30 Kasım 2007 Cuma

Bunları Biliyor musunuz ?


Ünlü besteci Beethoven'in son bestesini, sağır olarak yaptığını...

Paris'teki Versailles Sarayı'nın 1300 odası olduğunu ve hiç tuvaletinin olmadığını...

Bir çift sineğin sadece nisan-mayıs aylarında bıraktıkları yumurtaların tamamından sinek çıksa idi, dünyayı 14 metre kalınlığında bir sinek tabakası kaplayacağını...

Eyfel kulesinin yapımında toplam 6400 ton ağırlığında 18.100 adet demir parçası kullanıldığını...

Süleymaniye camiinin 4 minaresi olmasının sebebinin, Kanuni'nin İstanbul'un fethinden sonraki dördüncü padişah; bu dört minaredeki on şerefenin de Osmanlının onuncu padişahı olduğunun bir işareti anlamına geldiğini...

Bir insandaki toplam damar uzunluğunun 150 bin km. ve dünya ile güneş arasındaki mesafenin de 150 milyon km. olduğunu...

Osmanlı sultanlarının ve bazı alimlerin başlarındaki kavukların, kefenlerinden oluştuğunu, sık sık ölümü hatırlayıp ona göre karar verdiklerini, ayrıca öldükleri zaman hemen başlarındaki kefenle defnedildiklerini...

Bir futbolcunun topa her kafa vuruşunda, beyninden 1000(bin) hücrenin öldüğünü...

Ortalama bir insanda 30.000-100.000 adet saç olduğunu, hergün yaklaşık 100 tanesinin döküldüğünü...

İnsan vücudunun her 7 yılda -ölen hücrelerin yerine yenisi gelerek- tamamen yenilendiğini...

Amerikan halkının %60'ının ülkelerini, dünya haritasında bulamadıklarını...

0(sıfır)'ı müslümanların bulduğunu...

Dünyaya her yıl düşen yağış miktarının eşit olduğunu...

Beşiktaş kulübünün kuruluşundaki Kırmızı-Beyaz renklerinin, Balkan savaşındaki mağlubiyetten sonra Siyah-Beyaz olarak değiştirildiğini...

Galatasaray kulübünden, yıllar önce bir grubun ayrılıp 'Güneşspor' u kurduğunu...

Fenerbahçe Kulübünün ilk adının 'Siyah Çoraplılar' olduğunu...

İbni Sina'nın göz ameliyatı yaptığını...

17 Ağustos 1999'da sabaha karşı 02:58 civarı 7.4 şiddetinde, gece büyük bir deprem yaşadık. Kur'an-ı Kerim'in 7inci (A'raf) suresinin 4üncü ayetinde sanki bu depremin anlatıldığını... ("Biz nice memleketler halkını helâk ettik ki onlara azabımız, gece yatarlarken, yahut göndüz istirahat ederlerken gelmişti" Kur'an-ı Kerim(7/4))

Faik YILDIZ

Kır Çiçeğim

Açma kır çiçeğim koparırlar
Benim olmazsan eller kokarlar
Koktukları gibi kalmaz
Benim gibi seni de yakarlar
Islak dudağımın olamazsın
Sevmeye sevilmeye doyamazsın
Bu dünyadan gitsen de
Gönül dalında onamazsın
Bilmem bir daha sinsice bakarmısın
Sanmıyorum bağrımı yakarmısın
Eller gibi sende
Kulağına güller takarmısın
Bir gün bir yabana verirler
Geçte olsa arkandan gelirler
Sen solduktan sonra
Evlen kızım derler
Sevdiğinin dünyası karardı mı
Senin gibi güler sarardı mı
Çekilir mi be bir tanem
Güneş batıp ta, hava karardı mı
Bir sen vardın aldılar
Arkama bilmem taş mı sardılar
Çekemez oldum dünya gamını
Bu dünyada kavuşanlar kaldılar
Bir gün olur duramaz açarsın
Gönlünü kaptırıp kaçarsın
Arkandan feryat saçarsın
Açma kır çiçeğim
Bana bilmem neden bakarsın
 
 
Faik YILDIZ
Antalya, 1985
 

TV gözü bozmaz

TV ve bilgisayar, gözü bozmaz


Göz hastalıkları ve tedavisi hakkında toplumda yerleşmiş birçok düşüncenin yanlış olduğu bildirildi.


Yanlış bilgilerin beraberinde mağduriyeti getirdiğini belirten Acıbadem Bursa Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Haluk Ertürk, hiçbir şikâyet olmasa dahi yılda en az bir kez göz muayenesi olunması gerektiğini söyledi.

Gözlük kullanımı ile ilgili yanlış bilinenleri anlatan Prof. Dr. Ertürk şu örnekleri verdi: "Dinlendirici gözlük diye bir gözlük yoktur. Gözlük rakamlarla ifade edilen değerlere sahiptir ve takıldığı zaman görmeyi daha iyi yapıyorsa kullanılmalıdır. Uzak gözlük devamlı, yakın gözlük ise yalnızca yakın mesafe çalışmalarında kullanılır. Gözün gözlüğe alışması diye bir kavram yoktur. Kişi iyi görmenin ne olduğunu anladığı için gözlükten vazgeçemez. Numara değişikliği ancak muayenede belli olur. Hipermetrop olan çocuklarda büyüme çağında numarada azalma, miyoplarda ise numarada artma gözlenir. Gözlük takmak veya takmamak gözlük numarasının ne azalmasına ne de artmasına neden olur. Ancak çocuk yaşta görmenin gelişmesi açısından mutlaka takılması gerekir. Yanlış numara kullanımı gözü bozmaz, ancak takıldığı anki görmeyi bozar."

'LENS GÖZ İÇİN ZARARLIDIR' İNANIŞI YANLIŞ
Dr. Ertürk'ün verdiği bilgilere göre, gözlük ihtiyacını ortadan kaldırmak için 20 yaş üzerinde yapılan lazer tedavisi gözü çizmez. Yalnızca belli bir kalınlıktaki kornea dokusunu buharlaştırarak ortadan kaldırır. Laser ile katarakt cerrahisi diye bir cerrahi müdahale yoktur. Lazer ile şaşılık tedavisi diye bir tedavi yoktur. İyi görmek göz sağlığının garantisidir diye bir inanış doğru değildir. Glokom hastaları bu yanlış inanışa örnek olarak gösterilebilir. Glokom (göz tansiyonu) hastaları hastalığın son aşamasına kadar iyi görebilir. Görme sonradan azalmaya başlar ki bu aşamada geri dönüşü söz konusu olmaz. Glokom yalnızca rakamsal değerin ifadesi ile tanımlanmamaktadır. Önemli olan bir noktada görme sinirinin durumudur. Rakamsal değeri normal olarak bilinen değerlerde olmasına rağmen glokom olan kişiler de vardır. Bu nedenle sınır tanımlaması her zaman büyük yanılgıları ortaya çıkarır.

Televizyon ve bilgisayarın gözü bozduğu doğru değildir. Yalnızca, ışığa bakılmasına bağlı olarak göz yüzeyindeki gözyaşında kuruma olacağı için yanma, batma, kızarma ve refleks sulanma olur. Katarakt cerrahisi görmeyi olduğu gibi eski haline getirir. Görmenin iyi olabilmesi için retina tabakasının sağlıklı, kişinin görme potansiyelinin iyi olması lazımdır. Göz dibi hastalıklarında ve tembel gözlerde görme artışı olmayabilir. Lens göz için zararlıdır inanışı yanlıştır. Uygun yere uygun lens takılması hiçbir zaman zararlı değildir. Uyku bozuklukları kesinlikle bir göz hastalığı değildir. Uyku beyinsel bir fonksiyondur ve gözler yalnızca olaya katılır.

kaynak.. milliyet

Halk dilinde hastalık adları

Tıp dilinde farklı şekilde adlandırılsa da bir çok hastalık halk arasında ilginç isimlerle biliniyor.

Beyne giden sinirlerin görevlerini zamanla yerine getirememesinden kaynaklanan "retinitis pigmentosa"ya halk arasında "tavuk karası", "tüberküloz"a "ince hastalık", "glokom"a ise "karasu" deniliyor.

"Antibiyotik" isimli tıp dergisinde yayınlanan habere göre, halk arasında ilginç isimlerle adlandırılan bazı hastalıkların tıp dilindeki karşılıkları şöyle:

-Tavuk karası: Tıptaki adı "retinitis pigmentosa" olan hastalık, beyne giden sinirlerin görevlerini zamanla yerine getirmemesinden kaynaklanıyor. Küçük yaşlarda fazla belirgin olmayan, ancak yaşın ilerlemesiyle birlikte belirmeye başlayan hastalık, zaman ilerledikçe körlüğe kadar gidebiliyor.

-İnce hastalık: Tıp dilinde "tüberküloz" ya da "verem" olarak bilinen hastalık, akciğerlere yerleşip kan veya lenf yoluyla yayılabiliyor. Günümüzde tedavisi mümkün ve korunulabilir bir hastalık olmasına karşın, hala en çok ölümle sonuçlanan bulaşıcı hastalıklardan biri olma özelliğini koruyor.

-Gut: Halk arasında "kralların hastalığı" olarak bilinen bu rahatsızlık vücuttaki ürik asit düzeylerinde oluşan sorundan kaynaklanıyor. Ürik asidin kristalize olup eklemlere çökelmesiyle oluşan hastalık, ayak başparmağı büyük ekleminde cereyan etmekle birlikte eller, kollar ve diğer eklem yerleri de etkilenebiliyor. Tedavi edilmezse böbrek rahatsızlıklarına, sakat eklemlere, kemik ve tendonlarda iltihaplanmaya neden olabiliyor.

-Karasu: Tıpta "glokom" olarak adlandırılan hastalık, göz tansiyonu anlamına geliyor. Göz içi tansiyonun normal değerleri aşması halinde sinir hücrelerinde kayıplar oluşmaya başlıyor. Sinirlerin tamamen tahrip olması durumunda da görme kaybı meydana geliyor.

-Bayılma: "Senkop" denilen bu durum, aniden gelişen, dolaşım yetmezliğine bağlı, beynin kısa süreli kansız kalması sonucu ortaya çıkan geçici bir bilinç kaybı. Kan basıncının düşmesi, açlık, ani sevinç, üzüntü ya da şaşkınlık, kapalı ve havasız ortamlarda uzun süre kalma gibi nedenlerle oluşabiliyor.

-Baloncuk: Tıp dilinde "anevrizma" denilen durumdur. Temiz kan taşıyan damarlarda oluşan genişlemelerden kaynaklanır. Beyin anevrizmaları ani kanamalarla zaman zaman dramatik sonuçlar doğurabilir.

-Dolama: Tıp dilinde "paronychia" olarak bilinen rahatsızlık, parmağa cisim batması sonucu tırnak dibinde meydana gelen iltihaplanmadan kaynaklanır. Başlangıçta kızarıklık ve hafif ağrıyla kendini gösterirken, daha sonra içi su dolu sivilceye dönüşür. Kan zehirlenmelerine neden olduğu için doktora görünmekte fayda vardır.

Kuru temizleme

Kuru temizleme nasıl yapılıyor?

Giysilerinizi evde çamaşır makinesinde yıkarken kirleri çözen madde sudur. Ancak örneğin yünlü kumaşlarda olduğu gibi, birçok kumaş türünde su etkili olamayabilir.

Kuru temizlemede suyun yerine bir petrol ürünü kullanılır. İnsanlarda ıslaklık, suyla temas anlamında algılandığından bu işleme kuru temizleme denilmektedir. Aslında olay kuru ortamda yapılmamaktadır.

Joly Belin adında bir Fransız, kazara giysisinin üzerine kero-sen dökmüş ve bunun giysisinin üzerindeki lekeyi temizlediğini hayretle görmüştü. Bu işin üzerine giderek 1840'h yıllarda Paris'te ilk kuru temizleme işletmesini açmıştı.

Başlangıçta kuru temizlemede çözücü madde olarak gaz veya kerosen kullanılıyordu. Günümüzde ise hemen hemen tüm dünyada 'perkloroetilen' veya kısaca 'perk' diye tanımlanan bir çözücü kullanılmaktadır.

Elbiseler, kuru temizleyicide su yerine bu çözücü ile yıkanır. Çözücü buharlaşmasın, havayı kirletmesin ve tekrar kullamla-bilsin diye her seferinde bir yerde toplanır. Bu şekilde temizlenen giysiler, ütülenince yeni gibi dururlar.

Kuru temizleme yapılan giysileri eve getirdiğinizde, beraberinde baş ağrısı ve mide bulantısı riskini de getirdiğinizi unutmayın. Kuru temizlemede kullanılan bu 'perk' isimli madde çok toksik olup, vücudumuzun önemli organları ve sinir sistemimiz üzerinde zararlı etkileri vardır.

Havada milyonda yüz partikül olunca zararlı etkileri görülmeye başlanılan bu çözücünün oranının, kuru temizleme yapılmış bir giysinin, kapalı bir arabaya konulup, on beş dakika tutulması ile milyonda 350'ye ulaştığı tespit edilmiştir.

İster inanın, ister inanmayın birçok kumaş türü kuru temizleme gerektirmez. Kuru temizlemenin tek avantajı kumaşların çekmelerine ve şekillerini kaybetmelerine yol açmamasıdır.

Üretici firmaların, giysilerin etiketlerine 'sadece kuru temizleme' şeklinde ikaz yazmalarının ana sebebi, garanti süresince geri almak zorunda oldukları giysileri, çekme ve deformasyon tehlikesinden korumak içindir. Özellikle ipek ve suni ipekten yapılmış giysiler güvenli bir şekilde elle yıkanabilirler.

kaynak?

Sıcak su

Çinliler çok sıcak su içerler … Bol Sıcak Su …. Bütün gün ve her gün ! NEDEN bol sıcak su? Çay veya su bazla içeceklere benzemeyen şekilde, bol su mide yüzeyinde kan akımına direkt olarak emilen birkaç maddeden biridir. Beden suyu diğer bileşenlerden ayırmak zorunda kalmaz. NEDEN Sıcak Su? Çinliler, 40 yaşından sonra oda sıcaklığından daha soğuk olan hiçbir şeyin bedenlere alınmaması gerektiğine inanırlar. Çünkü normal yaşlanma fiziksel değişimler üretir: a) Kan damarları daha az elastik olur ve içindeki birikim nedeni ile çapı küçülebilir, bu nedenle yüksek kan basıncı oluşabilir ve kan dolaşımı problemleri ortaya çıkabilir (dondurma başağrısı sendromu) b) Sindirim sistemi (büzgen kas, barsaklar ve kolon) da daha az elastik olur, sindirim sorunlarına ve kabızlığa neden olur. Çinliler soğuk içecekler içtiğiniz veya soğuk besinler yediğiniz zaman içsel organların daha fazla büzüldüğüne, mevcut problemleri daha da kötüleştirdiğine inanıyor. Yağlı bir tavayı soğuk suda yıkamaya çalışın. Yağlar donar ve yapışır. Ama aynı tavayı SICAK suda yıkarsanız, yağı çözer ve uzaklaştırır. Bedenimiz yağları içerir. Sıcak su sistemimizi temizler. SICAK SUYUN Faydaları :

1 - Bedenin doğal serinletme sistemini çalıştırır. Bu kan dolaşımında artışa neden olur.

2 - İç organları ve kaburga kafesinin etrafındaki kasları gevşetir, daha derin nefes almanızı sağlar.

3 - Mide asidi etkilerini rahatlatır ve asit reflu semptomlarını rahatlatır.

4 - Sulanmayı ve besinlerin emilimini artırarak sindirime yardımcı olur.

5 - Kabızlığı giderir.

6 - Kilo verme : yemeklerden yarım saat önce içilen sıcak su iştahı azaltır ve kilo vermeyi hızlandırır. Nefes tekniği ile birleştirilirse, yağ yakmak için hiper - oksijenleşme sağlar.

7 - Soğuk algınlığı, gribin süresini kısaltır, zatürreeyi önler. NE KADAR İÇMELİ ? NE KADAR SICAK OLMALI ? NE KADAR SIK İÇMELİ ?

Günde 3 kez 1 fincan için, kahve sıcaklığında. Daha fazlası daha iyidir. Dr. Susan Lee-Smith RN, PhD,

Yalanı Yakalamanın 10 Yolu

Eğer karşındakinin bazı hareketlerinden yalan söylediğinden şüphe ediyorsan, bunların ne anlam ifade ettiğini de iyi bilmelisin.

1- Tutarsızlık
Eğer birinin yalan söylediğini anlamak istiyorsan yaptıkları ile anlattıkları arasında tutarsızlık olup olmadığına bakabilirsin.

2- En ummadığı soruyu sor
Yalan söyleyen insanların her zaman iyi bir hikayesi vardır ve sizin ne sorabileceğinizi bilerek yanıt verirler. İnternetteki web yalanlarını yakalamak için yalan söylediğiniz kişiyi iyice izleyin. En umulmadık bir anda hazır olmadıkları bir konuda bir soru yöneltin.

3- Davranışlarını değerlendir
Yalanın en önemli göstergelerinden biri davranışlardaki değişiliktir. Genel olarak heyecanlı olan biri sakinse veya sakin biri heyecanlıysa dikkat edin farklı birşeyler oluyor demektir.

4- Duygulardaki samimiyetsizlik
Çoğu insan sahte gülümseyemez. Zamanlama hatası vardır ve normal gülümsemeden çok daha uzun sürer veya diğer davranışlarla karışır. Bazen kızgın yüzle, gülümseme iç içedir. Dudaklar doğal gülümsemeden daha küçük ve daha cansızdır.

5- İçten gelen tepkilere dikkat
İnsanlar genellikle yalanlarını geçiştirirken şöyle der; "İçten gelen bir tepki veya kadına, erkeğe özgü bir sezgi" ama bu doğru duyguların sapmasından başka bir şey değildir. İçgüdüler yalanların açıklamasında inandırıcı değildir.

6- Çok küçük hareketleri izle
Çok küçük hareketler, mimikler ifadelerin ön açıklamasıdır. Genellikle ikinci dakikanın 25. sn civarında bir gizli duyguyu anlatır. Yani bir kişi çok çok mutlu görünüyorsa, gerçekte bazı şeyler için üzülüyor olabilir. Gerçek duygusunun anlaşılmasından duyduğu korku bir an için yüzünde belirir. Gizlenen korku, mutsuzluk, kızgınlık, kıskançlık her neyse bir göz kırpması anı kadar kısa sürede yüze yansır. Bunu yakalamak büyük bir hünerdir. Yapılan araştırmalarda hemen hemen katılanların % 99'u bu mikro mimikleri, işaretleri göremedi fakat bu bir saatten daha kısa zamanda öğrenilebilir. Mikro hareketler sebebi söylemez. Sadece gizlenen bir duygu olduğunu gösterir.

7- İnkar etme
Yalan söyleyen kişinin hareketleri, söyledikleri, ses tonu, mimikleri birbirini tutmaz. İnkarı gösteren bazı davranışlar vardır.

8- Endişe veya tedirginlik
Karşınızdaki konuşurken gözlerinize bakamıyorsa ve bu onun her zaman ki hali değilse yalan söylediğinden şüphelenebilirsiniz. Uzağa bakıyor, terliyor ve tedirgin, endişeli bakıyorlarsa hiçbirşey normal değildir.

9- Çok çok fazla detaycılık
Eğer birisine "Nerede kaldın?" diye sorduğunuzda karşınızdaki "Markete gittim ve yumurta, süt, şeker almam gerekiyordu ve bir köpeğe çarptığım için çok yavaş gitmek zorunda kaldım" gibi detaylı olarak birşeyler anlatıyorsa yalan söylediğinden şüphelenebilirsiniz. Çok fazla detay, onları içinde bulundukları durumdan kurtulmak için düşünülen bütünlük içeren bir yalan olabilir.

10- Gerçeği görmemezlikten gelme
Birisine gerçeği anlatmak yalan söylemekten daha fazla kabul edilir. Herkesin bildiği bir şeyin arkasına sığınarak yalan söylenebilir. Böylece insanların kafası karışır ve söylenilenin doğru olabileceği düşünülür.

Ekstra bir madde daha; Güvenilir ol
Yaşamda eğer bir seçim yaptıysak sağlam durmak zorundayız. Eğer yalanlarla yaşayı seçerseniz hayattan çok zevk almayabilirsiniz ancak bu her zaman mutsuz olacağınız anlamı taşımaz. Eğer doğrularla yaşamayı seçerseniz hayattan çok fazla memnuniyet duyarsınız ancak bu zaman zaman olumsuz gelişmeler yaşamayacağınız anlamına gelmez. Genel olarak her zaman yalan söylemekten çok güvenilir olmak çok daha iyidir.

Çekicilik

Çekicilik için gözünün içine bakıp, gülümseyin

Fiziksel özellikler değil, gözünün içine bakmak kişiyi çekici kılıyor...

İngiltere’de yapılan yeni bir araştırma, kişiyi, fiziksel özelliklerinin değil, karşısındakinin doğrudan gözünün içine bakmasının ve gülümsemesinin çekici kıldığını ortaya koydu.

Her şeyin gözlerde olduğunu belirten araştırmacılar, bir kişinin gözlerinin içine bakmanın kişiyi daha da çekiciği kıldığını belirtiyor.

Aberdeen Üniversitesi Yüz Araştırmaları Laboratuvarı tarafından yapılan araştırma, çekiciliği, simetrik yüzlerin, kadınlarda büyük kalçaların ve erkeklerde güçlü çene hatlarının tercih edilmesi gibi fiziksel özelliklere bağlayan önceki çalışmalara meydan okuyor.

“Royal Society of Proceedings” dergisinde yayımlanan araştırmayı yapanlardan doktor Claire Conway, “Göz içine bakmak ve gülümsemek sizi daha çekici yapıyor” diye konuştu.

Conway ve meslektaşları, araştırmalarında çekicilikte göz etkisini, yüz ifadelerini ve cinsiyeti analiz etti. Araştırmaya katılanların, mutlu yüzlerden, gözlerinin içine doğrudan bakanlardan ve karşı cinsten daha çok etkilendiği tespit edildi.

Çekici yüz özelliklerine örnek verilmesi istendiğinde birçok kişinin, sağlıklı görünen cilt ve güçlü bir çene hattı gibi fiziksel özellikleri aklına getirdiğini belirten araştırmacılar, bu noktada, gözün içine bakmanın da çekicilik için önemli olduğunu göstermek istediklerini ifade etti.

Doğrudan göze bakanların, kaçamak bakış atanlardan daha çekici olduğunu belirten araştırmacılar, bunun, çekiciliğin yalnızca fiziksel güzellik olmadığını gösterdiğini bildirdi.

kaynak?

On Emir

Akli disarida birakan hiçbir insan iliskisi turu yoktur. Hiçbir iliski turu de sirf akil uzerine kurulmus değildir. İliski, dunyanin en zor isidir; ancak "oluruna" birakilabilir. İste "bu isin oluru“ için 10 emir:

1-Kabulleneceksin! İki seyi kabulleneceksin. Birincisi "Aramizda iktidar problemi olmasin sekerim" gibi girisimler tamamen hayalcidir; kabul edeceksin. İktidar iliskileriyle sarmalanmis bir dunyada iktidardan, guçten busbutun arinmis bir iliski mumkun değildir. Kendi gucunu karsindakinin burnuna sokmayacaksin. İkincisi, bir insanin bir baskasini hep ayni siddette sevmesi mumkun değildir, Bunu da kabul edeceksin. Sevginin azalmasini da çoğalmasini da kalici Olarak dusunmeyip soğukkanli olacaksin. Az sevdiğini hissettiğinde daha çok sevmeye, çok sevdiğini hissettiğinde korkup az sevmeye çabalamayacaksin. Her ikisi de seni luzumsuz yere yorar.

2. İzin vereceksin! Karsindakinin kendisi olmasina izin vereceksin; en sana uymayan yanlarini bile budamaya kalkmayacaksin. Bu çabanin sonucu basarili olsa da onu daha az seveceksin, olmasa da, unutma. Sen de uyum sağlamak için kendini eksilten bir çabaya girismeyeceksin. Bu hiçbir zaman sandiğin kadar iyi olmaz; her zaman sandiğindan kotu olur.

3. Belden asaği vurmayacaksin! Hiçbir kavgada, asla belden asaği vurmayacaksin. Onun kisiliğini yikacak seyler soylemeyeceksin; onun zaaflarini kavgada koz olarak kullanmayacaksin. Sevdiğin insanla "yenmek" için kavga etmeyeceksin. Bir insan kendisini asağilayan bir iliskiye uzun sure katlanmaz; katlansa bile sen boyle bir seye katlanan birine katlanamazsin. O yuzden "yenmeye/yenilmeye“ hiç baslama!

4. İki kisilik evren kuracaksin! Kanepede uzanip yaptiğiniz dedikodularla, komik kuçuk sohbetlerle, sadece ikinizin anlayacaği bir dil ve bu dilin etrafinda iki kisilik bir evren kuracaksin. Orasi iliskinin ilik kucağidir, zedeleme. Oraya ihtimamla tatli dedikodular ve pamuk sekeri gibi hallerini tasiyacaksin. Dunya isleri zaten ağir; sen hafifleteceksin! Sakin yanilip da uçuncu kisilerden mutesekkil bir mahkemede iliskinizi analiz etmeye kalkma. Bu, o iki kisilik evreni tuz buz eder. Yeniden insa etmek imkansiza yakindir.

5. Onun tarafini tutacaksin! Ne olursa olsun uçuncu kisilerin yaninda ve uçuncu kisilere karsi onu tutacaksin! Hiç "objektif" gibi gorunmeyebilir bu sana ama zaten iliski subjektiftir,unutma!

6.Yikilmayacaksin! En olumcul haller disinda hiçbir uzuntunde onun uzerine yikilmayacaksin. O senin doktorun, psikoloğun değil, Sadece sevgilin oldugunu unutma. Kendi derdini mumkunse kendin halledeceksin. Onu asla "Bana ne kadar katlanabiliyor" ile test etmeyeceksin. Çunku sen de bu testten geçemeyebilirsin.

7. "Nitelikli" emek harcayacaksin! "Sevgi emektir" cumlesi eksiktir. "Beni sev, birbirimizi çok sevelim" cinsinden niteliksiz bir emek sadece yapis yapis bir debelenmedir. O emeğin içine zeka katacaksin. İliskinin ihtiyaçlarini hassas bir goru ile saptamaya gayret edeceksin. Orneğin onun yalniz kalmaya ihtiyaci varsa tepesine binip sevgi performanslari yapmayacaksin.

8.Oğreneceksin! "Benim oğlum bina okur, doner doner yine okur" cinsi bir iliski tikanmaya mahkumdur; birlikte yeni seyler gormeye, oğrenmeye, yeni maceralar yasamaya bakacaksin. iliskinin enerjiye ihtiyaci varsa, kendini akisa birakmayacaksin.

9. Antrenman yapacaksin! Birbirinize çok yapisip kaldiğiniz anlarda derhal ufak çapli tek basina yasama antrenmanlari yapacaksin. Ona da yaptiracaksin! Bu iliskiye yeni enerji girisini sağlayacaği gibi seni kaybetme korkusundan uzak tutar. Sen kim olduğunu unutmamak zorundasin.

10. Dikkat edeceksin! En onemli emir: En onemli sey iliskiniz değil, sakin oyle zannetme. En onemli sey, o ve sensin; ayri ayri. İkiniz de birer insansiniz; Bu, sinirsiz olanak ve ihtimal demek. Yani esasinda gerekiyorsa, sizi tuketiyorsa iliskiyi de bos vereceksin! Onu iste bu kadar seveceksin.

Aşkın gerçekleri

Kendinizi bir aşk doktoru mu sanıyorsunuz? Belki de bu yazıyı okuduktan sonra bildiğinizi sandığınız her şeyi yeterince bilmediğinizi öğreneceksiniz. Çünkü aşk; kesinlikle kural tanıyan, sınırları olan ve maddeleştirilebilen bir duygu değildir.

Antropolog Helen Fisher, "Why We Love: The Nature and Chemistry of Romantic Love" (Neden Seviyoruz: Aşkın Kimyası ve Doğası" adlı kitabında aşk ile ilgili çok basit konuları ele almış. Yepyeni açıklamalarla ele aldığı aşkı bakın nasıl anlatıyor Fisher ve neler öneriyor...

"Ruh eşi" diye birşey yok

Dünyada, bir yerlerde ruh eşinizin yaşadığını düşünüyorsanız, o çok yanılan insanlardan birisiniz demektir. Fisher'a göre dünya 'diğer yarınız' olma potansiyeline sahip erkeklerle dolu. "Sırf ruh eşini bulma düşüncesinden dolayı birçok kadın ilişki değil, ilişki stresi yaşamaya mahkum. Aylarca sevgililerini türlü testlerden geçirip onun 'diğer yarıları' olup olmadığını anlamaya çalışıyorlar. Halbuki bu çabalar anlamsız ve yersiz. Bir kere şöyle düşünün: Yıllar geçtikçe insan olgunlaşıyor. Hayattan beklentileri değişiyor, insanlardan ve aşklardan beklentileri de. Karşınıza kriterlerinizin çoğuna uyan biri çıkarsa, sırf bir iki kriterde sınıfta kaldığı için onu bırakmayın. Elinizdeki gerçek sevgiliden, boş hayaller için sakın vazgeçmeyin.

İlk görüşte aşk gerçek

Şarkılarda, aşk romanlarında, arkadaş sohbetlerinde, çok tartışılan bir konudur ilk görüşte aşk. Peki, siz buna inanıyor musunuz? Fisher, hayvanlardan yola çıkarak, insanlar dünyasına da uyan bazı kimyasal kuralları anlatıyor. Hayvanlarda bir çiftleşme zamanı olduğunu herkes biliyor. O dönem sona ermeden türün her bireyi kendine uygun bir eş bulmak zorunda ve doğa onları o şekilde yaratmış ki, bu çiftleşme daima olması gerektiği zaman meydana geliyor. Yani bir anda birleşiveriyorlar. İnsan beyni de aşağı yukarı aynı şekilde programlandığına göre, insan da bir anda birine aşık olabilir.

Kendinizi frenleyin


Birine aşık olduğunuzda, günün 24 saatini onunla geçirmek istersiniz değil mi? Ne olur, aşkınızın kalıcılığı için kendinizi frenleyin. Neden mi? İşte Fisher'ın araştırmaları: "Birbirini seven iki insan ayrı kaldığında beyin 'dophamin' ve 'norapineprin' denilen ve aşkı olumlu etkileyen bazı kimyasal maddeler salgılar." Yani, çarşamba günü birlikte olduysanız, perşembe akşamını ayrı geçirin. Böylece, hafta sonu buluşmanız çok daha sıcak ve ateşli olacaktır. Bu fikre katılmıyor musunuz? O zaman Fisher'ın bilimsel araştırmalarının sonuçlarına bir göz atmalısınız: "Yeni aşık olan kişileri ele alıp, şunu gözlemledim: Aşk, duygulardan sorumlu beyin kısmını değil; motivasyon ve hırstan, bir şeyi kazanma arzusundan sorumlu tarafını etkiliyor. Aşkla ilgili bağlantılar, mutluluk ve mutsuzluk gibi duyguların merkezinde değil, motivasyon merkezinde meydana geliyor." İşte bunun için aşkımızın yoluna engeller çıktıkça, aşkımız kuvvetleniyor.

Aşk bağımlılık yapar

Fisher aşık olan bir grup kişiyi ele almış ve onlardan sevdikleri kişinin fotoğrafına dikkatlice bakmalarını ve gözlem yapmalarını istemiş. "Gözlemlediğim şey beni şaşırtmadı. Fotoğraflara bakarken, bu kişilerin dopamin seviyesi yükseliyordu. İlaç almış gibi, sıcak bir mutluluğa kapılıyorlardı. Ne hissettiklerini sorduğumda, neredeyse hepsi o an sevgilileriyle birlikte olmak istediklerini söyledi" diye anlatıyor bulgularını.

Erkek kolay aşık olur

Hep kadınların aşkta hızlı davrandıkları düşünülür, ama gerçekte öyle değil. Erkekler kadınlardan daha çabuk aşık olabilir. Erkekler görsel uyarıcılara hızlı şekilde yanıt verir, gözlerine hitap eden kadınlara karşı daha kolay bazı duygular besleyebilir.

İklim değişiyor

İklim değişiyor, dünya ısınıyor. Bilim adamları kuraklık, seller ve olağanüstü hava koşulları konusunda sürekli olarak uyarılarda bulunuyor. Giderek artan etkilerin en büyük sebebi ise insan.

1) İklim değişikliği nedir?


Dünyanın ısısı düzenli olarak artıyor. Küresel ortalama yüzey ısısı şu anda 15 santigrat derece civarında. Jeolojik ve diğer bilimsel kanıtlar, geçmişte yüzey ısısının en yüksek 27 santigrat, en düşük de 7 santigrat derece olduğunu gösteriyor.

Fakat bilim adamları doğal dengenin, insanlardan kaynaklanan yoğun bir ısınma süreciyle bozulduğunu ve bu durumun dünyadaki hayatın büyük bölümünün tabi olduğu iklimin istikrarı için önemli çıkarımlara yol açacağını söylüyor.

2) Sera etkisi nedir?

Sera etkisi, atmosferde oluşan bir tabakanın yarattığı etki. Bu tabaka Güneş'ten gelen ışınların dünyadan yansıdıktan sonra tekrar atmosferin dışına çıkmasını engelliyor. Sera etkisi olmasaydı dünya son derece soğuk bir gezegen haline gelirdi.

Sera etkisini artırarak dünyanın normalden fazla ısınmasına neden olan gazlardan bazıları karbondioksit, metan ve azotoksit. Bu gazlar modern endüstride ve tarımda kullanılıyor, fosil yakıtların yanmasıyla açığa çıkıyor.

Atmosferin konsantrasyonu her geçen gün artıyor. Örneğin atmosferdeki karbondioksit konstanstrasyonu 1800'lü yıllardan beri yüzden 30'dan daha yüksek bir seviyede arttı.

Bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu sera etkisi yaratan gazların salımındaki artışın, dünyanın ısısının yükselmesine neden olacağını düşünüyor.

3) Isınmanın kanıtı ne?

Sıcaklık kayıtları 19'uncu yüzyıl sonlarında tutulmaya başlandı. Ortalama küresel sıcaklık 20'nci yüzyılda yaklaşık 0.6 santigrat derece arttı. Sıcaklığın artmasıyla buzulların erimesi nedeniyle deniz seviyeleri de 10-20 santinmetre arasında yükseldi.

Arktik deniz buzları, son birkaç 10 yılın yaz ve sonbahar döneminde yaklaşık yüzde 40'a varan oranda inceldi. Buna karşılık Antarktika'nın bazı bölümleri daha da soğudu. Yüzey ısısı ve troposferdeki ısı arasında bazı çelişkiler göze çarpıyor.

4) Sıcaklık ne kadar yükselecek?

Sera etkisi yaratan gazların salımı engellenmezse, 2100'e kadar ortalama küresel sıcaklık 1.4-5.8 santigrat derece artacak. Olayın vehameti şöyle açıklanabilir: Medeniyetin ortaya çıkışından beri küresel ortalama sıcaklık sadece 1 santigrat derece arttı.

Sera etkisi yaratan gazların salımı hemen kesilse bile, bilim adamları etkinin uzun bir süre daha devam edeceğini söylüyor. Çünkü büyük buz ve su parçalarını da içeren iklim sisteminin normale dönmesi yüzlerce yıl alabilir.

Bazı bilim adamları, Grönland buzullarında yaşanan erimenin hemen önlem alınsa bile geri dönülmez olduğunu düşünüyor. Yüzlerce yıl sürecek bu işlem, deniz seviyelerinde yedi metrelik bir yükselmeye neden olabilir.

5) Hava durumu ne olacak?

Küresel anlamda çok daha sert hava olayları ortaya çıkacak. Kıyı bölgelerde yağış miktarı artarken, iç bölgelerde sıcak havanın etkisiyle kuraklık baş gösterecek.

Artan fırtınalar ve deniz seviyeleri nedeniyle daha çok sel meydana gelecek. Bununla birlikte, hava sıcaklıkları bölgelere göre çok büyük farklılıklar gösterecek. Ve bu durumun sonuçları tahmin edilmeyecek kadar güç.

6) Etkileri neler olacak?

Tatlı su kaynaklarının azalması, gıda üretimi koşullarındaki genel değişiklikler ve seller, fırtınlar, sıcak dalgaları ve kuraklık nedeniyle ölümlerde yaşanacak artış gibi potansiyel tehlikeler gündeme gelecek.

Bu durum en çok, hızlı iklim değişimine karşı hazırlık yapamayan yoksul ülkeleri etkileyecek.

Yaşam alanlarının hızlı değişimine ayak uyduramayan birçok bitki ve hayvan türünün nesli yok olacak. Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, sıtma ve yetersiz beslenme gibi nedenlerden milyonlarca kişi ölümle yüz yüze gelecek.

7) Ne bilmiyoruz?

Isınmaya insan etkisinin ne kadar olduğunu ve ısınmanın zincirleme etkilerinin neler olabileceğini bilmiyoruz.

Küresel ısınma, sabit buzulların erimesi ile sera etkisi yaratan metan gazının yüksek miktarda salımı gibi, gelecekte ısınmayı tetikleyecek değişikliklere yol açabilir.

Daha sıcak koşullar nedeniyle büyüme hızları artan bitkilerin, büyüdükçe atmosferden daha çok karbondioksit çekmesi gibi ısınmayı hafifletici etkiler de olabilir.

Ancak bilim adamları, karmaşık dengenin, bu olumlu ve olumsuz etkilere nasıl bir tepki verebileceği konusunda emin değil.

8) Şüpheciler ne diyor?

Küresel ısınmaya şüpheyle yaklaşanlar bile dünyanın giderek ısındığını inkar etmiyor. Şüphelerinin dayanağını, küresel ısınma etkisinin insan aktiviteleri nedeniyle ortaya çıkmış olması.

Bazıları şu an tanık olduğumuz değişikliklerin olağandışı olmadığını söylüyor. Buna en büyük dayanakları ise insan var olmadan önce küresel iklim koşullarında yaşanmış olan değişiklikler.

Bazı şüpheci bilim adamları, ısınmayı bir süredir Güneş'te olan yüksek aktivitelere bağlıyor. Bununla beraber, iklimin doğal değişimlerinin en tepesinde bile bir şeyler olduğu ve bunda insanın suçlanması gerektiği yönünde görüşbirliği artıyor.

ntv

Bilgisayarınıza dikkat!

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Fizik Tedavi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bilgisayar kullanıcılarını uzun bir zaman sonra bekleyen tehlikeler bulunduğunu belirterek, zaman içinde bilgisayarın sağlık düşmanı olabileceğini söyledi.

Çok gelişmiş bir araç olmasına karşın bilgisayarın pek çok zaman sağlığa zararlı olduğuna dikkati çeken Güler, şöyle devam etti:

"Bilgisayara veriler klavye ve fare kullanılarak girilir. Çalışma sonuçlarını görmek için sürekli olarak monitöre bakmak gerekir. Üstelik bunları yaparken saatlerce bilgisayar karşısında hareketsiz oturmanız gerekebilir. Böyle olunca bilgisayar kullanırken sağlığınızı korumak için bazı konulara dikkat etmelisiniz. Bazı bilgisayar kullanıcıları yemeği bile unutabilirler. Dünyanın en güzel bilgisayarı sizin olabilir ama doğru şeyleri yapmazsanız en sıradan ve can sıkıcı hastalıklara sahip olabilirsiniz."

Bilgisayar karşısında doğru oturma biçimi

Prof. Dr. Güler, bilgisayar kullanırken ilk olarak oturulan koltuğun doğru seçilmesi gerektiğini vurgulayarak, şunları söyledi:

"Yüksekliği ayarlı, sırt için desteği olan yumuşak minderli ve dayanıklı bir koltuk almalısınız. Sert ve ayarlı olmayan bir koltukta uzun süre oturmak şiddetli bel ve boyun ağrılarına neden olabilir.

Koltuk seçiminden sonra eğer yoksa bir bilgisayar masası almalısınız.

Normal çalışma masaları çoğu zaman bilgisayarlar için kullanışlı değildir. Örneğin bilgisayar monitörünün gözünüzden biraz aşağıda ve tam karşınızda bulunması gereklidir. Ayrıca klavyenin, dik oturduğunuz zaman kollarınız dirsekten 90 derece kıvrıkken ellerinizle aynı hizada ve tam karşınızda olması gereklidir." Bilgisayar kullanırken gereken fare, telefon, printer ve diğer araçların da masa üzerinde kolayca ulaşabilecek yerlerde olması gerektiğini dile getiren Güler, "Bilgisayar kullanırken sık olarak yazı okumanız gerekirse yazıları bir askı ile tam önünüze koyup monitörü biraz yana almalısınız. Monitörünüzün pencereden veya diğer ışık kaynaklarından uzak olması gereklidir. Ayrıca monitörünüzün rezolüsyonunu yazıların kolayca okunacağı bir ayara ve yenileme hızını titreşme olmayacak bir hıza ayarlanması gereklidir" dedi.

Bilek, diz ve dirsek kireçlemesi

Prof. Dr. Güler, parmak, el bileği ve dirseğin bilgisayar kullanırken yaptığı küçük ve tekrarlayıcı hareketlerin özellikle el bileği hizasında bozukluklara neden olabileceğini kaydederek, "Bu hastalık da el bileği içinden geçen sinir ve tendon denilen kasların kemiğe yapıştığı dokular zedelenip sıkışır. Bu durumda elde uyuşukluk ve ağrı, başparmak hareketlerinde ve el sıkma gücünde azalma ortaya çıkar, el becerisi bozulur. Bu rahatsızlığın tedavisi için bir ortopedi uzmanına danışmalısınız" diye konuştu.

Göz bozuklukları

Uzun süre bilgisayar karşısında çalışmanın gözlerde de bazı rahatsızlıklara neden olabildiğine işaret eden Prof. Dr. Güler, şunları kaydetti:

"Böyle durumlarda en sıklıkla göz çevresi ve başta ağrı, gözlerde yorgunluk hissi, yanma, batma ve kızarıklık görülebilir. Yakınmalar daha çok günde 4-6 saatten fazla bilgisayar karşısında çalışan, özellikle gözlerinde miyop veya astigmatizm kusurları olan kişilerde sık görülür.

Bilgisayarla çalışmanın gözlerde kalıcı bir etkiye neden olmadığı bilinmektedir. Fakat gündelik yaşamda pek sorun oluşturmayan astigmatizm gibi kusurlar bilgisayar karşısında rahatsızlıklara neden olabilir.

Yanma, batma, kızarıklık, sulanma gibi yakınmalar monitöre bakarak çalışan kişilerde göz kırpma sayısındaki belirgin azalmaya bağlı olabilir." Ekranın gözlerden 50-70 santimetre uzakta ve göz hizasından biraz aşağıda bulunmasının yorgunluk yakınmalarının azalmasını sağlayabileceğini ifade eden Güler, "Gözle ilgili yakınmaların azaltılabilmesi için öncelikle iyi bir göz muayenesi yapılmalıdır.

Ayrıca çalışma sırasında sık ara vermek ve aralarda örneğin pencereden uzak nesnelere bakmak göz sağlığı açısından önemlidir" dedi.

Bel, baş ve boyun ağrıları

Tıp Fakültesi Fizik Tedavi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Güler, bel, baş ve boyun ağrıları, omuz ve boyun tutulması, boyun ve belde disk zorlanmaları, sırt bölgesinde şekil bozuklukları, eğilmeler, osteoporoz gibi bölgelerde ağrıların oldukça sık görülen rahatsızlıklar olduğunu belirterek, şunları söyledi:

"Hatta iş güç kaybına ve sağlık hizmeti alma açısından şirketlere ve devletlere oldukça büyük yük getirmektedir. Bunların bilgisayar kullanımı ile ilgili olarak sıklıkla uzun süre hareketsiz kalma, stres, uygun olmayan duruş biçimi gibi nedenlerle ortaya çıkarlar. Kas, kemik, sinir ve damarların aşırı gerilme ve uygun olmayan duruş biçimlerine bağlı olarak şekil bozuklukları bu tip hastalıkları yaratabilir. Bu rahatsızlıklar olduğu zaman ihmal etmeden öncelikle bir ortopedi uzmanına muayene olmalısınız."

Bilgisayar kullanırken yapmanız gerekenler

Prof. Dr. Güler, bilgisayar kullanılırken, bazı hareketlere dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayarak, "Bilgisayar karşısında dik olarak oturun. Yazı yazarken klavyedeki tuşlara fazla güçlü olmayan bir biçimde dokunun. Fareyi yumuşak bir biçimde tutun. Kollarınızı ve parmaklarınızı yazma işlemi yapmadığınız zaman dinlendirin. Uzun süreler çalışmayın ve sık sık aralar verin. Çalışma sürenizi planlayın. Her gün belli sürelerle çalışın ve ara verin" diye konuştu.

Uzun süre aynı pozisyonda oturulmaması gerektiğini dile getiren Güler, şunları söyledi:

"Oturduğunuz sandalyenin arkası belinizi destekleyecek şekilde olmalı, bilgisayarınız göz hizasında olmalı, bileğinizi olabildiğince düz bir şekilde tutun. Ayağa kalkın ve sağ elinizle sol omzunuzu sol elinizle sağ omuzunuzu kavrayın. Başınızı kolunuzun aksi yönünde çevirebildiğiniz kadar hareket ettirin. Başlangıçta kendinizi zorlamayın. Gün geçtikçe ve boyun kaslarınız güçlendikçe zaten hareket mesafesi artacaktır.

Boynunuzu beşer kez sağa sola öne ve arkaya doğru hareket ettirin. Her iki omuz, dirsek ve el bileği eklemlerini ve parmakları 2-3 saat arayla hareket ettiriniz, açıp kapatın. Oturduğunuz yerden kalkarak ayakta durunuz ve dizlerinizi kırmadan parmaklarınız yere değecek şekilde öne eğilin. Ayrıca sağa sola ve arkaya belden eğilmeye çalışın. Oturduğunuz yerde derin nefes alıp verin. Bu hem gerginliğinizi azaltır, hem de kaslarınızı gevşetir."

milliyet

Sosyal Fobi

Aşırı derecede 'başkaları tarafından izlenme korkusu’na yol açan bir durum olan sosyal fobi, 10 kişiden birinin yaşamını olumsuz etkiliyor

Bazen bir davet olur gitmek amma zor gelir, hazırlan git, orada tanıdık tanımadık, bir sürü kişi ile konuş. ''Uf keşke olmasaydı bu davet'' dersiniz. Bazen de bir davette dostlarınız sizin için kadeh kaldırır ve sizin de birkaç söz etmeniz gerekir. Hiç de hazır değilsinizdir, ''Nereden çıktı bu şimdi'' der, zar zor sıkıntı içinde birkaç kelime edersiniz. Ama bazı kişilerde bu rahatsızlık ve sıkıntı hali o derece baskın olur ki o zaman ''sosyal fobi''den bahsederiz. Sosyal fobi, her 10 kişiden birinin yaşamını olumsuz etkileyen bir rahatsızlıktır. İnsanda, aşırı derecede başkaları tarafından izlenme ve değerlendirilme korkusuna neden olan bir durum. Bu korku, basit utangaçlık ve toplum içinde heyecanlanma duygusundan çok daha ciddi boyutlarda bir korkudur. Sosyal fobisi olanlar, ömürleri boyunca, başkaları tarafından izlenebilecekleri durumlara girmekten kaçınırlar. Diğer insanlarla ilişkileri, eğitimleri ve iş hayatları bazen büyük oranda zarar görür. Birçoğu korkularını yenmek için ilaçlardan ve alkolden medet umabilir. Alkol, gittikleri partilerde, davetlerde veya topluluklara hitabette yardımcı olabilir ama sonunda sosyal fobi kadar büyük bir problem haline gelebilir.

Sosyal fobi çoğunlukla ergenlik yıllarında başlar. Eğer tedavi edilmezse ömür boyu sürebilir. Tedavi edilmeyen sosyal fobi aynı zamanda depresyon ve agorafobi (topluma açık yerlerde bulunma korkusu) gibi başka rahatsızlıkların da oluşmasına neden olabilir.


Sosyal fobinin belirtileri

Sosyal fobi yüz kızarması, el titremesi, baş dönmesi, aşırı terleme ve ani tuvalete gitme isteği gibi belirtilere neden olabilir. Sosyal fobiniz varsa, çekindiğiniz, korktuğunuz sosyal durumlarla karşı karşıya kaldığınızda, bu belirtilerden şikâyetçi olabilirsiniz. Bazı vakalarda sadece kaçınılan durumun düşüncesi dahi korku yaratabilir.

Sosyal fobi tedavi edilebilir mi?

Sosyal fobi kesinlikle tedavi edilebilir. Oysa çoğu hasta sosyal fobinin tedavi edilebilir bir tıbbi rahatsızlık olduğunu bilmez ve kendisindeki belirtileri kişiliğinin bir parçası zanneder.

Doktorunuzdan alacağınız küçük bir yardım, size yeni ve mutlu bir hayatın kapılarını açacaktır. Yeter ki bu şikâyetinizin tedavi edilebilir ve olmaması gereken bir durum olduğunu bilin ve kabul edin. Doktorunuz ilaç ya da davranış tedavisi veya ikisini de önerebilir. Sosyal fobi, ileri derecede utangaçlık değildir.

Çevrenizde sosyal fobili birisi varsa;


Anlayışlı olun. Kişiye problemlerini anlatmak için zaman tanımanın, onun daha az izole olmasını ve durumundan daha az çekinmesini ve utanmasını sağlayacağını hatırlayın.

Kişiyi profesyonel yardım almaya teşvik edin. Bunun zor bir karar olduğunu ve sosyal fobinin doğası gereği, hastaların yabancılardan yardım istemekten korktuklarını unutmayın.

Tedavi başladığı zaman kişinin tedaviyi sürdürmesi için onu teşvik edin. Küçük de olsa her gelişme karşısında, memnuniyetinizi belirtin.

Tedavi etkili olmaya başladığında, kişi korktuğu durumlarda yüzleşmek için cesaret kazanacaktır. Bu noktada sizin destek ve anlayışınız, hayati önem kazanır. Korku ve endişesini gidermek için kendi hayat tarzınızı ona adapte etmeye kalkışmayın, ''Bak ben şöyle yapıyorum, böyle yapıyorum'' diye kendinizi örneklemeyin. Sadece doktorunun önerileri doğrultusunda ona destek olun.

Evde mümkün olduğunca normal bir hayat tarzı içinde olmasını teşvik edin.

Sosyal fobi testi

1. İnsanların ilgi odağı olmaktan korkuyor musunuz?
2. Başkalarının önünde gülünç duruma düşmekten korkar mısınız?
3. Aşağıdaki durumlardan herhangi birinden rahatsızlık hisseder ve sıklıkla kaçınmaya çalışır mısınız?
- Az kişiden oluşmuş dahi olsa topluluk önünde konuşmak,
- Otorite konumunda kişilerle konuşmak,
- İnsanların sizi izlemesi,
- Başkalarının önünde yemek yemek, içmek, ya da yazı yazmak,
- Davetlerde bulunmak,
4. Yukarıda sözü edilen durumlara maruz kalırsanız; aşırı derecede kızarır, titrer, bunalır, kusma hissine kapılır veya acilen tuvalete koşma gereği duyar mısınız?

Değerlendirme:

Bu suallerden ilk üçünün herhangi birine veya bir bölümüne evet cevabı verdiyseniz sosyal fobiniz olabilir.

Dördüncü soruya evet cevabı ise sizi, sosyal fobiye daha da yakınlaştırmaktadır. Evet cevabınız varsa bu konuyu doktorunuzla görüşün. O sosyal fobiniz olduğunu tespit ederse, gerekli psikiyatrik desteği almanız için size yol gösterecektir.

Milliyet

Kahve Yararlı mı

Kahve Yararlı mı, zararlı mı?

Günlük yaşamın vazgeçilmez içeceklerinden kahvenin zararları kadar yararları da var.

ZARARLARI

Yüksek tansiyon

Edinburgh Üniversitesi uzmanlarının yaptığı bir araştırmayla, kahvenin tansiyona olan etkisiyle ilgili görüşler yeni bir ivme kazandı. Düzenli olarak günde dörtbeş bardak kahve içenler üzerinde yapılan araştırmalarda kandaki basınç, yani tansiyon hızla yükseldi. Yapılan testlerde, yüksek miktarda kahve tüketiminin tansiyonu hızla yükselttiği görüldü.

Kalp

Aşırı kahve tüketimi kalbin ritmini olumsuz yönde etkiliyor. Kahvenin içerdiği kafein fazla tüketildiğinde, kalpte ritim bozuklukları meydana gelebiliyor. Düzensiz kalp atışları ve kalp çarpıntısına neden olabiliyor. Doktorlar özellikle kalp hastalarının sınırlı miktarda kahve içmelerini tavsiye ediyor.

Mide

Kahve, ülseri tetikliyor ve midenin asit salgılamasını uyarıyor. Bu nedenle mide hastalarının günde 2 fincanı geçmemeleri gerekiyor

Şeker hastalığı

Amerika'da yapılan araştırmalarda, yemek zamanlarında yükselen kan şekeriyle birlikte tüketilen kahvenin şeker hastalığını olumsuz yönde etkilediği ortaya çıktı. Uzmanlar şeker hastalarının da kahveyi sınırlı tüketmesini öneriyor.

Su kaybı

Uzmanların bir kısmı kahvenin vücutta sıvı kaybına neden olduğunu savunurken, bir kısmı da bu kaybın önemsiz derecede az olduğunu savunuyorlar. Fakat yine de ağır basan görüş diğer kafeinli içecekler gibi kahvenin de vücutta su kaybı yarattığı yönünde.

Doğurganlık

Günde üç fincan veya daha fazla kahve içmek, kadının doğurganlık oranını azaltıyor. Çünkü aşırı miktarda kafein tüketimi yumurtlamayı olumsuz etkiliyor. Brezilya'da bulunan Sao Paulo Üniversitesi uzmanlarının yaptığı araştırmalarda ise her gün düzenli olarak kahve içen erkeklerin içmeyenlere oranla daha güçlü spermleri olduğu kanıtlandı. Kafeinin spermin üzerinde uyarıcı etkisi olduğunu savunan uzmanlar, bunun merkezi sinir sisteminde de aynı etkiyi gösterdiğini iddia ediyorlar.

Hamilelik

Kafeinin anne karnındaki bebeğe zararlı olduğu biliniyor. Uzmanlar, hamile kadınların günlük kafein tüketme sınırlarının 300 mg ile sınıtlı kalması gerektiğini belirtiyor.


FAYDALARI

Kahve zararı kadar yararının olmasıyla oldukça kafa karıştırıyor. Örneğin; yeşil ve siyah çay gibi, kahve de antioksidanlar içeriyor. Bu da kansere yol açan hücrelerin çoğalmasını engelliyor.

Cilt

ABD'de yapılan bir araştırmada, kahvenin ve egzersizin güneş ışınlarının neden olduğu cilt kanserinden koruduğu ortaya çıktı. New Jersey’deki Rutgers Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, fiziksel egzersizle birlikte ölçülü kahve tüketimi, güneşin ultraviyole B (UVB) ışınlarının yol açtığı kanserojen etkileri ortadan kaldırabiliyor.

Safra taşları

Kadın vücudu erkeğe kıyasla iki kat daha fazla safra taşı üretiyor. Günde dört bardak kahve içen kadınların içmeyenlere oranla yüzde 25 daha az safra taşından şikayet ettiği kanıtlandı.

Beyin uyarımı

Kahve konsantrasyona yardımcı oluyor. Yapılan araştırmalarda, okul çağındaki çocukların az miktarda kahve ile süt içtiklerinde sabahki derslerinde daha başarılı oldukları görülüyor.

Parkinson

Yapılan bir araştırmada günde bir fincan kahve içen erkeklerin parkinson hastalığı riskinin yüzde 40’a varan oranlarda azaldığı ortaya çıkarılmıştır. Bununla beraber menopoz sonrası ostrojen terapisi gören kadınlarda kahve tüketimi Parkinson Hastalığı riskini arttırmakta...

Karaciğer

Kahve tüketmek özellikle siroz yüzünden oluşan karaciğer kanseri riskinin azaltılmasına yardımcı oluyor. Düzenli kahve içenlerin siroz gibi karaciğer rahatsızlıklarından daha az şikayet ettiği görülüyor.

Milliyet

Empati Nedir ?


Empati, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Basit gibi gözüken bu tanımın gerisinde pek çok kuramsal öğe bulunmaktadır ve belki de bu yüzden söz konusu tanıma ulaşılması oldukça zaman almıştır. Bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecine "empati" adı verilir.

Yukarıdaki empati tanımı üç temel öğeden oluşmaktadır. Bir insanın karşısındaki bir kişi ile empati kurabilmesi için gerekli olan bu öğeleri şöyle sıralayabiliriz:

1) Empati kuracak kişi kendisini karşısındakinin yerine koymalı, olaylara onun bakış açısıyla bakmalıdır. Başka bir söyleyişle, empati kurmak isteyen kişinin karşısındaki kişinin fenomenolojik alanına girmesi gereklidir.

Fenomenolojik alan nedir? Psikolojideki fenomenolojik yaklaşıma göre her insanın bir fenomenolojik alanı vardır. Her insan gerek kendisini gerek çevresini, kendisine özgü bir biçimde algılar; bu algısal yaşantı özneldir (subjektiftir); kişiye özgüdür. Yani her insan dünyaya, kendine özgü bir bakış tarzıyla bakar. Eğer bir insanı anlamak istiyorsak, dünyaya onun bakış tarzıyla bakmalı, gerçekleştirmek için de empati kurmak istediğimiz kişinin rolüne girmeli, onun yerine geçerek adeta olaylara onun gözlüklerinin gerisinden bakmalıyız. Karşımızdaki kişinin rolüne girerek empati kurduğumuzda, o kişinin rolünde kısa bir süre kalmalı, daha sonra da bu rolden çıkarak kendi rolümüze geçebilmeliyiz. Aksi halde empati kurmuş sayılmayız. Karşımızdaki ile özdeşim kurmak (ona benzemek) veya ona sempati duymak, empatiden farklı şeylerdir.

2) Empati kurmuş sayılmamız için, karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamamız gereklidir. Karşımızdakinin yanlızca duygularını veya yanlızca düşüncelerini anlamış olmak yeterli değildir. Empatiyi tanımlarken bu noktayı vurguladığımızda, empatinin iki temel bileşeninden söz etmiş oluyoruz. Bunlar empatinin bilişsel ve duygusal bileşenleridir. Karşımızdakinin rolüne girerek onun ne düşündüğünü anlamamız, bilişsel nitelikli bir etkinlik (bilişsel rol alma/bilişsel perspektif alma), karşımızdakinin hissettiklerinin aynısını hissetmemiz ise duygusal nitelikli bir etkinliktir (duygusal rol alma/duygusal perspektif alma.) Bilişsel rol alma duygusal rol almanın ön şartı sayılabilir. Empatinin bileşenlerinin ne olduğu konusunda araştırmacılar arasında, bazı görüş farklılıkları vardır. Örneğin Hoffman' a (1978) göre empatinin, bilişsel, duygusal ve güdüsel (motivasyonel) olmak üzere üç bileşeni vardır. Bazı araştırmacılar empatinin bilişsel yönünü, bazıları ise duygusal yönünü vurgulamaktadır. Fakat çoğunluğun üzerinde uzlaştığı görüş, empatinin bilişsel ve duygusal bileşenlerden oluştuğu yolundadır.

3) Empati tanımındaki son öğe ise,empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın, karşıdaki kişiye iletilmesi davranışıdır. Karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini tam olarak anlasak bile eğer anladığımızı ifade etmezsek empati kurma sürecini tamamlamış sayılmayız. Araştırmacılar,insanların zihinlerinde kurdukları empatiyle, karşılarındaki kişiye ilettikleri empati arasında farklılık olduğunu belirtmektedirler. Karşımızdaki insanlara empatik tepki vermenen iki yolu vardır: Yüzümüzü/bedenimizi kullanarak onu anladığımızı ifade etmek. Empatik tepki vermenin en etkili yolu herhalde bu ikisini birlikte kullanmaktır. Bir sıkıntımız olduğunda, bizimle konuşan kişi, dostça bir gülümsemeyle kolumuza dokunup sıkıntımızı sözelleştirirse, örneğin "son günlerde çok bunalmışsın" derse, rahatladığımızı hissedebiliriz.

Bir Halk Masalında Empati;

Göğsü kınalı bir serçe varmış. Gök gürlediği zamanlar tir tir titreyerek yere yatar, gök yıkılmasın diye de ayaklarını havaya kaldırırmış. Bir yandan da "korkumdan kırk kantar yağım eridi" dermiş. Birgün birisi demiş ki "sen kendin beş dirhem gelmezsin; nerden oluyor da kırk kantar yağın eriyor?"Bunun üzerine serçe şu cevabı vermiş; herkesin kendine göre dirhemi, kantarı var; siz ne anlarsınız".

Yukarıdaki masalda verilmek istenen mesaj kanımca şudur: Her insanın -hatta her canlının- olaylara kendine özgü bir bakış açısı (fenomenolojik alanı) vardır. Dışardan baktığımızda bunu göremeyiz ve bu yüzden de onun bazı davranışlarına anlam veremeyiz.Kendimizi karşıdakinin yerine koyup olaylara onun gözüyle bakabilirsek, ancak bu durumda onun duygularını ve düşüncelerini anlamamız, dolayısıyla da davranışlarına anlam vermemiz mümkün olur.

Empatinin Sempatiden Farklılığı

Bir insana sempati duymak demek, o insanın sahip olduğu duygu ve düşüncelerin aynısına sahip olmak demektir. Karşımızdaki kişiye sempati duyuyorsak, onunla birlikte acı çekeriz yada seviniriz. Empati kurduğumuzda ise karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini anlamak esastır. Kendimizi sempati kurduğumuz kişinin yerine koymamız ve onu anlamamız şart değildir; sempatide "yandaş" olmak esastır. Empati kurduğumuzda ise karşımızdaki kişiyle aynı duyguları ve görüşleri paylaşmamız gerekmez; sadece onun duygularını ve düşüncelerini anlamaya çalışırız. Bir insanı anlamak başka şeydir, ona hakvermek başka şey. Empatide anlamak, sempati de ise anlamış olalım ya da olmayalım, karşımızdakine hak vermek söz konusudur.

Empati Kurma ve Yardım Etme Davranışı Empati kurmanın yardım etme davranışına nasıl dönüştüğü hakkında başlıca iki kuramsal açıklama vardır: Bunlardan birincisine göre, sıkıntı içinde bulunan kişi ile empati kuran kişi, karşısındakinin durumunu anladığı için sıkıntıyı gidermek yani kendisini rahatlatmak için o kişiye yardımda bulunur. İkinci açıklama ise şöyledir: Sıkıntıda bulunan kişi ile empati kurarak onun durumundan haberdar olan kişi, diğergam bir davranışta bulunarak, sıkıntıdaki kişiyi rahatlatmak amacıyla ona yardım eder.

Yukarıdaki açıklamaların birincisine göre, yardım davranışının temelinde egoist bir güdü, ikincisine göre ise diğergam (altruıstic) bir güdü bulunmaktadır. Empati sadece kendisiyle empati kurulana yararı olan bir etkinlik değildir. Empati, empatiyi kuran kişi için de önemlidir. Empatik becerileri ve eğilimleri yüksek olan, bu yüzden de diğer insanlara yardım eden kişilerin, çevreleri tarafından sevilme ihtimalleri artar.

Bell ve Hall(1954) yaptıkları araştırmada, liderlik özelliğine sahip kişilerin empati kurma becerilerinin yüksek olduğu belirlenmiştir. Bir araştırmada, piyano ve keman çalan gençlerin empatik becerileri ve kendilerine yönelik saygı düzeyleri, müzikle uğraşmayan gençlerinkine oranla daha yüksek bulunmuştur.

Yine benzeri bir araştırmada, kedi köpek gibi evcil hayvanların beslendiği evlerdeki çocukların empatik becerileri (bilişsel ve duygusal rol alma becerileri), evcil hayvan beslenmeyen evlerdeki çocukların empatik becerilerinden daha yüksek bulunmuştur.Bu bulgular,kişilerin ilgi alanları ile empatik becerileri arasında ilişki bulunduğu anlamına gelmektedir. Müzik, evcil hayvan gibi uğraş edinmek muhtemelen kişilerin empatik anlayışlarını/becerilerini arttırmaktadır. Bir araştırmaya göre, meraklarına anne ve babalarından karşılık bulan çocuklar, yetişkin olduklarında, aynı ortamda yetişmeyenlere oranla daha yüksek empatik ilgiye sahip olmaktadırlar.

Aşamalı Empati Sınıflaması Onlar Basamağı

Bu basamakta tepki veren kişi karşısındaki kişinin kendisine anlattığı sorun üzerine düşünmez, sorun sahibinin duygu ve düşüncelerine dikkat etmez, bu soruna ilişkin kendi duygu ve düşüncelerinden söz etmez. Sorunu dinleyen kişi, sorun sahibine öyle bir geri bildirim verir ki, bu geri bildirim, o ortamda bulunmayan üçüncü şahısların (toplumun) görüşlerini dile getirmektedir. Bu basamakta tepki veren kişi, birtakım genellemeler yapar, atasözleri kullanır. Örneğin parasını israf ettiği için yakınan bir kişiye "ayağını yorganına göre uzat" dersem, Onlar basamağında bir empatik tepki vermiş olurum. Bu sözlerimle karşımdaki kişinin ya da benim duygu ya da düşüncelerimiz yer almamakta, yalnızca toplumun bu konu ile ilişkin görüşü yansıtılmaktadır.

Ben Basamağı

Bu basamakta empatik tepki veren kişi, benmerkezcidir; kendisine sorununu anlatan kişinin duygu ve düşüncelerine eğilmek yerine, sorunun sahibini eleştirir, ona akıl verir; bazende kişiyi kendi sorunlarıyla başbaşa bırakıp kendinden söz etmeye başlar. Örneğin "ben" basamağına uygun empatik tepki veren bir kişi, dinlediği sorun karşısında "üzüldüm, aynı dert bende de var" der ve böylece sorun sahibini sorunuyla yüzüstü bırakıp kendi sorunlarını anlatmaya başlar. Ben basamağında empatik tepki veren kişi, karşısındaki insanı bir ölçüde rahatlatabilir.

Sen Basamağı

Bu basamakta empatik tepki veren bir kişi, kendisine sorununu ileten kişini rolüne girer, olaylara o kişinin bakış açısıyla bakar. Yani kendisine iletilen sorun karşısında, toplumun ya da kendisinin düşüncelerini dile getirmez, doğrudan doğruya karşısındaki kişinin duyguları ve düşünceleri üzerinde odaklaşarak, o kişinin ne düşündüğünü ve hissettiğini anlamaya çalışır.

On- alt Basamak

1.Senin problemin karşısında başkaları ne düşünür, ne hisseder: Bu basamakta empati kurmaya çalışan kişi, birtakım genellemeler yapar, felsefi görüşlere, atasözlerine başvurabilir, dinlediği soruna ilişkin olarak genelde toplumun neler hissedebileceğini dile getirir; sorununu anlatan kişiyi toplumun değer yargıları açısından eleştirir.

2.Eleştiri: Dinleyen kişi, sorununu anlatan kişiyi kendi görüşleri açısından eleştirir,yargılar.

3.Akıl Verme: Karşısındakine akıl verir, ona ne yapması gerektiğini söyler.

4.Teşhis: Kendisine anlatılan sorunu ya da sorunu anlatan kişiye teşhis koyar; örneğin "bu durumun sebebi toplumsal baskıdır" ya da "sen bunu kendine fazla dert ediyorsun" der.

5.Ben de Var: Kendisine anlatılan soruna ya da sorunun benzerinin kendisinde de bulunduğunu söyler; "aynı benim başımda" diye söze başlar ve kendi sorununu anlatmaya başlar.

6.Benim Duygularım: Dinlediği sorun karşısında kendi duygularını sözle ya da davranışla ifade eder; örneğin "üzüldüm" ya da "sevindim" der.

7.Destekleme: Karşısındaki kişinin sözlerini tekrarlamadan, onu anladığını ve desteklediğini belirtir.

8.Soruna Eğilme: Kendisine anlatılan soruna eğilir, sorunu irdeler, konuya ilişkin sorular sorar.

9.Tekrarlama: Kendisine iletilen mesajı (sorunu), gerektiğinde mesaj sahibinin kullandığı bazı kelimelere de yer vererek özetler; yani dilediği mesajı kaynağına yansıtmış olur.

10.Derin Duyguları Anlama: Bu basamakta empati kuran kişi, kendisini empati kurduğu kişinin yerine koyarak onun açıkça ifade ettiği ya da etmediği tüm duygularını ve onlara eşlik eden düşüncelerini farkeder ve bu durumu ona ifade eder.

(Kaynak: İletişim Çatışmaları ve Empati /Üstün Dökmen)

29 Kasım 2007 Perşembe

Fıkra

BAŞKANLAR

ABD Başkanı, İngiltere Başbakanı ve Türkiye Başbakanı, bir gün, bir toplantıda bir araya gelmişler. Tabii, 3 lider bir arada olur da, sormaz mı gazeteciler?
Önce Amerika Başkanına sormuşlar:
"ABD'de bir memur ne kadar parayla geçinir? Siz kaç para veriyorsunuz?"
Cevap vermiş Başkan:
"Valla ben, 2 bin dolar veririm. Bin doları ile geçinirler... Geri kalan bin doları ne yaparlar, nerede harcarlar, hiç sormam!"
Gazeteci, aynı soruyu İngiltere Başbakanına da sormuş... O da cevap vermiş:
"Ben, memuruma 3 bin sterlin veririm. Geçinmesi için 2 bin sterlin yeterli.
Artan bin sterlini ne yapar, nerede harcarlar, beni hiç ilgilendirmez!" Her ikisinden bu cevapları alan gazeteci, bu defa da Türk Başbakanına sormuş aynı soruyu:
"Türkiye'de bir memurun geçim standardı nedir? Kaç para ile geçinebilirler? Siz kaç para veriyorsunuz?"
O ne dese beğenirsiniz?
"Valla, Türkiye'de bir memurun geçinebilmesi için en az 800 milyon lira lâzım. Ama ben 400 milyon lira veriyorum!.. Geri kalan 400 milyonu nereden bulurlar, nasıl geçinirler beni hiç ilgilendirmiyor!"

26 Kasım 2007 Pazartesi

~yorumsuz~

Kalemi elime almaya ne zaman kalksam aklıma sen geliyorsun.Yazmayı istediğim o kadar zamanda korkup geri bırakıyorum elimden.Düşünüyorum sonra bu sayfa neden boş kalıyor diye.

Onca kez açıp bir iki satır bile yazamadan defteri neden kapadığımı anlayamıyordum.

Bu bembeyaz kağıt parçasının böyle kalması daha mı doğruydu?Acaba kendime itiraf edemediğim kaçıncı duyuları yeniden yazmak mı zor geliyordu bana.

Yine yeni baştan. Yine aynı duygular.Belki yazmamak için seni içimde yaşadığımdan kaynaklanıyordu.

Ne yazacaktım düşünüyorum sonra. Elime kalemi ne zaman alsam acıya dair satırları biriktirmişti defterim.Belki de bu yüzden bembeyaz düşlerde yaşatmalıydım seni.

Yazmayarak yaşamalıydım bu sefer belki.

Korkularımın yüreğimi hapsedip , yine acıya dönmesini istemiyordum çünkü.

Peki şimdi neden satırlara yenik düşmüştü bu kağıt parçası?

Hep yazdığım, yazarken yaşadığım yer değildi bu dört duvar. Önümde geceyi parlatan ışıklar diyarı vardı.

İlk kez gecenin karanlığında değildim. Işıl ışıl parlayan bir Ankara akşamındaydım. Akşam diyorum çünkü gece karanlıktı benim için.Oysa burası tam aksini ispatlayacak kadar aydınlık,gecenin yarısı geçeli çok olmasına rağmen.

İlk kez gökyüzüne bu kadar yakınım. Işıldayan şehirde aydınlığı keşke yıldızlar verseydi diyorum sonra.Bu teknolojiye,gelişime esir düşmüş şehir yerine, yıldızlardan alaydım umudumu diyorum içimden.

Toplsan üç tane yıldız var ve onlarda sokak lambalarının aydınlığında sönükleşiyorlar.

Bak yine yazamıyorum. Oysaki seni anlatmak vardı fikirlerimden taşan, sana seni yazmak,seni yazarak yaşamak vardı.

 

Şimdi durup dururken geceden, sokak lambalarından,yıldızlardan bahsetmeye ne gerek vardı dimi?

Bilemiyorum. Karışan düşüncelerimden hangisinden seni çıkarıp paylaşmalıydım buraya.

Korkularıma engel olup beklide duymayı beklediğin sözleri söylemeliydim.

Ne fark ederdi ki yazsam. Nasılsa sana ulaşmayacak cümlelerde kalmayacak mıydın?Acaba o da diye sorduğun soruların cevaplarını nasılsa duyamayacaktın benden.Belki yaşanılan onca hayal kırıklığının acısını sana ödetmek ağır bir cezaydı.ama beni anlamalıydın sen.Anladığını biliyordum da.Doğru kişi dediğim beklentilerimi hepsi sende birikmişken beni anlamaman imkansız zaten.

Diyorum ya kimi sevsem acıyı bırakıp gitti bedenimden.

Seni sevmekten korkuyordum evet.Her ne kadar ruh ikizim olduğunu bilsem de , geleceğimden korkuyordum .

Geçmişimin geleceğime yansıması hep bu yüzden işte.Bir gün beni diğerleri gibi bırakıp gideceğinden yana korkularım yine.

Her ne kadar senin için aksini yaşatacağını bilsem de , umutlarımın korkularıma yenik düşmesi hep bu yüzden.

Geçmişimin iz düşümlerini, peşimi bırakmayan gölgelerini geleceğimin aydınlığına engel olması bu yüzden.

Gün, güneş, masmavi gökyüzü her ne kadar gerçeği yaşıyormuş gibi gösterse de bizlere her şey karanlıkta yaşanmıyor muydu?

Bir yıldız seçmiştim sen diye.Onu izlerken parlayan br başka yıldızı gördüm sonra ,aralarındaki onca mesafeye aldırmadan birbirleriyle anlaşıyorlardı sanki.Bir o parlayıp sönüyordu bir de diğeri.Bir sen aydınlatıyordun beni,bir de ben seni.

Gün ışıyacak sonra.Biz kaldığımız yaşantılarımıza devam edeceğiz.Unutacağız birbirimizi,günlük telaşelerimize,görevlerimize ve hedeflerimize döneceğiz.

Sonra yine gece olacak ve tekrar belireceğiz gökyüzünde ,kaldığımız yerden birbirimizi yaşatmaya devam edeceğiz.

Benim yıldızım farklı olmalı bunu iyi biliyorum. Her ne kadar güneşin aydınlığına aldanıp parlaklığını yitirse de, gökyüzünde gözükmese de aslında kaybolmadığını bilmeliyim ben.

Günlük işlerimize dalıp unutmamalı, beni.

Gerçeklerden, gerçeklikten bu kadar kopmuşken ne bekleyebilirdim ki.Aşk bile kendini çağın gerekliliğine uydurmuştu.Nerde o eski zaman sevdaları şimdi düşününce aşk bile gülüyordur onlara. Değer mi diyordur.Birisi için dağları delmeye ne gerek var,deli olup çöllere düşülür mü hiç diyordur içinden.

Aşk diyorum kendini teslim etmedi mi sanallığa.

Gezeceksin,eğleneceksin,beraber vakit geçirip güleceksin sonra ,sonrası yok işte.

Aşk böylebr şey olmalıydı.Belkide ikimize seçtiğim yıldız gündüzleri bu yüzden yoktu.

Kendini göstermiyordu güneşin aydınlığında bu sebeple.Evet kesinlikle bu yüzdendi.Çünkü her ne kadar gündüz aşkın teknolojik halini gösterse de biliyorum ki gece bambaşka haliydi aşkın.

Yani aşk .yani bizim bildiğimiz şimdi eski hallerine gülen aşk gecenin karanlığında bu yüzden aydınlığa vuruyordu kendini.

Bir çeşit isyandı bu belkide.Ben buradayım bir yere gitmedim,siz aşk sandığınız ilişkilerinize devam etsenizde ben geceyi giyiyorum üstüme.

 

Bana en çok gece karanlık ve birbirlerini aydınlatan yıldızlar diyarı yakışır diye.Her yıldız başka bir gerçek aşktı bende.Yani bilinen ama unutulan.Var olan ama saklı kalan.

Peki sen hangisiydin benim için? Yani ay, güneş ya da yıldız?Belkide yıldızları sönükleştiren,gerçek aşk parıltılarına engel olan bir sokak lambası???

Vildan Özbekin