31 Temmuz 2007 Salı

Devrimci ruhlar ve şövalyeler

  

Uğruna kavga edeceğimiz, birilerini öldüreceğimiz değerlerimiz olmazsa; insan değil miyiz?!

Aşkımız bittiyse; hemen ayrılıp yenisini bulmazsak- hem de daha genç birisini- yaşamıyor muyuz?!

Sevgimiz; mücadelemiz olmalı ve onurluca savaşmalı mıyız hasımlarımızla?!

İnsanlık tarihi içinde gözyaşının sebebine baktığımızda; şiddet ve kan çıkar karşımıza.

Neden ne olursa olsun; ister kadın, ister toprak, ister güç söz geçirebilmenin yolu kaba kuvvet olarak süregelmiştir.

Sesini bile çıkaramayan insanlar, en küçük bir rahatsızlığında yumruğunu masaya vurabilecek cesaretle, karşısındakinin boğazını sıkma hakkını elinde tutar.

Fikir, düşünce, ülkü,inanç gibi

değerleri savunmak için, sadece akli bilgimiz yeterli değil günümüz koşullarında.
Mutlaka bel altı oyunları içinde olmamız lazım.
Sinsi planlarımızı uygulayabilmenin koşullarını bilip, racona ters davranışlar sergilemememiz gerekli.


Küfürse küfür, yumruksa yumruk. Elimizden geleni ardımıza koymama kahramanlığını gösterip, onurlu payeden pay kapmalıyız mutlaka.

Tabii koşullar herkese aynı ölçüde işlemiyor baylar bayanlar.Yaşam kaliteniz, hayat standartlarınız, medyatik kuvvetiniz bazı haklar sunuyor size.
"Benim de canım var, bende insanım, aynı haklara sahibim" diyorsanız yanılıyorsunuz.

Neden mi?
Düşünelim isterseniz.

Aşkınızdan gözünüz kör olmuş bir şekilde dolaşıyorsunuz ve hayatı yaşama amacınız sadece O. Hiçbir şey önemli değil. Para, pul, itibar. Varsa yoksa O'nu kazanmak için çabalıyorsunuz. Fakat o da ne ?! Başka birisi de, O'na aynı hisleri duyuyor. Üstelik karşılığını da alıyor!
Böyle bir durumda ne yapmalısınız?

a)Kader diyerek arkanıza bakmadan çekip gidersiniz.
b)Yılmadım, ayaktayım; mücadelem sürecek dersiniz.
c)Bu dünya ikimizide dar düşüncesiyle eyleme geçersiniz.
d)Büyük bir ihtimalle c dediğiniz için, kendinize güneş gören bir koğuş seçersiniz!

Bu durumda da:
Gazete manşetlerine "O bir Şövalyeydi" manşetiyle girmeyeceğinizi garanti ederim!

Gelelim devrimci olabilme senaryolarına. Evlisiniz ve canınız sıkıldı evli olmaktan. Herşey tek düze, sıkıcı, kısıtlanmaya gelemiyorsunuz. Nerde akşam, orada sabah yaşamak varken; çamaşır, bulaşık ,ütü dünyasında yaşamak ruhunuzu acıtıyor. Üstelik heyecan da kalmamış artık. Olmuş mu hayatınızda kocaman bir boşluk! Doldurma çarelerini düşünelim:

Yeni bir ev.Yeterli değil.
Yeni bir araba. Valla kesmez.
Yeni eşyalar.Hımmm mümkün değil.
Yeni bir sevgili.Tamam bu olur!

Peki gazete sayfaları ne yazacak bu sefer?
"Ahlaklı namuslu kadın, çok yakışan bir davranışta bulundu: Yeni sevgilisiyle mutluluklar diler, devrimci ruhundan ötürü kutlarız "mı?

Biraz gerçekçi olun.Gözlerinizi açın.
Hapishaneler devrimci ve şövalyelerle dolu öyleyse.
Hepsi aşık, hepsi seviyor, hepsi kahraman.
Nesli tükenen şövalye olabilmek adına, ilkel diye yerdiğiniz düşünceler kendi boyunlarınızda, dar ağacınız olarak sallanıyor ve geçirmek üzere başlar bekliyor!

Şanslınız uğrunda mücadele verecek davaya sahiptiniz.Yani b..k yoluna gitmediniz!

Ayda

 

Yüreğime

Yüreğime bir tutam gurur bırakıyorum tekrar. Hangi savaşın muzaffer komutanı, hangi yenilginin boynu bükük kılıcıyım bilemiyorum.
İnançlarımı seçiyorum bir kez daha. Bir kez daha duygularıma galip, aşka mağlup oluyorum...
Her yeni vücutla biraz daha eskiyorum ve her yeni aşkla biraz daha uzaklaşıyorum duygularımla inançlarımın iç barışına. Hatırıma kazınıyor bir bir 7 yaşından bugüne tüm aşklarım ve bütün aşklarımda yineliyorum kendimi. Her aşkta yeni bir aldanış oluyorum.
Ve yeni bir aldatış...
Can sıvısı sanki insanın. Hamuru ve tornası aynı. Kadının kancıklığıyla Erkeğin sıkça maymunlaşan iştahının ve dahi etin ete açlığının tutsaklığı misali, teker teker, sırasıyla kirleterek ruhlarımızı, inançlarımızı temizliyoruz. Bir ayinin parçaları oluyoruz ve kurban ediyoruz hissettiklerimizi inançlarımıza.
Yeni bir madalya takıyorum kibir ve gururuma. Bir aşkı daha arkamda bırakıyorum, gözümü kırpmadan, yüreğim paramparça. Bir Nisan gününü ekleyerek Eylül ayına, bahçemde açan Kasımpatıları okşuyorum. Hayata devam ederken yaşama ara veriyorum.
İnanmak ve güvenmek gibi erdemlerim vardır kendimle ilgili, kendime dair. Yaptığım her hatanın izi, dersi vardır. Adam olmak adına vazgeçtiklerim vardır, ki; hepsi için bin bir kere pişman olduğum, bugün olsa, bir an durmadan tekrarlayacağım. Hissedebilmek uğraşım vardır. Anlayabilmek ve öğrenebilmek çabam. Vazgeçilmezlerim vardır, çok canımı yakan, canımdan bir parça olan.
Aşka dair vedalarım vardır yalnızca.
Bildiğim mutlu sonu olan aşk yoktur.
Ve savaş meydanları ruhları yeni aşklara yelken açmış aşık cesetleriyle doludur daima.
Aşık olmak bir tek kez öldürür yalnızca.
İnanmak ve güvenmek ise binlerce defa...
Kaynak:?

"Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti yarın meçhuldür, O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür.."

Bu Gece Olmaz

Bu Gece Olmaz, Başım Ağrıyor
"- Hayatım, bu gece inanılmaz seksisin.
- Olmaz canım.
- Çok güzel görünüyorsun, muckkk.
- Bu gece olmaz, başım ağrıyor.
- Neden, çok mu ağrıyor?
- Pek değil, geçer uyuyunca(!)
- İlaç getirmemi ister misin?
- Hayır, bak geçiyor.
- Masaj yapayım mı?
- Tamam, geçti bak.
- Hayatım bu gece inanılmaz seksisin!!!
"Yurdumuz kadınının; en geleneksel "Canım sevişmek istemiyor" bahanesi üzerine, bilirkişi söylemlerine hoşgeldiniz. Yukarıdaki diyalog üzere, aynı yörüngede geçen konuşmalarda bir çeşit "Anlasana be adam!" anlayışının hüküm sürdüğü ülkemizde; üstü kapaklı konuşmalarda bulunmak, anneden kıza geçen bir miras olarak güncelliğini korumaktadır. Evlenilecek kızlara verilen öğütlerin başında; kocayı seksle cezalandırmak olduğu için: Yeniyetme gelinlerimiz aklının ermediği her sorunda, cazibesini silah olarak kullanmayı hak ve hakkı sayar. Canımı sıktın; sana sevişme mevişme yok.İstediğimi yapmadın; duvara tırmanda gör bakalım.Dediğim gibi olmadın; boyunun ölçüsünü al, aklın başına gelsin."Başım ağrıyor" bir cezalandırma cümlesidir, sevgili beyler. Artık nasıl bir kabahatiniz varsa birlikte olduğunuz insanın gözünde; zevk almak üzere yapacağınız eylem önüne set çekilir. Yılların süregelen arızalı düşünüş tarzlarından biridir bu anlayış. Uzmanların dilinde tüy bitmiştir. "Eşlerinizle tartışmalı da olsanız, münakaşa da etseniz; işin içine cinsellik karıştırmayın" diye. Bedensel ihtiyacın, anlaşabilme ile ayrı kefelerde olduğu; bunun da hiçbir şekilde, birbiri yerine geçemeyeceği söylenir durur.Amma velakin, bizde öyle mi? Hayıııırrrrr.Kadının en büyük silahıdır; erkeğin sevişme isteğine karşı koymak. Kendince istedikleri gerçekleşecek, memnun olmadıkları düzelecektir. Hani erkek; bedensel ihtiyacı karşılanmayınca, terbiye olup, ıslah olacak ya?!! Biçare dilberler. Bu gücün büyüklüğü karşında ve elinde böyle bir he-man kılıcına sahip olmanın gururu ile "Gölgelerin gücü adına, güç bende artık; dağları, delip geçerim" deyü düşünür durur!Sormak isterim aslında erkek tayfasına. Partneriniz sizi seksle cezalandırabilir mi? Sevişme ile istediklerini elde edebilir mi?Yoksa yıllardır söylenenler, bir şehir efsanesi değil de gerçek mi? Ayartma teknikleri ile, sizi yola getirmek mümkün mü? Büyük kadınlar, doğru nasihatlerde mi bulunuyor gençlere?!Şimdi bir yanda, uzmanların söyledikleri; bir yanda, yıllardır tecrübeyle sabit öğütler; bir yanda da, gerçek baş ağrısı sebepleri var. Acaba kadının gerçekten başı ağrıyabilir mi sevişme öncesi?Erkek ön sevişmeyi kısa tuttuğu için olabilir mi? "Hani bak, sen biraz uğraş bakalım; belki başımın ağrısı geçer, bir iki saate(!)" gibi bir durum söz konusu olabilir mi? İşin özü şudur ki; artık yeni sebepler bulmanın zamanı gelmiştir!"Başım ağrıyor" anılarımızda yer etmesi gereken bir emektar olarak; hizmetleriyle hep hatırlanacaktır. "Sana kızgınım fakat bu sevişmemi engellemez, çünkü bende istiyorum." demek hoş olabilir.Çözülmesi gerekenler için; konuşarak, farklı çözüm yolları bulunabilir. Sevişmek, sorunlar için feda edilebilecek bir diyet değildir.
Akıllı olmak lazım!
Alıntı...

Seyret, sus ve dinle

Bir gün bir dağ güneşle birlikte güne uyandı. Rüzgarın esintisiyle
ağaçlarının dallarını sallaya sallaya esneyerek gerindi. Güneş pırıl pırıl
ufukta tam karşısından doğuyor, onunla arasında masmavi bir deniz çarşaf
gibi günü karşılıyordu.

Dedi ki, "Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün
güneş bana gülümseyerek gün başlıyor."

Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yığınlarını andırıyordu.

Martılar çoktan uyanmış gökyüzünde dans ediyorlardı. O sırada dağ bir de
baktı ki, eteklerinde bir minicik fare denize doğru yürüyor.

"İiiiiiiiihhhhhh , bu da ne? Bu küçük fare benim manzaramı şimdi neden bozuyor?"

Onun oradan bir an önce gitmesini istedi ve şöyle bir titredi.

Tepeden aşağıya doğru bir kaç taş hızla yuvarlanmaya başladı. Fare sesi
duyunca hemen bir yüksek kayanın üstüne sıçradı ve oraya yerleşti. Düşen
taşlarda ona hiç bir zarar vermedi. Farecik de başladı denizin güzelliğini seyre...

Ara ara atlayan zıplayan balıklar denizin duruluğunda küçük halkalar oluşturuyordu.

Deniz dağın sıkıntısını anladı ve dağa seslendi:

"Neden böyle bir günde bir küçük fare için mutsuzluk oyununa başlıyorsun
ki? Bak ben dümdüzken balıklar da benim duruluğumu bozuyorlar. Ben onlara
kızıyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsız olamayız. Sen de
seninle birlikte yaşamak zorunda olanlara kollarını açmalısın. Güneş hiç
bulutlara bozuluyor mu? Benim ışınlarımı engelliyorlar diye kızıyor mu?

Kabul et gerçeği, herşey bir şeylerle bütün aslında. Fark ve güzellik de
burada. Bu sayede hergün ayrı bir şey öğretiyor bize; her gün ayrı bir ders
veriyor. Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DİNLE."

Dağ denize sordu:

"SEYRET, SUS ve DİNLE? O da ne demek?"

Deniz, "Bak... Seyrettiğinde güzellikleri göreceksin... Sustuğunda
kendinden başkalarının söylediklerini duyabileceksin...

Dinlediğindeyse onlardan öğrendiklerini uygulama fırsatı bulabileceksin..."

Fıkra

Kasabanin birinde bir papaz ve onun iki tane papagani varmis.Papağanlarda papaz gibi oldukca inançlı ve dindarlarmış. Sabah-akşam kafeslerinde oturup incil okuyup dua ederlermis, papazin cemaatinden bir kadınında 2 tane dişi papağanı varmış, papazin erkek papaganlari ne kadar ahlakli ise kadinindisi papaganlarida o kadar ahlaksizmis. Eve gelen misafirlerin onunde erkek istiyoruz! diye bagirirlarmis. Kadin sonunda dayanamamis ve papaza akil danismaya gitmis. Papaz da "Sen getir onlari bana benim papaganlarin kafesine koyalim da ahlak ogrensinler biraz, "Benim papaganlar sürekli duaeder" demis. Kadinda almis papaganlari getirmis papazin evine...Kafese girergirmez disi papaganlardan birisi "hey yakisikli, iki tane ucuz fahise ister misiniz kafesinizde" demis. Erkek papaganlardan biri otekine donup: "oglum butun dualarimiz kabul oldu lan sonunda....."

Erkekleşen Kadınlar

Bu kadar Amerikanlaşan dünyadan gına geliyor bazen insana.
Hayal fabrikası Hollywood başlattı bu işleri.
Ortalıkta son 15 - 20 yıldır dolaşan yeni bir kadın
kahraman tipi var ya.
Ondan bahsediyorum işte.

Böyle kadın, düşman başına dostlar.
Genç, güzel, ateşli, seksi, dinamik, çağdaş, görgülü,
zeki, eylemci, kültürlü ve korkusuz bir kadın bu.

Tam bir erkekeriten ya da erkeköğüten diyebiliriz yani.

Hani bilirsiniz yaşlı adam, genç metresinin,
kimi zaman ( hayat kadının ) üzerinde ölür ya.
Çok olur bu tür vakalar ve konuşulur.

Erkekler arasında genel de,
‘’ ne güzel bir ölüm’’ gibi algılanır bu olay.
Oysa ben hep kadını düşünürüm.
Düşünün üzerinizde birisi ölüyor.
Hem de o işi yaparken.

Bu filmlerde ki kadınlar da bana bunu hatırlattı nedense.

Hani hem eylemci, hem seksiler ya.
Sevişmenin en ulaşılmaz zirvelerinde dolaşırken,
yastığın altından silahını çekip,
perdenin arkasındaki adamı vurur
sonra da hiç bir şey olmamış gibi
sevişmeye kaldığı yerden devam edebilir.

Bir zamanlar Dişi Bond derlerdi bunlara.
Ama bu yeniler pek beter vallahi,
Bond’u mumla aratıyolar erkek milletine.

Bu kadar adam döven bir kadınla
yatağa girme cesareti gösteren erkeklere de
gıpta ediyorum doğrusu.
Ne cesaret ?

Beni de döver korkusu değil inanın.
Adam dövmekten nasır tutmuştur bu kadının her tarafı yani.
Ama Hollywod işte, izin vermiyor nasırlaşmaya.

Neyse efendim konumuza gelelim.
Hollywood’tan başlayan bu moda, siyaset dünyasına da yansıdı sonra.
En olmayacak işleri, en olmayacak kişilere yaptırma modası bu.

Hatırlarsanız aynı kafa Ariel Şaron’u da
kanat takıp barış güvercini yapmıştı.

Ortamı o kadar zehirliyorsunuz ki,
gün geliyor Mehmet Ağar barış güvercini oluyor yani.
Daha neler göreceğiz bakalım.

Ertuğrul Özkök Cemaatte Taşınma Zamanı
başlıklı yazısında bakın ne demiş bu gün ;

’’ Mesela...
Yıllardır türbanı tartışıyoruz. Bu sorunun çözümü için ilk adımı CHP atmalıdır.
Mesela...
Yıllardır Kürt sorununu çözmeye çalışıyoruz. Bu konuda ilk adımı MHP atmalıdır.
Mesela...
Yıllardır üniter devletin parçalanması, bölünme ve Sevr paranoyasıyla yaşıyoruz.
Bu konuda ilk güven verici adımı DTP atmalıdır.
Mesela...
Yıllardır bir kısmımız hayat tarzlarımızı, laikliği tehlikede görüyoruz.
Bu konuda en güven verici girişimi AKP yapmalıdır. ’’

Ne yani kadınlar hem adam dövüp,
hem de seksi olamazlar mı ? diye sorarsanız.

Olurlar, olurlar.

Ben sadece böylesiyle yatağa girmeyeceğimi söyledim, hepsi bu.
Hele öyle perdenin arkasında saklanmış adamlar filan…
Yok, ben almayım ama alana da mani olmayım.

Perdenin arkasında ki adamı vuracak bir kadın mı kurtaracak
yoksa bu memleketi, ne dersiniz ?

Ayhan Ünlü

30 Temmuz 2007 Pazartesi

Sıkıldım….

Kalabalığın içinde yalnız olmaktan sıkıldım…
Konuşup konuşup anlaşılamamaktan sıkıldım…
Eskileri düşünmekten sıkıldım…
Yenilerin bir şeye kar etmediğini yinelemekten sıkıldım…
Riya dolu sohbetlerden sıkıldım…
İkiyüzlü hayatlardan sıkıldım…
Kötü olmamak adına; hataları göre göre, bile bile susmaktan sıkıldım….
Birilerinin baskılarıyla dolu yaşamaktan sıkıldım….
Her gün aynı şeyleri yapmaktan sıkıldım…
Sabah aynı saatte o masaya oturmaktan, aynı sorunları yaşamaktan sıkıldım…
Evin eşyalarını düşünmekten sıkıldım…
Sevgilimin bazı umarsızlıklarından sıkıldım
Arada kalmaktan sıkıldım…
Sessizliğimle haykırdığım hiçbir şeyin hala anlaşılamamışlığından sıkıldım…
Kendi hayatımdan sıkıldım, ya çevrem????
Her gün haberlerde, aynı acı hikâyeleri dinlemekten sıkıldım…
Aynı yüzlerin, aynı yalanlarla, yaklaşan o güne kadar olan sürdürdükleri yalan rolleri izlemekten sıkıldım…
Ölümlerden sıkıldım,,,,
Yaşamlardan sıkıldım…
Kendimi, sadece kendimi alıp gidememekten sıkıldım…
Şuralardan, şu trafikten, şu kötü havadan, şu kötü insanlardan kaçıp da, kendimle kalamamaktan sıkıldım….
İnsanın kendine ait anları olması gerektiğine inanıp da, yapamadığım için, beceriksizliğimden sıkıldım…
Hep susmaktan, sustukça üzerime gelinmesinden sıkıldım….


Merhabalar;

Yukarıda yazdığım cümleler, çok yakın arkadaşımın ve benim bu günlerdeki ruh hali, çoğunuza yabancı gelmediğinden eminim… Düşündüm de; yukarıdakiler içerisinde, herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği o kadar çok sıkıntısı var ki…

İnsan hayatı nelerle boğuşmakla geçiyor…

Zor, gerçekten zor… Şu maddelerin bazılarında, arkadaşımla aynı sıkıntıları paylaşıyorum; ama tek başına değişim adına pek bir şey yapabildiğim söylenemez…

Mutlu son istiyorum, ama ne mümkün!
Sonra, bazen tek başıma kalmak istiyorum, ama ne mümkün
Ölümler desen, yapacak bir şey yok, takdir…
Hepimiz göçüp gidecez deyip geçiyorum…

İşte hep başkaları için yaşamak böyle bir şey arkadaşlar…
Böyle alıştırınca da, “ dur “ diyemiyorsunuz…

Alıntı...

Sevda yana düşer usta

Şair sevda yana düşer usta diye sorarken, bende mezar ne yana düşer diye sormak istiyorum. Merak etmeyin intihar eyleminde bulunmayacağım; ama Türk milletin şu pazara kadar değil, mezara kadar deyip, insanı yarı yolda bırakmasını anlamıyorum. Mezar bir yer ölçü birimi olması gerekirken bir zaman ölçü birimi niteliği taşıyor. Şimdi evet ölene kadarın kastedildiğini biliyor ve bunun bir zaman birimi olduğunu anlıyorum. Yalnız yarın ölen kişinin sadakati ile 3 yıl sonra ölecek kişinin sadakati ölçü alındığında arada ki farkı bu mezar olgusu kaldırıyor.

Çünkü insana sorarlar, sana verdiği sözü yerine getirdi mi diye, cevap evet mezara kadar dedi ve mezara kadar da beni yalnız bırakmadı der, burada mezar zaman kavramını yok eder. Mezar bizim toplumuzda zaman kavramında öte ayrıca bir ziyaret yeridir. Mezarı başında anılan insana, bir de mevlit okutabilir. Mezar ziyaretleri kişinin akrabalık derecesine göre değişiklik gösterir. Ölümün ilk zamanları ziyaretçisi çok iken ve sık iken zamanla, dostluklarda ona mezara gömülür ve ziyaretler azalır.

Arabesk kültürde de mezarın önemi vurgulanır bir kişiye bağlığının ifadesi mezara kadar sözü ile eş değer isede, o kişiye verilen cezada mezar ile eş değerdir. Ölürsem kabrime gelme istemem diye dile getirilir bu olgu. Bir de yeryüzü ile bağlantısının daha az olmasını isteyen dünyanın sillesini yemiş insanımız, mezarının derin kazılmasını ister. Mezar yeri beğenenlerde vardır, sevdikleri ile mezarda da beraber olmak isteyip toplu mezar alanlarda.

Mezarların başlarında bile işporta döner. Sucular ve hatta para ile dua edenler, insanın ölüsünün de üstünden para kazanılır, bir de mezar yerlerinin fiyatları farklıdır. Aşiyan’da boğaza manzaralı gömülmenin bedeli ile Zincirlikuyu’da gömülmenin bedeli farklıdır. Mezarın altı herkes için aynıdır, ama dışı farklılık gösterir, kiminin adı toprak ile yazılır, kimi ise mermer ile. Ev dışı farklıdır; ama mobilyaları aynıdır. Bizim mezara bakışımız bir başkadır.

Alıntı...