş ve bu konularda eserleri ülkemiz üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan (örneğin "Gıda Kimyası" ki bu kitapta "Lipidler" konusu da işlenmektedir) bir öğretim üyesi ve bilim insanı olarak büyük üzüntü duymama neden olmuştur.

Ülkemizde "Margarin"in, ilkel üretim şeklinden (ki "merdiven altı" olarak tanımlanmaktadır), ileri teknolojik yöntemler kullanılarak çeşitli özelliklerde (olumlu ve olumsuz) üretildiği bilinmektedir. Bu üretim farklılığı dikkate alınmaksızın genel bir anlatımla "margarin" sözcüğü ile (hangi teknoloji ile üretildiği belli olmayan) "toplum sağlığına katkıda"! bulunmaktan söz edilerek halkımıza duyurulmak istenen 7 gerçeğin yanıltıcı olduğunu ifade etmek isterim.

Günümüzde, tıp bilim adamlarının ve dünyaca ünlü beslenme uzmanlarının söz birliği içinde olduğu bir temel görüş vardır. Belli bir yaş sonrasında sağlık sorunu olan bireylerin günlük diyetlerinde genel anlamda yağ kullanım miktarını kalp-damar sağlığı açısından azaltmaları, başta zeytinyağı olmak üzere bitkisel sıvı yağ tüketimini tercih etmeleri ve fakat kahvaltılarda çok az miktarda da tereyağı (ki önemli esensiyal yağ asitlerini içermesi nedeniyle) tüketilebileceleri bildirilmektedir. Dünyada bilinçli ve bilgili tüketicilerin yağ tüketimi ile ilgili olarak bildiği bu gerçekleri bir tarafa atarak margarin kullanımını teşvik edici ve hiç bir bilimsel veriye dayanmaksızın söylenilen bu sözleri benimsemesi mümkün değildir.

Haberde, yapılan basın toplantısında konuştuğu bildirilen H.Ü. Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Tanju Besler'in ise "Margarin gönül rahatlığı ile tüketilebilecek bir besindir. Yağlar, A, E, D ve K vitaminleri içerir ve mideye doygunluk hissi verir. Tereyağ yerine margarini tavsiye ediyoruz" şeklindeki sözleri ise (eğer öyle söylenmişs ise) bilimsellikten uzak yapılan talihsiz bir ifadedir. Bu konudaki sözlerinin, bölümündeki laboratuvarlarında gerçekleştirdiği bileşim analizlerine ve H.Ü. hastanelerinde uygulanarak sonuçlandırılmış hasta denemeleri araştırma sonuçlarına dayandırılmış olması beklenirdi.

Sonuçlarının neler getirebileceği dikkate alınmamış bu tür beyanlar ülkemizin yabancısı değildir. Gazete haberlerinde, esas kaşarın küflü kaşar olduğu, radyasyonlu çay hakkında ekranlarda çay yudumlayarak güven verilmek istenildiği, hormon kullanımı hakkında yetkisiz kişilerce bilgiçlik taslanıldığı hatırlardadır.

Margarin "Kolesterol içermez" şeklindeki ifade Sayın Besler'in ortaya koyduğu bir bilgi olmayıp herkesin bildiği bir gerçektir. Bitkisel kaynaklı tüm yağların kolesterol içermediği hususu en basit Gıda Kimyası kitaplarında bile ifade edilir. Ne var ki konu farklıdır. Yağlar hangi kaynaktan alınırsa alınsın vüdudumuzdaki lipid metabolizması güdümünde yeniden kolestrol sentezlenmesine kaynak oluştururarak sağlığımızı olumsuz biçimde etkilerler. Bu durumda en önemli nokta hangi yağın ne kadar miktarda tüketilmesi gerçeğinin bilinmesidir. Sayın Prof. Dr. Tanju Besler'in bu gerçeği görmezden gelerek tüketicilere "tereyağı yerine margarini tavsiye ediyoruz" demesi büyük bir sorumsuzluk örneği olduğu gibi, beslenme ve diyet alanı gerçeklerine de saygısızlık etmektir.

Yine haberde "7 Gerçek" ten biri olarak ileri sunulan margarin, "Trans yağ içermez" şeklindeki ifade de yanıltıcı bir ifadedir. Trans yağın (gerçekte trans yağ asidi olarak ifade edilir) ne olduğunun, konu ile ilgili olan kişiler dışında doğal olarak halkımızca bilinmesi beklenemez. Trans yağ asitleri insan sağlığına zararlıdır. Olabildiğince basit orak ifade edilmek istenirse, margarin üretiminde kullanılan hammaddeye ve uygulanan teknolojiye göre, yapıda yer alan cis-formdaki yağ asitlerinin üretim sırasında trans yağ asitlerine dönüşmesi ve bunların 25-30°C üzerinde üzerinde eriyen bir yapı oluşturması kalp-damar sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır. Günümüzde ileri teknoloji uygulayan üretim birimlerinde trans yağ asitleri içeriğinin engellenebilmesi için Palm yağı kullanma yoluna da gidilmektedir. Ancak eski teknolojilerin kullanıldığı üretimlerde bitkisel sıvı yağlar nikel katalizör eşliğinde hidrojenasyon uygulanarak katılaştırılmakta ve cis-yağ asitleri, trans yağ asitlerine dönüşmektedir. Buna karşılık modern yöntemlerden biri olan interesterifikasyon, günümüzde daha güvenilir bir yöntem olarak ileri teknoloji uygulayan modern margarin fabrikalarında kullanılmaktadır. Prof.Dr. Besler' in hangi margarinden ve hangi teknolojiden söz ettiği bilinmemektedir.

Beyanda yer alan margarinin "Mideye doygunluk hissi verir", "Beslenme çeşitliliğine katkı sağlar" ve "Omega-3 ve Omega-6 yağlarını içerir" ifadeleri de bilimsel verilere dayandırılmadığı sürece bir değer taşımamayan halkımızı yanıltıcı ifadelerdir.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığı altında, MÜMSAD yetkililerine önerim şudur: Eğer margarin konusunda bilinmeyen gerçeklerin kamuoyuna duyurulması isteniyorsa, ülkemizde bu konularda bilgi üreten, lipidler konusunda araştırma yapan ve bu konularda veri üreten referans kalite kontrolu laboratuvarlarına sahip üniversitelerimizin Gıda Mühendisliği Bölümleri'nin de görüşleri alınarak ve bilimsel verilere dayandırarak toplumun aydınlatılmasının daha gerçekçi ve doğru olacağıdır.

HAYAT NEDİR

Eski zamanlarda Hint Imparatoru, satranc oyununu yaninda bir
mektup ile hediye olarak Pers İmparatoruna gondermistir. Mektubunda
oyunla ilgili hic bir aciklama yapmazken soyle bir mesaj yazmistir;

"Kim daha cok dusunuyor , Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi goruyorsa O kazanir. Iste hayat budur..."

Pers Imparatoru donemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu
mesaji paylasarak, ondan oyunu cozmesi ve kendisinin de karsilik
olarak Hint Imparatoruna hediye edilmek uzere baska bir oyun icat etmesini ister.

Vezir haftalarca calistiktan sonra gonderilen satrancin her tas
hareketini ve oyunu cozer daha sonra da on gunde tavlayi icad eder ve imparatora sunar.

Pers imparatorunun basveziri Buzur Mehir tarafindan 1400 yil once
tasarlanan tavla oyunu; dunyanin en populer oyunlarindan biridir.

Zaman kavramindan alinan ilhamla tasarlanan oyunun zamana
boylesine direnmesi son derece etkileyici. Senenin birligi olarak
tavla bir tanedir. 4 kosesi 4 mevsimi, tavlanin icindeki karsilikli 6'sar
hane 12 ayi, pullarin toplami ayin 30 gununu, siyah-beyaz pullar gece ve
gunduzu, karsilikli 12'ser hane gunun 24 saatini simgeler ..

Hint Imparatoruna satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavla
oyunuyla birlikte gonderilmek uzere soyle bir mesaj hazirlanir :

"Evet, Kim daha cok dusunuyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi
goruyorsa O kazanir. AMA BIRAZ DA SANS GEREKİR.
Iste hayat budur..."

SANS SiZDEN YANA OLSUN

kaynak?

23 Mayıs 2008 Cuma

Bir Fıkra

85 yaşında bir adam doğumhanenin kapısında beklemektedir.

Doğumhaneden çıkan doktor şöyle bir bakındıktan sonra yaşlı adama sorar:
-'içerde doğum yapan bayan yakınınız mı?'
-'Evet, eşim.'
-'Ama bayan 25 yaşlarında...'
-'Tamam işte, eşim o. Niye şaşırdınız, baba olamaz mıyım yani?'
-'Yoo, aklıma benim dedem geldi de.'
-'Nesi varmış dedenizin?'
-'Kendisi av meraklısı idi. sürekli ava çıkardı. Ancak yaşlanınca zorlanmaya başladı. Bir gün ava çıkacakken kendisini uyardık, aman yapma
dedecim, sen yaşlandın, ava gidemezsin diye. Kendisi israr etti ve hazırlandı. Eee, tabi yaşlılık, çıkarken tüfek yerine baston aldı eline. Ben de kendisiyle gittim. Ormanda bayağı yol yürüdükten sonra bir geyik gördük. Dedim ya, dedem yaşlı. Bastonu omzuna koydu, doğrulttu ve
geyiğe bastonla ateş etti.Geyik o anda vurulup yere düştü...'


-'Olur mu, başkası vurmuştur onu.'
-'Ben de onu demeye çalışıyorum...

22 Mayıs 2008 Perşembe

Alerji mevsimi başladı...



Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, mevsimsel alerjinin en sık rastlanan nedeninin polenler olduğunu belirterek, bahar aylarında polenlere bağlı alerjik sorunları olanların bazı tedbirler alması gerektiğini söyledi.
Özlü, AA muhabirine yaptığı açıklamada, toplumda yaklaşık her üç kişiden birinin alerjik bünyeye sahip olduğunu belirterek, "Alerji en sık rastlanan ve en önemli hastalıklar arasındadır. Alerjik kişilerin önemli bir kısmında mevsimsel sorunlar yaşanmaktadır" dedi.
Belli mevsimlerde kişide alerjik yakınmaların başladığını ya da var olan şikayetlerin şiddetinin arttığına dikkati çeken Özlü, sorunların sıklıkla bahar ve güz aylarında ortaya çıktığını söyledi. Mevsimsel alerjinin en sık rastlanan nedeninin polenler olduğunu dile getiren Özlü, "Soluduğumuz havada bulunan çayır, ağaç ve otların çiçek tozları, hassas kişilerde sorunların asıl nedenidir. Ancak, iklim koşullarındaki değişime ikincil olarak havada bulunan ev tozu veya küf mantarı gibi diğer bir çok alerjen yükü de sorunlara neden olabilmektedir" dedi.
Alerjik nezleli kişilerde art arda hapşırma, devamı nezle hali, burun akıntısı ve burun tıkanıklığı gibi rahatsızlıkların görülebileceğini kaydeden Özlü, alerjik göz nezlesinde de benzer şikayetler olabileceğini, gözlerde sulanma, kızarıklık ve yanma, dayanılmaz kaşıntı yaşanabileceğini söyledi.
Alerjik sinüzitle ilişkili olarak baş ağrısı, yüzde, alın bölgesinde ağrı, geniz akıntısı, devamlı yutkunma ve boğaz temizleme ihtiyacı gibi sorunlar olabileceğini belirten Özlü, "Astımlı hastalarda gece uykudan uyandıran nefes darlığı ve öksürük nöbetleri başlar, tıkanıklık ve nefes darlığı nedeniyle yol yürüme ve yokuş çıkma güçleşir. Alerjik
rahatsızlıklar kişinin günlük işlerini aksatır, yaşam kalitesini düşürür, sosyal uyumu bozar, verimini azaltır. Hasta ruhsal olarak da bu durumdan etkilenebilir, depresyon gibi sorunlar yaşayabilir" diye konuştu.

-"KIR, ÇAYIR VE ORMANDAN UZAK DURULMALI"-
Bahar aylarında polenlere bağlı alerjik sorunları olanların kır, çayır ve orman gibi polen yükü fazla alanlardan uzak kalmaya özen göstermeleri gerektiğini vurgulayan Özlü, "Özellikle sabah vakitleri ve rüzgarlı havalarda ev içinde kalmalı, pencere ve kapıları kapalı tutmalı, çamaşırları ev içinde kurutmalı, dışarıdan içeriye gelince giysileri
değiştirip duş almalı, gerekli hallerde maske, gözlük veya hava filtreleri kullanmalıdır" dedi.
Prof. Dr. Özlü, günümüzde alerjik hastalıkların teşhis ve tedavisiyle ilgili büyük gelişmeler olduğuna da işaret ederek, şunları söyledi:
"Kişinin alerjik bünyeye sahip olup olmadığı, alerjisinin neyle ilişkili olduğu, alerjik hastalığının hangi organda yerleştiği ve ağırlığı kolayca ölçülebilmektedir. Doğru bir teşhis sonrasında, kişinin duyarlı olduğu alerjenleri tanıyıp bunlardan kaçınması en iyi yaklaşımdır. Bu mümkün olmadığında alerjik reaksiyonları önleyip, kontrol altına alan, şiddeti azaltan, alerjik yakınmaları gideren, yaşam kalitesini düzelten tedaviler uygulanabilir. Kişinin alerjisine rağmen normal bir hayat sürmesi mümkündür."

Asena Akçay / AA

AĞIZ KOKUSU Nedir?

Nedir?

Halitosis denilen ağız kokusunun birçok nedeni olabilir. En çok görülen sebebi her gün dişinizi fırçalamamanız ve diş ipi kullanmamanızdır. Eğer yemek yedikten sonra oral hijyeninize dikkat etmezseniz ağzınızda bir miktar yemek artığı kalır. Bunlar bakteri ve küf biriktirerek kötü kokuya neden olur.

Kötü kokuya sarımsak ve soğan yemek de neden olabilir. Yiyecekler sindirilip kana karıştığında yemeklerden aldığımız maddeler, verdiğiniz nefesle birlikte ciğerlerinizden çıkarak havaya karışır. Yediğiniz tüm yemekler vücudunuzdan atılana kadar kötü ağız kokusuna neden olabilir.
Nasıl Oluşur?

•Plak nedeniyle oluşan diş çürüğü ve diş eti hastalığı (Plak; mukus, tükürük, yemek artıkları ve bakterilerden oluşan yapışkan bir maddedir.)
•Tütün ürünleri kullanmak.
•İlaçlardan, tükürük bezi problemlerinden ya da ağızdan nefes almaktan kaynaklanan ağız kuruluğu (Bu durum ağzınızın temizlenmesi için yeterli tükürüğünüzün olmadığı anlamına kalır.)
•Düzensiz yemek yemek
•Ülsere neden olabilen bakterilerden kaynaklanan enfeksiyon (H. pylori)
•Ağız enfeksiyonları
•Soğuk algınlığı, sinüzit, bronşit ve bademcik iltihabı gibi diğer enfeksiyonlar
•Diyabet, karaciğer ya da böbrek hastalıkları ve gastrointestinal problemler gibi diğer sorunlar
Kötü Ağız Kokum Olduğunu Nasıl Bilebilirim ?

Nefesini kontrol etmenizin en kolay yolu şudur:
Parmağınızı yalayın ve tükürüğünüzün kurumasını bekleyin. Daha sonra kuruyan kısmı koklayarak nefesinizin nasıl olduğunu anlayabilirsiniz.
Nasıl Teşhis Edilir ?

Eğer ağız kokusuyla ilgili bir şikayetiniz varsa diş hekiminize danışın. Doktorunuz ağzınızı, diş çürüklerini, plakları ve diş eti hastalıklarının olup olmadığını kontrol eder.

Eğer hekiminiz ağzınızı sağlıklı bulursa sizi, ağız kokusuna neden olabilecek tıbbi sorunları kontrol etmesi için başka bir doktora yönlendirebilir.
Ağız Kokusunu Nasıl Önleyebilirim ?

Öncelikle şu yöntemleri deneyiniz:

•Dişlerinizi daha iyi temizleyiniz. Dişlerin arasına sıkışan yemek artıkları pis kokulu plakların oluşmasına neden olur. Florür içeren bir diş macunuyla günde iki kez 2 dakika boyunca dişlerinizi fırçalayın ve günde bir kez diş ipi kullanın. İki diş arasını her temizleyişinizde diş ipinin temiz bölümünü kullandığınızdan emin olun.
•Koku üreten bakterileri temizlemek için dilinizi, özellikle de arka bölümünü, fırçalayın.
•Daha fazla su için. Sabahları oluşan kötü ağız kokusunun sebebi, geceleri vücudunuzun suyu tüketmesidir. Eğer fazla su içmezseniz nefesiniz ekşiyebilir.
•Diş çürümelerine karşı florür ya da anti-bakteriyel içeren suyla ağzınızı çalkalayın.
•Sigara, kahve, alkol, soğan ve sarımsaktan uzak durun.
•Dişlerinizi fırçalayamazsanız, şekersiz sakız çiğneyin. Böylece asidin etkisini yok eden tükürük salgınız çoğalır ve plakların yok edilmesine yardımcı olarak nefesinizi temizler. Tatlandırıcı Xylitol içeren cikletler bakteri gelişimini engellemeye yardımcı olur.
•Çay içmeyi deneyebilirsiniz. Laboratuvar çalışmaları, siyah ve yeşil çayın, ağızdaki kötü kokunun sebebi olan kimyasalları üreten bakterileri engellediğini ortaya koymuştur.
•Eğer protez diş kullanıyorsanız, onları geceleri çıkarın ve iyice temizleyin. Mümkünse, uyurken ıslak kalmasını sağlayın. Küf , mantar ve bakterilerden temizlenmesi için onu protez temizleyici bir sıvının içinde bırakın. Ağzınızdaki, protezin temas ettiği, her bölgeyi fırçalamayı unutmayın.
•Check-up ve temizlik için düzenli olarak diş hekiminize ve dental hijyenistinize başvurunuz.. Böylece diş eti hastalıklarınızı ve diğer dental problemlerinizi kontrol edebilirler.
•Ağız kokunuzu geçici olarak engellemek için gargara yapabilir veya diğer nefes temizleyicileri kullanabilirsiniz. Ancak nefesinizi temizlemek için başka bir şeyi devamlı olarak kullanmanız gerekirse, nedenleri ortaya çıkarması için öncelikle diş hekiminize başvurun.

Eğer daha iyi bir diş bakımı nefes kokunuzu iyileştirmiyorsa, kötü kokunun diğer muhtemel sebeplerini değerlendirmesi için doktorunuzla irtibata geçin.

kaynak?

Çay

"Zamanın birinde büyük bir imparator yaşarmış. Bu imparator çok uzak bir diyarda, Çin'de, hükmünü sürermiş. Güzel bir günün, güneşli bir öğle vakti, çiçeklerle bezeli bahçesinde dolaşırken, o zamana kadar hiç duymadığı esrarengiz bir kokuyla karşılaşmış. Bu koku öylesine hoşuna gitmiş ki, hemen yanına hizmetlilerini çağırıp, kokunun kaynağını bulmalarını buyurmuş. Meğerse koku, kaynayan bir suyun içine kazara düşen yemyeşil ve küçük yaprakçıkların haşlanması sonucu oluşmuş. 'Kokusu bu kadar güzelse, tadı kim bilir nasıldır?' diye düşünen imparator, çayın tadına bakmış…"

Bu efsanenin ne kadarının doğru olduğu bilinmiyor. Ancak bilindiği kadarıyla çay, keşfedildiği günden itibaren Çin'de bambaşka bir kültür oluşturup, apayrı felsefelerin kapısını aralamıştır.
Yüzyıllardır Uzak Doğu'da yaygın tüketilen bu içecekle Avrupalının buluşması ise, ancak 17. yüzyılda gerçekleşir. Buna rağmen, özellikle İngilizlerin çayı benimsemesiyle birlikte, çay bütün dünyada kısa zamanda yaygınlaşır. Ticari açıdan önem kazanmaya başlayan çayın Assam ve Seylan Adası'nda bahçeleri oluşturulur.
Çayın bu uzun tarihçesinin içerisinde Türkiye'nin çayla tanışması 1787 yılında gerçekleşir. Japonya'dan getirilen çay tohumları, ilk olarak Bursa civarına ekilir. Ancak, iklim şartlarının olumsuzluğu nedeniyle bu girişim başarısızlıkla sonuçlanır.
Buna rağmen, 1917 yılında zamanın Halkalı Ziraat Mektebi Alisi Müdür Vekilliği yapmış olan botanikçi Ali Rıza Erten, yapmış olduğu teknik çalışmalar sonucunda 16.02.1924 tarihinde Rize'de çay yetiştirilmesi için meclisten onay alır. Böylece günümüz çay üretiminin temelleri atılmış olur. 1947'de kurulan ilk fabrika ile üretim hızlanır. Türk insanı çayla geç tanışmasına rağmen, bu sıcacık içeceği kısa zamanda benimser ve çayın Türk kültüründeki yeri giderek büyür.
Türkiye, bugün çay tarımı alanlarının genişliği bakımından üretici ülkeler arasında 6. sırada bulunmaktadır. Kuru çay üretimi bakımından 5. olan Türkiye, yıllık kişi başına tüketim oranı ile dünyada 4. olarak yer almaktadır.
Dünyaca ünlü Avustralyalı şair Peter Altenberg tarafından "ruh banyosu" olarak tanımlanan çay, günümüzde sudan sonra en çok tercih edilen içecektir.

ÇAY DEMLEME SÜRESİ

Her çayın demleme süresi farklı olmakla birlikte ülkemizde kullanılan fermante siyah çaylar için ideal süre 5 dakika.

* İyi bir çay demlemek için üç şey gerekli: Su, çay ve çay takımı... Çay ne denli iyiyse, sert ve kireçli suya karşı o denli hassas bir tepki gösterir. Stephan Reimertz,
'Çayın Kültür Tarihi' adlı kitabında dördüncü unsur olarak havayı da ekliyor. ( Karadenizli Özelikle Giresun'un Kümbet beldesinde yaşayan hemşehrilerim bu konuda çok şanslı )

* Çay demliğinin metal olmaması ve deterjanla yıkanmaması gerekir. Demlik; toprak, porselen ya da cam olabilir. Gümüş bir çaydanlık kullanıyorsanız bunun içinin porselen olmasına özen gösterin.


* Çayı sıcak ve nemli ortamlardan uzak tutun. Kavanozda saklayın ancak uzun süre bekletmeden taze iken tüketin.

* Çayı asla bekletilmiş suyla demlemeyin. Aksine mineraller açısından zengin bir suyla çok güzel çay demleyebilirsiniz. 10 saniye gibi kısa bir zamanda kaynayan su ile çayınızı demleyin.

* Kaynayıp soğumuş suyu tekrar kaynatarak çay demlemeyin.


* Demliği önceden ısıtın, çünkü su dökülürken demlik öyle ısı kaybeder ki, çayı çay yapan reaksiyon gerçekleşmez.


* Uzmanlar 100 ml su için 2 gr çay öneriyorlar.


* Her çayın demleme süresi farklı olmakla birlikte ülkemizde kullanılan fermante siyah çaylar için ideal süre 5 dakika.


Çayı kimler buldu?

Binlerce yıl önce Çin"in ilk imparatorlarından Shen Yung çay bitkisinin tesadüfen sıcak suya düşmesine şahit olur. Bunun büyüsüne kapılır ve sürekli çay içer. Avrupa çayla 1600"lü yıllarda tanışır.

Günde ne kadar çay içiyoruz?

Lipton Ürün Müdürü Zeynep Dikeç"in verdiği bilgiye göre Türkiye"de çay, sudan sonra en çok tüketilen ikinci içecek. Nüfusun yüzde 96"sı her gün çay içiyor. Türkiye"deki pazarın yüzde 83,8"ini demleme çaylar oluşturuyor.

Peki günde kaç bardak çay içmek ideal?

Orta demde 10 bardak çay içebilirsiniz. Ama daha fazlası kabızlık yapar.

Çayın beyazı olur mu?

Schiller Chiemsee Genel Müdürü Alp Güven hafif ve yumuşak içimli beyaz çayın Çin"in Minjiang Nehri"nin verimli sularıyla beslenen Fujian Dağları"nın durgun ikliminde yetiştiğini söylüyor. Kafein miktarı düşük bir çay, meyvemsi tadı var. Nadir olduğu için fiyatı pahalı. Şöyle söyleyelim; pek çok şeyin çok ucuza satıldığı Çin"de beyaz çayın kilosu 150 dolar. Türkiye"de Schiller Chiemsee ve Lipton"da bulabilirsiniz. Bu çayın kanserden koruduğu, damar sertliğine iyi geldiği belirtiliyor.

Bitki ya da meyve çayı açık satın alınabilir mi?

Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdem Yeşilada "Açıkta satılan bitkilere güvenilmez" diyerek şöyle devam ediyor? "Kesinlikle satın almayın. Gerçek bitki olmayabilir, zehirleyebilir. Ya etkisiz ya da zararlıdır. Örneğin açıkta satın aldığı papatya çayından zehirlenen var. Bitki sağlıklı koşullarda mı yetiştirildi? Yol kenarından toplanmış olabilir. Egzozdan çıkan kurşun olabilir, nasıl kurutuldu bu da önemli."

Çay yararı nedir, kimler içmeli?

Siyah çay kafein nedeniyle enerji sağlar, antioksidandır vücudun yaşlanmasını önler. Ayrıca şekersiz içilmesi kaydıyla diş çürümesini engeller. Enerji nedeniyle kalp tansiyon ve mide hastalarına içmesi önerilmez.

Yeşil çayın antioksidan etkisi siyah çaya göre daha yüksek. Ayrıca yağ yakıcı etkisi var. En önemli özelliği ise antikanser etkisi. Çin"de yapılan araştırmaya göre yeşil çay içenler arasında meme ve pankreas kanserinde yüzde 50"ye var daha azalma tespit edilmiş. Uzmanlar hamilelerin yeşil çay içmesini uygun görmüyor.

Peki hangi bitki çayı neye yararlı?

Erdem Yeşilada "Bitki çayıyla tedavi olmaz, bazı şeylere yardımcı olur" diyerek bitkilerin özelliklerini şöyle sıralıyor:

Ihlamur: Soğuk algınlığını geçiremezsin ama iltihap giderici özelliği var ve şikayetleri azaltır.

Ekinezya: Etkili bileşenleri suda çözülmez. Çay olarak kullanılmaz.

Papatya: Sakinleştiriyor.

Yasemin: Etkisi yok, keyif çayı.

Zencefil: İltihap giderici. Safra söktürür, hazmı kolaylaştırır. Safra taşı olanlarda ve safra kesesi olmayanlarda ağrı yapar. Hamileler günde en fazla bir bardak içebilir.

Tarçın çayı: Şeker düşürücü etkiye sahip.

Meyve çayları: Aromalı keyif çayı.

Nane çayı: Tıbbi nane sindirimi kolaylaştırır.

Rezene: Sindirimi kolaylaştırır, gazı giderir.

Form çayları gerçekten zayıflatıyor mu?

Bu sorunun yanıtını yine Prof. Dr. Erdem Yeşilada veriyor: "Form çaylarına güvenmem. Vücuttaki sıvıyı attırmaya yarar. Kadınlar tonlarca krem alıyor antiaging için sonra zayıflama çayıyla vücuttaki suyu atıyor. Dibi delik bir havuzu doldurmaya çalışmak gibi bir şey. Kimse içmemeli. 7-8 günden fazla bağırsak yumuşatıcı kullanılmaz çünkü kolon kanserine davetiye çıkarabilir. Bu çaylar da böyle bir tehlikeye sahip."

Çayı süt ilave ederek mi içmeli yoksa limonla mı?

Prof. Dr. Erdem Yeşilada kesinlikle uyarıyor: "Sütle çay içilmez." Neden? "Sütlü çay hazmı en zor besinlerden biridir. Sütte protein, çaydaki içindeki maddelerle birleştiğinde protein kompleksi meydana getiriyor" diyor. Yeşilada çayı limonla içmenin zararı olmadığını söylüyor.

Earl Grey sadece çay adı mı?

Bergamot aromalı çay türü olarak tanıdığımız Earl Grey aslında İngiltere başbakanı. 1830-34 yılları arasında İngiltere"de Başbakanlık yapan Earl Grey"in bu çayı diplomatik bir hediye olarak aldığı rivayet edilir. Nasıl bir diplomatik hediye diye sorarsanız; Grey"in adamları bir Çinli"nin oğlunu boğulmaktan kurtarınca onlara Çinliler tarafından çay hediye edildi. Earl Grey bu çayı o kadar beğendi ki çay tüccarı Twinings şirketinden buna benzer bir çay hazırlamasını istedi. Böylece Earl Grey ortaya çıktı.