14 Mart 2009 Cumartesi

KENDİ KENDİNE SORULAR


Belki en büyük savaşları kendi içimizde yaşıyoruz, arzularımız korkularımızla çarpışıyor, özlemlerimiz kuşkularımızla vuruşuyor, hayallerimiz acı tecrübelerimizin bize kurduğu pusulara düşüyor, mutluluğa doğru coşkulu bir koşu tutturma isteği en olmadık anda kaçıp gidecek huzurun ihanetinden endişeleniyor. Özgürlüğe kendimizi bir boşluğa bırakır gibi bırakma dürtüsü, bizim özgürlüğümüzün bir başkasının esaretine yol açacağının tedirginliğiyle kuşatılmışken biz özgür olabilir miyiz sorusu büyüyor içimizde. Geçmişe olan borcumuz geleceği yaratma gücümüzü zayıflatıyor. Alışkanlıklarımız heyecanlarımızla boğuşuyor. Kendi kendimizle savaşıp, cevaplarını bilmediğimiz sorularla allak bullak oluyoruz. Bizim isteklerimiz başkasına acı verecekse, isteklerimizden vaz mı geçmeliyiz, vazgeçmenin bize çektireceği acı, sevdiğimiz birinin çekeceği acıdan daha mı az yaralar bizi?

Sevdiklerimize olan borcumuz ne, peki kendimize olan borcumuz?

Bu hayatı nasıl yaşamalıyız?

Huzuru mu aramalıyız heyecanı mı?

Yaptıklarımızdan pişman mı oluyoruz yoksa yapmadıklarımızdan mı, gelecekte hangisi takılır aklımıza?

Bizim mutluluğumuzun yolu bir başkasının mutsuzluğundan geçiyorsa, değiştirmeli miyiz yolumuzu?

İnsan en büyüksavaşı kendi içinde veriyor. Birbiriyle çelişen
duygularımızla hırpalanıyoruz, kimsenin görmediği bir savaş alanı gibi içimiz, kendi ölülerimizle doluyor, uygularımızdan hangisi galip gelirse gelsin, patlayan duygularımızla birilerinin vurulacağını biliyoruz artık. İsteklerimizi, coşkularımızı, özlemlerimizi evcilleştirmeli miyiz, kendi kendimizin avcısı olup kafeslere mı kapatmalıyız ruhumuzu?

Bilinmeyenin bizde yarattığı o çıldırtıcı merakın peşinden mi
koşmalıyız yoksa bilinmeyenden saklı olana duyduğumuz korkuyla geri mi durmalıyız.
Ne yapmalıyız, bu hayatı nasıl yaşamalıyız?

Kendimizden başka bir dostumuzun, kendimizden başka bir ordumuzun olmadığı bir savaşta bölünen ruhumuzun hangi tarafının zaferi için uğraşmalıyız. Hangi tarafı tutarsak tutalım neticede yine de bir tarafımıza ihanet etmiş olmayacak mıyız, ihanetsiz yaratılamayacak
bir geleceğin yükünü taşıyabilecek kadar güçlü müyüz?

Kaçsak, gidecek yerimiz yok, kendi kendimize tutsağız, savaşsak vuracağımız başkalarıyla birlikte yine kendimiz olacağız.
Ayaklanmış duygularımızın birbiriyle vuruştuğu bir savaş yaşıyoruz.
Geçmişten geleceğe ancak savaşla geçebiliyor ruhumuz, geçmişi olanın geleceği savaşsız yaratılmıyor. Hem mutlu hem huzurlu, hem coşkulu hem korkusuz, hem arzulu hem kuşkusuz olamaz mıyız,geleceği başkalarının
hayatlarına dokunmadan, onlarda acınacak yaralarla yaralanmadan yaratamaz mıyız?

Nedir bu savaşın ardındaki sır, hangi buyu bizi bizimle vuruşturuyor, hangi korkunç kader geçmişimizi geleceğimizle çarpıştırıyor?

Huzur bütün duygularımızı barış içinde tutmaksa eğer, hiç mi huzurlu olamayacağız, bir huzursuzluğa mı mahkumuz?

En korkunç savaşı kendi içimizde yaşarken, ne yapmalıyız?

Kim akıl verebilir bize? Kim bize yol gösterebilir?

Savaşa savaşa, her savaşta bir parçamızı öldürerek mi yürüyeceğiz hayatın içinde?

Her mutluluk bir acıdan mı süzülecek?

Pusularla, ihanetlerle, saldırılarla, geri çekilmelerle, mütarekelerle, kaçışlarla, esaretlerle dolu bir savaşı yalnız başımıza yaşıyoruz, kim galip gelirse gelsin bir tarafımız hep yeniliyor.
Yenilmeden galip gelemiyoruz.
Her zafer bir yenilginin izini bırakıyor derinimizde.
Zaferlerimiz kadar da yenilgilerimiz oluyor.
Kendi kendimizle savaşarak yürüyoruz.
Ve savaş, biz bittiğimizde bitiyor ancak.

Sevgi üzerine

Mahkeme salonunda, seksen yaslarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bitkin bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına: “Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?” Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı. “Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan...” Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu, mahkeme salonunda... Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu. Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı... Kadın neler diyecekti ? Herkes, onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:
“Bizim bir sedef çiçeği vardı çok sevdiğim... O bilmez... 50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye... İyi gelirmiş derlerdi. 50 yıl oldu bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi.
Taa ki geçen geceye kadar... O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım... Ben, böyle bir adamla 50yil geçirdim. Hayatımı umudumu her şeyimi verdim. Ondan hiç bir şey görmedim. Bir kerecik olsun benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim yemin ederim. “Hakim yaşlı adama dönerek; “Diyeceğin bir şey var mı baba?” dedi. Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu: “Askerliğimi Reisi Cumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime"mi de orada tanıdım. Sedefleri de...
Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısından onu hekime götürdüm. Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun... Lafım geçmedi...” O günlerde tesadüf bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona: “Gece çiçek sularsan geçer dedim. Adak dilettim... Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece O çiçek ben oldum sanki...” dedi adam.
O yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle... “Her gece o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey... Geçen gece de... yaşlılık... Ben de uyanamadım. Uyandıramadım...Çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi. Suçlandım... Sesimi çıkartamadım...” O anda gazeteciler dahil, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu... “Sevgide cömert ama sevdiklerimizi kırmada oldukça cimri olalım” Sevgi ne az bulunan bir şey ve karşılıksız olan. Değilmi. Sizcede oyle değilmi...
Sevgi olmasaydı diye düşündüğünüz oldu mu ? O zamn çocukluğunuzu düşünün,okul hayatını, arkadaşlarınızı ve en önemlisi ailenizi, sevdiğiniz... İyi düşünün... hayatınız şöyle bi gözden geçirin bakalım neler göreceksiniz

Sizin Kalbiniz Nerede?


Soru mu şimdi bu.Nerede olacak sol tarafımda bekler durur beni.
Evet biliyorum orada durup sessizce attığını..Ama adı kalp olanın içi başka biliyorsunuz. Kalp deyince bambaşka anlamlar yüklüyoruz üstüne bildik bileli. Sadece usulca atıp duran bir organ değil,aslında yaşam kaynağı hem manen hem somut olarak. Acıtıyor arada,soğuyor,ısınıyor.. Bazıları için tek yol haritası kalbinden geçerken bazıları için hiç yok bile denebiliyor. İnsanın en çok incinmeye müsait, nazik yönü galiba kalp.Karşınızdakinin kolunu kırabilirsiniz zaman olur yarası iyileşir ama bir kelimeyle kırdığınız kalbini bir ömür tamir edemeyebilirsiniz.

Anlaşılan hassas mevzular bu mevzular.Nereden esti derseniz eğer zaten her gün birlikteyiz diye cevap vermem gerekir. Birlikteyiz ama her an varlığını hatırlıyor muyuz? Ses çıkarmayıp sakin durduğu sürece unutup gidiyoruz ne halde olduğunu. O halde bir soralım bakalım sevgili kalbim nasılsın diye? ? En son ne için çarptın ölesiye?

Nerede bıraktınız onu en son? Sorun bir memnun mu yerinden.İyi bakılıyor mu yeterince özen görüyor mu? İlk gençlik çağlarında neredeyse elimizde gezdiririz birisi çıksa da versek diye,gençlik tabi kıymet bilmiyor. Zaman geçtikçe,yaralar, çizikler arttıkça aklımız başımıza gelir ve biraz daha kadifelere sararız.Korkarız göstermekten,yükselir duvarlarımız.Bu sefer yalnız kalmak istediğini düşünürler. Tek korkumuz geri alamamaktır oysa ki. Verilen geri alınmıyor geri gelse de aynı kalmıyor hiçbir şey. Bir gün tamam dersiniz verirsiniz birine. Geri almamacasına güvenirsiniz.Zaman geçer, atışları yavaşlar bazen.Unutursunuz eski günleri.Gün geçtikçe şekil alırsınız,yepyeni izleriniz,çizgileriniz olur üzerinde. Eskidikçe daha mı değerlenir dersiniz, o zaman kıymet bilen bir eksper bulmak gerekir.

Oysa şimdi daha olgundur, güçlüdür.Herkes için atmaz,seçicidir artık. Yepyeni sevgiler tatmıştır,evlat,torun,dostlar,kuşlar vardır belki de.. Kendini de sevmeyi öğrenmiştir.
Yaş ilerledikçe kıymeti anlaşılır,daha özenilir,gıdasına dikkat edilir. Ama sıcaklarda sıkışıp tekleyince doktora gösterdiğiniz gibi kendisini de yoklamalısınız arada...

Yeterli üretiyor mu acaba sevgisinden,belli ediyor mu çevresine? Yoksa hala tek mi kalmayı seviyor zannediyorlar sizi. Korkmayın sorun. Eskiden ne istiyordun şimdi geldiğin yerden memnun musun diye. Çünkü sevmek uğruna onu emanet etmişizdir hep birilerine..

Hatırladınız mı kimde kaldığını en son, ya da ne için ölesiye çarptığını?
Hatırlamıyor musunuz? O halde siz de onlardansınız. Kalp yerine mikroçipler taşıyıp sadece başkalarının nabzından faydalananlardan. Aşk,sevgi,çarpıntı geçmez mi hiç damarlarınızdan.En kötüsü sizinki be azizim. Hani bazıları bırakmış, bazılarınınki çalınmış ama sizinkisi sizde kalmış
O halde bir şiir size sevgili Ece Ayhan dan

Üç gencin kalbi

Bir gemici tanırım
Kalbini bir limanda bırakmış
Ya kaybolursa?
Ağlar çocukluğundaki gibi
Kalbini almaya gidecek hâlâ


Bir oğlan tanırım
Derin yeşil gözlü
Gönlü güney denizlerinin dibi
Kalbi ise yerinde
Birine vermeye gidecek
Bir gemi arar durur
Bulutlardan.


Bir şair tanırım
Onunki içler acısı
Kalbini asla vermemiş
Çalmışlar
Kalbi eski bir efsanede saklı.

peki sizinkisi nerede?




Hatırladınız mı kimde kaldığını en son,ya da ne için ölesiye çarptığını?





alıntı

Neler söylendi cesaret üzerine.?


herkes farklı şeyler söyler ama bir tek tanımı vardır..
herşeyini kaybetmeyi göze alabilmektir cesaret..

en başta da saygınlığını ve gururunu kaybetmeyi göze alabilmektir..
çünkü cesaret sadece kavgada değil, hayatın her alanında geçerlidir.. bazen "insanlar ne der" diyerek çekindiğiniz, saygınlığınızı, onurunuzu zedeleyeceğini düşündüğünüz şeyleri yapabilmektir..
herkes her an yaşamakta bunları..
o yüzden herkesin kendince örnekleri vardır.. burada saymayacağım tek tek..

tüm korkularından arınan insan, kaybedecek şeyi kalmamış insandır..
bunun dışında sonsuz bir yüreklilikten bahsedemezsiniz..
çünkü an gelir ve kaybetmek üzere olduğunu anlayınca geri adım atmak zorunda kalır insan..
kaybedeceklerinin verdiği korku ile olur bu..
kaybedecek bir şeyiniz yoksa, size çekilmiş bir kılıcın üzerine bile atlayabilirsiniz rahatlıkla..

kaybetmeyi göze alabiliyorsanız sizin için değeri olan şeyleri,
işte o zaman gözlerinizden bir damla yaş düşer ve siz bu acıyla atlarsınız ölümün kollarına.. eğer yapmanız gerekiyorsa..
eğer bunun bir yararı olacaksa.. yaşam kurtaracaksa..
sonucunu düşünmezsiniz.. sadece yapmanız gerekeni yaparsınız o an..
tüm duygulardan arınarak.. ve bu sayede de başarılı olursunuz çoğu kez.. zihninizi bulandıran duygulardan uzakta, berrak birşekilde önünüzü görüp ihtiyaç duyulanı yaptığınız için başarırsınız..

Şeyh Şamil'in hayatını okumanızı tavsiye ederim..
gözü karalığın, zeka ile birleştiğinde nelere sebep olabileceğini görün..
maddi yoklukların üstesinden sadece zeka ve sonsuz bir cesaret ile nasıl
gelindiğini hayranlıkla izleyin..

çok sevdiğim bir sözü vardır:

"sonunu düşünen kahraman olamaz.." der Şamil üstad

sonradan çarpıtılıp, yerli mafya dizilerinde kullanılır oldu ise de gözüpekliğin
bu kadar net anlatıldığı bir söz daha işitmedim..
gerçek cesaret bunun üzerine kuruludur..
o sözde anlatılmak istenen, kahraman olmak değil,
kahramanlığın ta kendisidir.. her bireyde yaşayan, yaşaması gereken bir haslettir.. yapılması gerekeni, gerektiği anda ve tereddütsüz ifa etmek..

bir sincap.. yılan yaklaşmakta yuvasına.. sürünerek, tıslayarak..
sincabın gözü öylesine döner ki yavrularının canının endişesi ile..
vahşice yılanın üzerine saldırır.. o küçücük, şirin, zararsız yaratık,
bir aslan oluverir birden bire.. ben böyle muazzam bir şey görmedim daha
önce.. cesaret nedir diye sorana hep o sincabı anlatırım..

uzaklarda aramayalım cesareti..
bu dünyanın çarkları öylesine sindirmişki hepimizi, olan bitene
eyvallah demeye öylesine alışmışız ki.. unutmuşuz
içimizdeki cevheri.. sincabın minicik yüreğine imrenir olmuşuz..

küçük sincaplar, pençeleriniz sandığınızdan daha güçlü..
lütfen bunu unutmayın..

İçinde Af ve fedakarlık Olmayan Mutluluk Yoktur



İki tip insanın mutsuzluğa mahkum olacağı belirtiliyor Birincisi, mutluluğunu gelecekte yaşayacaklarına endeksleyen insanlardır Bu insanlar mutlu olabilmek için sürekli olarak bir takım şartların yerine gelmesini beklerler Farkında olmadan yaşamı ertelerler Mutluluklarını şartlara bağlamışlardır Adeta gelecekleri bugünlerine ipotek koymuştur

Mutluluğumuzu engelleyecek olan şey, ancak beklentilerimizin doyumuna ulaştıktan sonra mutlu olabileceğimize inanmaktırİkincisi, geçmişte yaşayanlardır Geçmişte yaşadıkları bir dönem veya olayın sorgulamalarıyla günlerini geçirirler Kafalarından geçen düşünceler, geçmişe yönelik "eğer"ler ve "keşke"lerle başlıyordur Eskinin muhasebesinin içinde boğulurlar Kendilerine acıma eğilimleri vardır Kaderleriyle uğraşırlar Şansızlıklarını anlatır veya uğradıkları bir haksızlığın hayatlarına nasıl bedeller getirdiğine yakınarak yaşarlar Bu tip insanlar geçmişte yaşadıkları için bugünü ıskalarlar Mutluluk ise yaşanılan andadır Geçmişten çıkıp bugüne gelemeyenler için mutluluk yaşanabilir bir duygu olamaz

Geçmiş yüklerle doludur Herbirimizin yükü bir diğerinden farklıdır

Kimimiz eşine, kimimiz bir arkadaşına, kimimiz bir akrabasına kırgın

Kimimizin yükü, işyerinde yaşadığımız güç savaşlarına bağlı sürtüşmelerden doğar Birisine kızmışızdır İlişkimiz gergindir Kafamızda bu kişiyle verdiğimiz savaş enerjimizden çalar Kafamızdaki savaş için strateji üretmeye çalışmaktan verimliliğimizi kaybederiz

Kimimizin yükü yaşadığı bir ilişkidir İlişki çoktan bitmiştir Verdiğimiz emeğin, yaptığımız sevgi yatırımının haksızlığa uğradığını düşünmüşüzdür Kırgın ve öfkeliyizdir Bu yaşantımızın izleri daha sonraki ilişkilerimizde de kendini hissettirir

Kimimize çocukluğumuzda alamadığımız sevgi, yük olmuştur Ebeveynlerimiz tarafından seçilmediğimizi düşünmüşüzdür Hatta bu yükün etkisiyle bugünümüzde seçilmek ve sevilmek için o kadar çok çaba vermeye kalkışırız ki, sevmeyi unutan sevilme uğraşında biri olur çıkarız

Yükle yaşayan insanlar yorulurlar Genel bir hoşgörü kaybı oluşmaya başlar Niye olduğunu da bilemeyiz Hırçınlaşmaya başlarız Kendi yakınımızda aslında hiçbir problemimiz olmayacak sevdiğimiz insanlara karşı toleranssız davranmaya başlar hatta onları yok yere kırar sonrada üzülürüz

Yaşantımızın bir sonraki perdesinin bir öncekinin gölgesinde yaşanmasını istemiyorsak, yaşadığımız her ilişkiye hakkını vermek istiyorsak mutlaka bu yüklerden kurtulmamız gerekir

Şimdi bu bölüme dikkat edin;

1 Mutlu olabilmeniz, bugününüzü yaşayabilmenize bağlıdır
2 Bugününüzü yaşayabilmek ise üzerinizdeki yüklerden kurtulmanıza bağlıdır,
3 Üzerinizdeki yüklerden kurtulmanız, onları affetmenize bağlıdır

Bu hafta sonu herkesi affedin, kendiniz dahil!

Hesabınızı bitirin onlarla Onların da, sizin de, insani zaafları olabileceğini görün Onlarla paylaştıklarınızın içinde hoşluklar olduğunu da hatırlayın Yaşadığınız en kötü deneyimin dahi sizi güçlendiren izler bıraktığını bilin Affettikleriniz içinde mutlaka kendiniz de olmalısınız bunu da sakın atlamayın

Affettikçe hafifleyeceksiniz Hırslardan ve kavgalardan arınmaya başlayacaksınız Enerjinizi kendiniz için verimli alanlara kullanabilecek ve başarılarınızın arttığını göreceksiniz

Affetmek ruhu temizler Herkesin ihtiyacı var buna Bir kez düşünün..


Alıntı..

İyi ve Kötü



Leonardo da Vinci 'Son Aksam Yemeği' isimli resmini yapmayı
düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı...
İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son
akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde
tasvir etmek zorundaydı...
Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği
birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında,korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti.
Onu poz vermesi için atölyesine davet etti,sayısız taslak ve eskiz
çizdi.
Aradan 3 yıl geçti. 'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı,ancak
Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı....
Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce
bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.Günlerce aradıktan sonra
Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar
içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım
kenarına yığılmıştı.Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa
kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı
kalmamıştı.Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa
diktiler.Zavallı,başına gelenleri anlamamıştı.Leonardo adamın yüzünde
görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu...
Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden
kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.
Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:
'Ben bu resmi daha önce gördüm...
"Ne zaman?' diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.
'Üç yıl önce' dedi adam.. 'Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O
sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir
ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...'

İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır...Her şey insanın yoluna ne zaman
çıktıklarına bağlıdır...

10 Mart 2009 Salı

Mutlu Çocuklar Yetiştirmek


Çocuğunuza, ruhunu hayatı boyunca besleyecek "pozitif bakış açısı" kazandırın. Bu çocukları, kendinden emin, optimist ve başarılı yapıyor. İşte şu basit yolları deneyin...

1- Çocuğunuzla bire bir vakit geçirin. Onunla beraber yerde oturup yap boz yapın, mutfakta beraber omlet yapın, banyo yapmadan önce beraber yüzünüzü boyayın, parkta beraber kaydıraktan kayın.

2- Değer yargılarını geliştirin. Ona sorumlulukları olan değerli bir vatandaş olduğunu aşılayın. Etrafındaki insanların hayatında fark yaratacak kapasitede olduğunu gösterin. Mesela kullanmadığı oyuncakları beraber biriktirip, bir derneye bağışlayın. Eski gazeteleri biriktirmeyi, geri dönüşümü ona onun dilinde anlatın.

3- Aktivitelerde ona katılın, beraber bisiklete binin, beraber yürümeye, yüzmeye gidin, hem onu teşvik edersiniz hemde bol bol spor yapmış olursunuz.

4- Espri yapın, fıkralar anlatın, arada bir birbirinize takılın, bol bol gülün, gülmek daha fazla oksijen solumanızı sağlar.

5- Çocuğunuzu iyi bir iş yaptığında tebrik edin, ona hangi konularda başarılı olduğunu açıkça anlatın. Mesela ödevini bitirdiğinde "resminde kullandığın renkleri çok beğendim ..." gibi detay verin. Yaptığı proje hakkında konuşun. Çocuğunuzu hediye ile değil övgülerle ödüllendirin.

6- Çocuğunuzun iyi yemek yemesine özen gösterin. Yemek aralarında yoğurt, meyva ve bol su verin. Yemek yemez diye öğün araları çocuğunuzu aç bırakmayın, hem psikolojisini etkiler hem de kilo kaybına neden olur.

7- Çocuğunuza hayal gücünü kullanabileceği oyunlar yaratın. Resim yapmak hem hayal gücünü geliştirecektir hemde yaptığı resimden dolayı tatmin hissi doğacaktır.

8- Günde 4 kere çocuğunuzu kucaklayın, 8 kere öpün, 16 kere ona gülümseyin. Tüm bunlar size kat kat geri dönecek.

9- Çocuğunuzu dinlemesini öğrenin, lafını yarıda kesmeyin, başka bir işle ilgileniyorsanız, bırakın ve ona konsantre olun. Söylediği şeylerin önemli olduğunu onu dinleyerek gösterebilirsiniz. Bırakın aynı şeyleri tekrar etsin, siz hep aynı dikkatle dinleyin.

10- Mükemmeliyetçiliği bırakın. Çocuğunuzun yarıda bıraktığı bir işi bitirmeye veya düzeltmeye çalışmanız onun kendine güvenini sarsar. Masayı silerken atladığı köşeyi tekrar silmeniz veya beraber diktiğiniz saksıyı düzeltmeniz ona yaptığı işin iyi olmadığı hissini verecektir. çocuğunuzun yaptığı işi düzeltmek için elinizi uzattığınızda bir daha düşünün ! Eğer yaptığı iş tehlike yaratmıyorsa, sağlığa zararlı değilse elinizi geri çekin.

11- Karşılaştığı güçlükleri kendi başına aşmasını öğretin. Ayakkabı bağlarını yavaşta olsa bekleyin kendi bağlasın, çamaşırları asmanızda yardım etmek istiyor, beraber asın. Merdivenlerden kendi inmek istiyor, önünde yürümek şartıyla bırakın insin. Üstünden gelemeyeceği bir problemle karşılaştığında size problemi anlatmasını söyleyin ve çözümüne beraber karar verin.

12- Sevdiği şeyleri yapmasına izin verin, gereksiz kısıtlama enerjisini ve heycanını dışa atmasını engeller buda ona sıkıntı verir. Unutmayın... oyuncaklarını toplamayı öğrenmesi için önce dağıtabilmesi lazım.

6 Mart 2009 Cuma

HAYATTAKİ ÖNEMLİ ŞEYLER


Bazen birileri hayatınıza girer ve onların orada
olmalarının, sizin bazı amaçlarınıza hizmet etmeleri, size ders
vermeleri veya kim olduğunuz ya da kim olmak istediğiniz konusunda size yardım etmeleri demek olduğunu kesinlikle bilirsiniz.

Bu kişilerin kim olabileceklerini asla bilemezsiniz -
bir oda arkadaşı, bir profesör, bir arkadaş, bir sevgili ya da
tamamen yabancı biri - ama gözleriniz onlarla kilitlendiğinde,
işte o an hayatınızı çok derin bir şekilde etkileyeceklerini
bilirsiniz.

Bazen, başınıza gelen şeyler ilk başta korkunç, acı
verici ve adaletsizce görünebilir ama sonraları aksine o engelleri
aşmadan potansiyelinizin, gücünüzün, iradenizin ve yüreğinizin
asla farkına varamayacağınızı anlarsınız.

Hastalık, yaralanma, aşk, gerçek mükemmelliğin kayıp
anları ve aptallıklar, hepsi sizin ruhunuzun sınırlarını test
etmek için vardır. Bu küçük testler olmaksızın, her ne olursa
olsunlar, hayat hiçbir yere varamayan, pürüzsüzce asfaltlanmış
düz, yavan bir yol gibi olurdu. Güvenli ve rahat; ama aptalca ve tamamen anlamsız.

Tanıştığınız, hayatınızı etkileyen insanlar, tecrübe
ettiğiniz başarı ve çöküşler, kim olduğunuzu ve kim olacağınızı
bulmanıza yardımcı olurlar. Kötü tecrübelerden bile bir şeyler
öğrenilebilir. Aslında, bazen onlar en önemlileridir.

Eğer birileri sizi severse, karşılığında onlara hangi
şekilde yapabiliyorsanız sevgi verin, sadece sizi sevdikleri için
değil aynı zamanda size sevmeyi ve kalbinizi ve gözünüzü nasıl
açabileceğinizi öğrettikleri için. Eğer birileri sizi incitirse,
aldatırsa ya da kalbinizi kırarsa, onları affedin, size, güveni ve kalbinizi kimlere açacağınıza dikkat etmenin önemini öğrettikleri için.

Her gününüzü önemseyin. Her anın değerini bilin ve
onu bir daha asla yaşayamayacağınız için o anlardan alabileceğiniz
her şeyi alın. Daha önce hiç konuşmadığınız insanlarla konuşun ve
onların söylediklerini dinleyin!

Aşık olmanıza izin verin, kendinizi serbest bırakın
ve görüşlerinizi yükseltin. Başınızı dik tutun; çünkü her türlü
hakka sahipsiniz. Kendinize önemli bir kişi olduğunuzu söyleyin ve
kendinize inanın; çünkü eğer siz kendinize inanmazsanız
başkalarının size inanması güç olacaktır. Hayatınızda istediğiniz
her şeyi yapabilirsiniz. Kendi hayatınızı yaratın ve daha sonra
dışarı çıkıp hiç pişmanlık duymadan yaşayın! Ve eğer birilerini
severseniz bunu onlara söyleyin; çünkü yarının neler sakladığını
asla bilemezsiniz.

Yaşadığınız her günden hayata dair bir ders alın!
Bugün; dün için endişelendiğiniz yarındır. Buna değer miydi?


Sharon Zeff

Çeviren: Emine Ünal

 

www.ikyworld.com

Bu Belki Son Günündür


Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu.Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti.Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizceoturup kalmıştı. Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenipduruyordu; -Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açıkmavi gömleği ütülemeni söyledim. "Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!"muş.Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içikararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun? -Tamam bey, bitti işte. Adam açık mavi göleği hışımla aldı; -Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neyeyarar. Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşinisakinleştirmeye çabaladı; -Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin. -Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım.Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara 'Hoş geldi'demeliyim. Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasınıçalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşininhalinden endişelendi, "Bir kaza yapmasa bari..." Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmayaçalıştı. -Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık birkahvaltı hazırlayıp getireceğim. Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemenneşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu,cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmaletmedi. Biraz sonra çocuklarına seslendi -Kahvaltınız hazııır! Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatiniçekti. Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı.Radyo'da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikteolacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren osandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının hergün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı. Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun birtrafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. "Geç kaldım diye acele edip acaba oda..." Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı. -Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin,oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamammı? Çocukları uslu, söz dinler olduğu halde, çok kısa süreli de olsa evde yalnızbırakmak zorunda kalsa tekrar tekrar tembihte bulunurdu. Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı.Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiylekabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Göz yaşlarınıçocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özengösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderkenkendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından dakaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi. -Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak?Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında? Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akangözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak içinhamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı. Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; "Haberleri mi dinledin?"diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı,sonra eşinin yanaklarını sildi.Hanımı zorlukla sordu; -Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün? -Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyiunuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim... O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğinidüşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimigülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı,yanaklarından öptü. -Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadarsevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Neyapalım, ben de geri döndüm.

 

Yazan : Ahmet Ünal ÇAM

 

www.ikyworld.com

Geleceğimizi ;Yaşam Koşullarımız değil ,Verdiğimiz Kararlar Belirler.!

Hepimizin rüyaları vardır, değil mi?
Hepimiz; ailemizde, arkadaşlarımızda ya da diğer kişilerde belirgin bir yolla şu ya da bu şekilde fark yaratabilen, özel insanlar olduğumuza inanmak isteriz Yaşamımızın herhangi bir anında, gerçekten neleri istediğimiz ve neleri hak ettiğimiz konusunda bir fikrimiz olmuştur
Bununla birlikte çoğumuz yaşamın güçlükleriyle karşılaşınca, rüyalarımızı unuturuz Özlemlerimizin geleceğimizi şekillendirmedeki gücünü unutarak, onları bir kenara bırakırız Güven ve ümidimizi kaybederiz
Yaşamda herşeyi değiştirecek gücün, içimizde uyuyor olduğunu hatırlamayız Bugünden başlayarak, bu gücü uyandırabilir ve rüyalarınızı yaşama geçirebilirsiniz

Olumlu düşünme, şüphesiz önemli bir başlangıçtır Elbette nelerin ne kadar yanlış olduğu yerine, nelerin nasıl çözümleneceği üzerinde durmalısını
Ancak tek başına olumlu düşünce, yaşamımızı değiştirmek için yeterli değildir
Nasıl düşündüğünüzü, nasıl hissettiğinizi ve yaşadığınız her gün yaptığınızı değiştirmek için, bazı stratejilere ve adım adım neler yapacağınızı gösteren planlara sahip olmanız gerekir
Yaşamınızda bazı şeyleri değiştirmek ya da geliştirmek istiyorsunuz değil mi? Değiştirmek istediğiniz şeyleri iki grupta toplayabiliriz;

ya hislerimizi (daha fazla güven duymak, korkularımızı yenmek, mutlu olmak, geçmişte olanlar için kendimizi daha iyi hissetmek gibi)

ya da eylemlerimizi (sigarayı, içkiyi, ertelemeyi bırakma gibi farklı şeyleri)
değiştirmek isteriz

Asıl sorun; herkesin bu değişiklikleri yapmak istemesine rağmen, çok az kişinin bunların nasıl yapılacağını bilmesi ve sonsuza kadar sürdürebilmesidir
Bunun için bazı temel teknikleri kullanarak, yaşamınızın kalitesini denetlemeye ve değiştirmeye başlayabilirsiniz

Şu anda bu sürecin sizin lehinize çalışması için gerekli olan tek şey, değişimin mümkün olduğuna inanmakla işe başlamaktır
Geçmiş önemli değildir Geçmişte işe yaramayan hiçbir şeyin, bugün yapacaklarınızla herhangi bir şekilde ilgisi yoktur
Şu anda yapacaklarınız, geleceğinizi şekillendirecektir Hemen şimdi kendi kendinizin dostu olmalısınız
Olanlar için kendinizi yıpratmak yerine, derhal sorunlarınızın çözümü üzerinde yoğunlaşmalısınız

YILGINLIK HİSLERİNİZİ TERSİNE ÇEVİREBİLİRSİNİZ

Yaşamda sık sık, gerçekten kontrol edemeyeceğimiz olaylar olur
Çalıştığımız şirket küçülür ve işten çıkarılabiliriz Eşimiz bizi terk edebilir Aile fertlerinden biri hasta olabilir ya da ölüme çok yaklaşabilir Bu gibi durumlarda artık yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığı hissine kapılabiliriz

Belki de bir iş bulabilmek ya da sadece kendinizi daha mutlu hissedebilmek için, bildiğiniz her şeyi denemiş olabilirsiniz
Hiçbir şey işe yaramamış gibi gözükebilir Elimizden gelenin en iyisini yaparak, yeni bir yaklaşımı denediğimizde hala amacımıza ulaşamamışsak, genellikle bunları tekrar denemeyiz
Niçin? Çünkü hepimiz acıdan kaçmak isteriz! Hiç kimse başarısızlığı tekrar yaşamak istemez
Hiç kimse sadece hayal kırıklığına uğramak için, bütünüyle kendisini vermez Genellikle bu hayal kırıklığı deneyimlerinden sonra, tekrar denemekten vazgeçeriz! Böylece hiçbir şeyin işe yaramayacağına inandığımız noktaya geliriz
Halbuki yanılıyorsunuz Her şeyi yapabilirsiniz! Bugün, algılama ve eylemlerinizi değiştirerek yaşamınızdaki herhangi bir şeyi değiştirebilirsiniz

Yaşamınızı tersine çevirmede ilk adım, bir şey yapamayacağınız ya da çaresiz olduğunuza ilişkin inancınızdan kurtulmaktır
Bunu nasıl yapabilirsiniz? Genellikle insanlar geçmişte denediklerini, fakat başaramadıklarını söylemektedirler
Geçmiş geleceğiniz değildir , Dün ne yaptığınız önemli değildir, şimdi ne yaptığınız önemlidir Bugün yapacaklarınız üzerine yoğunlaşırsanız, her şey daha iyi olacaktır

Mesaj basittir Amaçlarınızın peşinde giderken, sabırla ve esneklik duygusunu kaybetmeden, yoğun ve sürekli eylemde bulunur ve çözüm yoktur duygusunu bir kenara bırakırsanız; eninde sonunda istediğinizi elde edersiniz
Derhal, küçük bile olsalar, bugün yapabileceğiniz eylemler üzerinde yoğunlaşmalısınız

KARAR VERMEK

Daha önce yaşamınızın herhangi bir kısmını değiştirebilecek güce sahip olduğunuzu söylemiştim
Peki, o nerededir? Onunla nasıl anlaşacağız? Hepimiz yeni sonuçlara ulaşmak için yeni eylemler yapmak zorunda olduğumuzu biliyoruz, fakat hepimiz eylemlerimize bir kararın babalık yaptığını anlamak zorundayız; kararın gücü, değişimin gücüdür
Tekrar belirtmeliyim ki, yaşamımızdaki olayları her zaman kontrol edemeyiz, fakat bu olaylarla ilgili olarak ne düşüneceğimizi, neye inanacağımızı, ne hissedeceğimizi ve ne yapacağımızı kontrol edebiliriz

Yaşamımızın her anında kendi kendimizi kabul etsek de, etmesek de; yeni seçimlerimizin, yeni eylemlerimizin ve yeni sonuçlarımızın nedeninin sadece bir ya da iki karara bağlı olduğunu hatırlamalıyız

SONUÇTA GELECEĞİMİZİ ; YAŞAM KOŞULLARIMIZ DEĞİL, VERDİĞİMİZ KARARLAR BELİRLER