2 Ekim 2012 Salı

Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!

Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir. 1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel Ödülü kazandırmıştır. Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz -anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.

Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır?

Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır. Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.

Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur. Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha büyüktür.Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor: Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır.

Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir.

Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa...

Proteinlerden şeker. Bu ziyan sendromuna kaşeksia (cachexia) denir. Kaşeksia vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz,

karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden) "glükoneogenez" (yeniden glükoz yapımı) işlemiyle, şeker elde etmesidir.

Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker.

Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size?

Yani karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak?

Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur (işe de yaramaktadırlar).

Çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür.

Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez.

Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez. Çünkü şeker kanseri beslemektedir.

Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir?

Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir.

Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır.

Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir.

Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi!!!!

Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar.

Bunlardan biri 'Laetrile'dir.

Kaşeksialı hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir.

Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir "akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır.

Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır.

İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar.

Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.

Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır.

Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır.

Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever.

Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir.

Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın.

Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz.

Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı.

Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine "Sağlığa zararlıdır.

Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu.

Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.

(Editörün notu: Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok).

Kaynak: International Wellness Directory. Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı?

İngiltere'de 1815'de 5 kg cıvarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi 1970'de 50 kg 'ın üzerine çıkmıştır. 1

970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir.

Türkiye'deki durum da artık çok farklı değildir. Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır.

Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir.

Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;

* Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.

* Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.

* Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.

* Bol taze sebze ve meyve yiyin.

* Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın.

Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.

* Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.

* Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.

* Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse manda sütü kullanın.

Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.

* Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.

* Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.

* Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!! ).

* Stresten uzak durun.

* İyi uyuyun.

* Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.

* D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.

* Yeteri derecede egzersiz yapın!!!!

* Asla alkol kullanmayın.

* İşlenmiş soya ürünü yemeyin.

* Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.

* Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler !!!!

* Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.

* Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.

 

Prof. Dr. Ahmet AYDIN

İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı

İnsanoğlunun en kötü 3 icadını asla unutmayın

1. Eroin

2. Atom bombası

3. Şeker

Dr. Ahmet ALTINER

 

26 Eylül 2012 Çarşamba

90'li Yillarda Cocuk Olmak (Fotografli)

 

 90'lı Yıllarda Çocuk Olmak

Birçok güzelliğin bir arada yaşandığı, teknolojinin henüz arkadaşlıkların önüne geçmediği bir devirde geçti çocukluğum… 80'li yılların sonu ve 90'lı yıllar hem dünyanın hem de Türkiye'nin hızla değiştiği bir dönem olması hasebiyle çocukluk evresi için mükemmel bir dönemdi. İş bu makale, çocukluğumu geçirdiğim sokağa ve okuduğum okullara geçen hafta yapmış olduğum nostaljik ziyaret sonrasında kaleme aldığım yazıdır.

Uludağ'ın eteğinde olan ilkokulum ile evimiz arasındaki mesafe200 metreolsa da, çocukluğumun bakış açısı ile bu mesafe kilometrelerce uzak sayılırdı. 7 yaşında sınıf öğretmenimizin bize dünyanın kuzey ve güney olmak üzere 2 yarım küreden oluştuğunu öğretmesinden sonra evimizin okula göre güneyde olduğunu tespit etmiştim. Bu bilimsel tespit tamamen okuldan evimize giderken kullandığım yolun bayır aşağı olmasından kaynaklanıyordu 

Kütüphane ve ansiklopedi yıllarıydı. Çünkü bir dönem ödevi verildiğinde, kütüphaneye gidilip ansiklopediler karıştırılır, sonra da uzun uzun temiz ödevler hazırlanırdı. Bazı arkadaşlarım bu ödevleri hakikaten temiz olması gereken ödev olarak düşündükleri için ödevin küçük bir kısmında mürekkep izi olduğunda ödevi baştan yaparlardı. Pilot kalemlerin ilk defa piyasaya çıktığı, dolma kalemlerin moda olduğu bir dönemdi… Kurşun kalemlerde ise 05-07-09 uçlu kalemleler ve ucu çıkarılıp kalemin arkasından soktuğunda ucundan yeni uç çıkan kalemler çok revaçtaydı. Kurşun kalemlerin ucu köreldiğinde kalemtıraşla beraber çöp kutusuna kadar gidip kalemin ucunu açmak rutin işlerden birisiydi. Okuldan eve dönüşte bir an önce sokağa çıkıp oyun oynamak için ertesi günün ödevlerini bitirmek, yapılan en rutin işti. Çünkü sonrası sokağa açılan büyük bir kapı ve sınırsız bir özgürlük demekti… 

Hikâye ve masal kitapların en güzel olduğu yıllardı. Ezop masalları, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah, Sinekli Bakkal,  Halikarnas Balıkçısı (Aganta Burina Burinata), Çalıkuşu, Yaprak Dökümü, Don Kişot  gibi kitaplar Setbaşı kütüphanesinde güneşin batışı eşliğinde okunur ve bu zevke  paha biçilemezdi. Solo testte bir kere "Bilim Adamı" olununca herkesin kendisini Einstein zannettiği yıllardı.

Mezuniyette ise Burak Kut'un "Benimle Oynama" şarkısı eşliğinde balo yapılır ve dans edilirdi. Macarena dansı ise o dönemin en büyük modasıydı. Şimdi hala yapılıyor mu bilmiyorum ama hatıra defteri diye bir kavram vardı. "Bana bu güzel sayfayı ayırdığın için …"şeklinde klişeleşen ilk cümleden her zaman nefret ederdim.

Sokakta birçok oyun oynardık. Bu oyunların kralı tabii ki futboldu. Mahalle maçları denilen bu enstantaneler, üzerine kitap yazılabilecek ve içinde enteresan diyalogların bulunduğu olaylar topluluğuydu. Her mahallede olduğu gibi bizim mahallede de bir mahalle abisi vardı. Maçlarda hangi şutun gol olup olmadığına, faul, ofsayt, penaltı gibi konularda bilir kişi olan ve aynı zamanda mahalle takımının kaptanı olan bu zat-ı muhterem, kendisi maçlarda oynamasa bile maçtan birisini çıkartıp topun göğsüne doğru atılmasını istemesi an meselesidir. Dokunulmazlığı vardır. Maç başlamadan önce plastik top mahalle abisi tarafından yukarı doğru çevrilerek atılır ve bu şekilde yuvarlaklık testi yapılırdı. Takımlar kurulurken eşit sayı sağlanamazsa sayıca az olan takımdan bir kişi hem kaleci hem oyuncu olurdu. 3 korner 1 penaltıydı. Penaltıda kaleciye güvenilmezse mahalle abisi kaleye geçerdi ancak bu durumda kural gereği 2 adet penaltı atılırdı. Kaleci topu 3 kere sektirirse orta sahaya kadar açılmak bir zorunluluktu. Maçlarda bazıları Ertem Şener'liğe soyunur; hem oyun oynar, hem de spikerlik yapardı. Gol sevinçlerinde Bebeto taklit edilirdi. Herkes kendisini bir futbolcuya benzetir, turnuvalarda ise gerçek takım isimleri kullanılırdı. Ben Schmeichel'dim çünkü mahalle kalecisiydim. Sokakta direklerin olmayışından ötürü taş ile kurulan kalelerde kaleci ve forvet olmak çok zordu zira taşın üzerinden geçen topu gol olup olmadığı bir türlü belirlenemediği için birçok defa tartışma çıkar ve "taş üstü" kavramı bir türlü netleştirilemezdi. Mahalle maçlarında gol olup olmadığı belli olmadığında şutu çeken oyuncu rakip takımın oyuncularından birisini tavlayıp gol olduğuna ikna ettirirse olay yeniden alevlenir ve "Adamın Gol Diyo" denilerek gol geçerli sayılırdı. O saatten sonra golün sayılmaması gibi bir imkân bulunmamakta ve gol olduğunu kabul eden zavallı çocuk da mahalle abisi tarafından takımdan aforoz edilirdi. Özellikle penaltı durumlarında kaleci "Abanma ve pis burun yok" diye uyarıda bulunur, penaltıyı atan kişi eğer ağır abiyse zaten bu uyarıya gerek kalmadan "Korkma, teknik vurucam" diyerek kalecinin yüreğine su serperdi. Bir de her gün işten dönen bıyıklı ve göbekli, en orijinalinden has Türk amcalar olurdu. Ellerinde poşet, arkla ceplerinde gofret; o mutlu, biz mutlu işimizi yaparken birden oyunumuzu böler, topu ister ve sivri burunlu kundura ayakkabısının ucuyla pis burun vurarak oyunumuzun içine ederdi. Tabii ki hınzır mahalle grubu olarak bu amcadan intikam almalıydık! Ertesi gün patlak bir topun içini taşla doldurduk ve o amcanın işten dönüş saatinde topu tam penaltı noktasına koyup beklemeye başladık. Güzel amcacığım her zamanki gibi kendinden emin tavırlarıyla topa doğru koşup bilmiş bir edayla topa abanmıştı. Sonrası malum… Hepimiz toz olmuştuk, tabii ki  o günden sonra maçlarımız asla bölünmedi…

Maçlarda kullanılan toplar genelde plastik Cames toplardı. En son gördüğüm Cames top 6 katlıydı. Şimdiler hala devam ediyorsa 985 katlı olanı çıkmıştır belki. Top demişken, bir de mahallemizin cadı teyzesi vardı. Sanki "Bahçeme top kaçsa da şunların topunu kessem" diye balkonda nöbet tutardı. Neymiş efendim, bahçesindeki güller kırılıyormuş!  Biriktirdiğim tüm harçlığımla aldığım ilk meşin topum bir gün yanlışlıkla onun bahçesine kaçınca birden hortladı ve topu eline aldı. Hemen içeri girmesiyle çıkması bir oldu. O kadar biriktirip de aldığım o güzelim topu kesmiş, kıs kıs gülüyordu. O kadının kıs kıs gülmesiyle benim gözlerimi kısarak intikam bakışı yapmam bir oldu. Kan tepeme fırladı. Zaman intikam vaktiydi! Caddenin hemen üzerinde bir mermerci vardı. Gidip oradan 2-3 teneke mermer suyu istediğimde adamın yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz. Ne yapacağımı  bilmiyordu ama benim planım gayet basit ve etkiliydi. Akşamüstü tüm mermer sularını güzelce o cadı teyzenin bahçesine boşaltıverdim. Sabah olunca bir kıyamet koptu mahallede. Aman Allahım! Çiçekler el-fatiha olmuş, kadın ise beni arıyor 

Bir de sadece kızların oynadığı ip atlama vardı. 1'ler, 3'ler, bel altı, bel üstü, koltuk altı diye giderek yükselen "level"ları olan enteresan bir oyundu. Kızların bu işi biraz abartıp ipin seviyesini uzaya kadar çıkarmadıkların şükretmek lazım 

Bisikletlerin en gözdesi BMX bisikletti. Bu bisikleti olanlardan "Abi köşeye kadar bi tur atıp gelicem, söz!" şeklinde izin istenirdi. Bisikletlerin bazılarında ise sadece arkadan fren yani "kontra pedal" bulunurdu. Frenleri tutmayan bisikletlerde ise ayakkabıyı arka lastiğe sürterek bisikleti durdurmak büyük yetenek isterdi. Bazı bisikletlerde dinamo kullanılarak ön far yaktırılır, süsleme sanatı için de bisikletlerin jantlarına boncuklar takılarak sürüş esnasında güzel bir ses çıkması sağlanırdı.

Bayram veya uzun tatillerde en büyük muzipliğimiz toplu halde zillere basıp kaçmak ve kahvehane telsizinden kendimize gazoz sipariş verip toz olmaktı. Herkesin imece usulü katkılarıyla çayırlıkta yapılan pikniğin tadı şimdilerde yaptığım tuzda balık ve alaturka yemeklerde bile olmayan bir lezzetti. Nüfus sayımlarındaki sokağa çıkma yasağı itinayla delinerek ana caddelerde maç yapılırdı.

 

Bu devirde olmayan ama o zamanların en büyük kültürü, sokak bakkalı ise çocukların en uğrak yeriydi. Özellikle elindeki parayı sıkıca tutmaktan parayı buruş buruş yapan çocukların bakkala "Amca bu parayla ne alınır?" demesi çocukluğun saflığın en güzel sahnelerindendi. Kocaman kolonya şişesi, tava yoğurtları ve 1 litrelik cam şişede sabahları gelen taze sütleriyle özdeşleşmiş bir yerdi. Çocuklar için  leblebi tozu, içinden bilye ve bilimum hediyeler çıkan kaymaklı külah, oralet, Yumiyum, kutusunda plastik maşa bulunan ama kimsenin onu kullanmayıp avuç avuç aldığı şekerleme solucanlar, üçgen pramit şeklinde naylonda renkli kolonyalar, Taç Kraker, Çizi Kraker, Haylayf Kraker, kazı kazan, Turbo sakız, Tipitip, Sulugöz, Kent sakız, Meybuz, Patsito, Probis,Tombi, deterjanlar içinden çıkan hediyeler, çatabat, torpil, kızkaçıran, füze, mantar tabancası, Çokomel, Eti-Puf, Bigbabol, Çokoprens, Balık kraker, Elvan gazoz, Uludağ gazoz, 2 litrelik cam şişede Coca-Cola depozitolu şişe, on yüz bin milyon baloncuk Fruko, pervane, lolilop, vampir dişi, Slinky, Negro, Bonibon, içinde çikolata bulunan altın lira, yanında plastik kaşığı ile satılan Çokokrem, Çokoprens, ince belli bardakla verilen çekirdek, dövmeli sakızlar, Buz Parmak, Meybuz,  horoz şekerİ ve şemsiye çikolata alınabilecek en güzel ürünlerdi. Kinder sürpriz yumurtanın ise önce çikolata kısmını özenle yenir, sonra da kutudaki oyuncak kurulup odanın başköşesine yerleştirilirdi. Bakkala ek olarak mahalleden geçen pamuk helvacısından alınan helva ile dondurmacıdan alınan "Sütal" dondurmanın "dadından" yenmezdi.

Oyunun en güzel yerinde bir annenin balkona çıkıp kendi çocuğunu eve çağırması ya da bakkala göndermesi Muphy'nin en güzel işleyen kanunuydu. Anlayışlı anneler bakkaldan bir şey alınacağı zaman sepeti aşağıya kadar sarkıtarak kendi çocuğunun oyundan çıkmasını minimize eder; bizlerin alkışını alırlardı. Akşam ezanı, oyunlar için bir bitiş düdüğü hükmündeydi. Maç esnasında susadığımızda geri çıkamama riski sebebiyle asla eve gitmez, suyu bir alt komşudan isterdik. Terli terli kana kana içilen bir bardak soğuk suyun tadı hiçbir şey de yoktu. Yumurtanın yarısını diş macunu ile fırçalayıp yarısını fırçalamamak suretiyle sirkeye atarak çürüyüp çürümeme deneyini yaptıktan ve annenin bakkala gönderdikten sonra yolda 5′e 6 maç yapan mahalle arkadaşların yakalayıp maça zorla dahil etmesinin sonucu olarak eve geç dönüldüğü için de anneden güzel bir azar işitilirdi.

Mahalleden ne zaman bir sinek arabası geçse, tüm çocuklar peşine takılır ve ilaçlı hava en güzelinden solunurdu. Yazları su tabancası ile su savaşı yapılır, inşaat boruları ile füzecilik oynanırdı. Füzeciliği ileriye götürüp borulara dürbün taktıran bile olurdu. Açık havalarda ise uçurtma şenlikleri düzenlenir, kaykay turnuvası içinse bayırların en diki bulunurdu. Köpüklü sularla baloncuklar üflenerek yarışma yapılır,yeni alınan arabaların benzin dolum kapağına, işeyen çocuk figürü yapıştırılırdı. Naim Süleymanoğlu'nun halteri kaldırmadan önceki o  bir kaç saniyede alt dudaklarını ileri itip nefesini yukarıya doğru üfleyerek saçlarını havalandırması tüm çocuklar için bir idol olmuş; bu karizmatik hareket penaltı atacak her çocuğun standart bir refleksi haline gelmişti.

Kuponla Meydan Larousse, televizyon, hatta arabanın verildiği bu dönemde benim en çok hatırladığım Sana margarinlerin kapakçıklarının biriktirilerek PK 34… Şişli/İstanbul'da bir adrese gönderilmesiydi. Bu adres beynime o kadar çok kazınmıştı ki, üniversite için İstanbul'a gittiğimde, ilk olarak Şişli'nin nasıl bir yer olduğunu öğrenmek istemiştim. Gazete kuponları o derece abartılmıştı ki; ultra kupon, mega kupon diye kampanyanın son gününe kadar telafi kuponları verilirdi.

Evdeki durum ise dışarıdaki durumdan tamamen farklıydı. Kapının kenarlarına ayaklarımızı dayayarak tepeye kadar çıktığımız gün kendimizi büyümüş sayıyorduk. Pazar günleri yıkanma günüydü. Annemin; benim temizlenme oranımın suyun sıcaklığıyla doğru orantılı olduğu savını bir türlü çürütemediğim için "yandım yandım" demekten de kurtulamamıştım 

 

 

 

Bir de televizyonun çizgi film boyutu vardır; ki bu kısım efsanelere konu olmuştur. Tsubasa'nın sahayı koşarken ancak sahanın ortasına geldiğinde karşı kalenin gözükmeye başlaması, dünyanın yuvarlak olduğunun en büyük ispatlarındandı. 2 koca bölüm boyunca sadece bir atağı konu alan bu filmler çocukların vazgeçilmeziydi, zira sabahın 6'sında kalkılıp bu çizgi filmler sabırsızlıkla beklenirdi.  Şimdiki çocuklar bir tıkla her türlü çizgi filme ulaşabildikleri için bu duyguyu anlamaları imkânsızdır. Çizgi filmlerin ve çocuk programlarının  en fazla seyredilenleri Voltran, Alf, gölgelerin gücü adına diyen He-man, She-ra, Susam Sokağı ve Edi büdü, Alvin, Simon Théodore, Kaptan Mağara Adamı,  Ninja kaplumbğar (Teenage Mutant Ninja Turtles, Şiredır – April– ben her zaman Leonardo'yu seçmişimdir), Arı Maya, Taş Devri, Riche Rich, Jetgiller, Şeker Kız Candy, Casper, Şirinler, Susam Sokağı, Jetgiller, Sevimli Kahramanlar, Alice Harikalar Diyarında, Hayalet Avcıları, Dinazor Denver, Heidi, Daffy Duck, Müfettiş Gadget, Laff-a-lympics yani  ayı-yogiler, kötüler ve Scooby Doobies'ler, Red Kit ve Daltonlar, Temel Reis, Road Runner, Tenten, Transformers, Voltran,  Mickey Mouse ve Pollyanna idi.

Müzik dünyasında ise söylenebilecek ilk şey 90'lı yılların en büyük modasının kasetler olmasıydı. Tüm sanatçıların itinayla kasedi alınır ve walkman ile dinlenirdi. Ses kaydının yapılabilmesi için ise kasetlerin altlarının bantla kapatılmasının şart olduğunu bilmeyen yoktu. Pil çok değerli bir enerji kaynağı olduğu için kasetlerin ileri ve gri alınması "mode-degrade" bir aparat olan tükenmez kalemle yapılırdı. O döneme damga vuran sanatçı, şarkıcılar ve şarkıları  : Küçük İbo, Aşkın Nur Yengi (Şişe üflediği sahneyi kaç kere denesem de yapamamıştım, bir rivayete göre o sesin çıkması için deniz suyu olması gerekiyormuş), MFÖ (Ali Desidero), Hakan Peker (Hey corc, versene borç; olmaz maykıl bende de yok), Burak Kut (Yaşandı Bitti) , İzel Çelik Ercan (Özledim), Koşan Adam Mirkelam, Tarkan (Hepsi senin mi?), Emrah (Hey hey hey taksi, bütün işlerim gitti aksi), Yonca Evcimik (8.15 Vapuru ve Bandıra bandıra ye beni), Demet (Kınalı Bebek), Mustafa Sandal (Onun arabası var, güzel mi güzel; şoförü de var, özel mi özel), Çelik (Ateşteyim), Sertap Erener (Sevdam Ağlıyor), Püsküllü saçlarıyla Harun Kolçak (Gir Kanıma) ve son olarak 97 Eurovision 3üncümüz Şebnem Paker (Dinle)..

Şehirler arası otobüslerin çok kötü kokmasına ek olarak içinde sigara içilebiliyor olması da cabasıydı. Kız çocuklar için taytın ve ışıklı spor ayakkabıların, erkek çocuklar için ise oduncu gömleğin, kazakları bele sarmanın, Casio F-91w kol saatlerinin ve efsanevi spor ayakkabısı olan Esem Sport'un  moda olduğu, sobanın üzerinde kestane pişirildiği, karton kutuda civciv beslendiği, körfez savaşının televizyondan havai  fişek gösteri izlendiği, eve alınan ilk cep telefonuna  mucizevi bir alet gibi davranıldığı, akşamları sokaktan bozacıların geçtiği, Hagi, Boliç, Baliç, Şota, Şifo-Mehmet, Arçil, Atkinson ve Okocha'nın kahraman olduğu, Zeki Müren'in yılbaşı gecelerinde enfes Türkçe'si ve sesiyle müthiş şarkılarını yorumladığı, Susurluk'un ayranından önce olayıyla tanındığı bir dönemdi. Her ne kadar şimdiki çocuklar imkân olarak bize göre çok daha avantajlı olsalar da; teknolojinin gereğinden fazla kullanılması, eğitim sisteminin eskiye göre çok daha rekabetçi bir ortam barındırması ve toplumsal dejenerasyonların sonucunda yaşamın bu evresini olması gerektiği gibi yaşayamıyorlar bence. Bugün sokaklarda oynayan çocukların yerine bilgisayar başında saatlerce vakit geçiren, bitirilmedik oyun bırakmayan, sanal âleme dalıp "Face" ve "Twit" gibi sanal sitelerde saatlerce gerçek dışı yaşam süren bir çocukluk var maalesef. Dolu dolu geçen bir çocukluğun ardından geri dönük "Keşke şunu da yapsaydım" dediğim hiçbir cümlem olmadığı  için kendimi bu konuda çok şanslı hissediyorum. Bu vesile ile 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın tüm çocuklara gerçek arkadaşlıklar, samimi dostluklar, eğlenceli birliktelikler, sağlık, huzur, başarı ve  mutluluk getirmesini diliyorum.

Cemal Haki - 21 Nisan 2012

Kaynak:cemalhaki.com

26 Temmuz 2012 Perşembe

BEYNİ DAHA VERİMLİ ÇALIŞTIRMAK

Beyin Cerrahı Doç. Dr. Cahide Topsakal, beyni daha zinde ve verimli kılmak için neler yapılması gerektiğine dair sorularımızı yanıtladı:


Beyinlerinizi verimli çalıştırmanın yolunu biliyor musunuz? Uzmanlar beynin nasıl verimli çalıştırılacağı konusunda şu bilgileri veriyor.

1- Toplantı ve önemli işlerinizi sabah yapın. Beyin, saat 10.00'a kadar çok daha verimli çalışıyor

2- Öğlen yemekten sonra konsantrasyon düşer. 10 dakikalık öğlen uykusu, beynin tekrar çalışmasını sağlar

3- Beyin akşam saatlerinde tekrar çalışmaya başlar. Sakin bir müzikle, beynin stresini alabilirsiniz

* İnsanın zekasını, beyni mi belirliyor?
İnsan zekasını yüzde 50 genetik özellikler, yüzde 50 çevresel faktörler belirler. Çevresel faktörler genetikten daha önemlidir. Çok zeki doğup, zekası ileride de aynı seviyede kalan çok insan var. Ama sıradan bir ailenin çocuğu olarak doğup, birer dehaya dönüşen örnekler de var. Bu; eğitimle alakalı. Beynin gelişim ve eğitiminin yüzde 90'ı, altı yaşa kadarki süreçte tamamlanır. Beynin anatomik gelişimi ise 20'li yaşlara kadar sürer. Öğrenme kapasitesi ilk altı yılda çok daha ön plandadır. Çocuğa ne verilecekse, bu dönemde verilmelidir. Anaokulu eğitimi önemlidir.

ÇOK OKUYAN GEÇ BUNAR

* Beyni geliştirmek için neler yapılabilir?


Yapbozlar, çocukların beyin gelişimi için yararlıdır. İleri yaşlarda da bulmaca çözmek, bol rakamlı şifreleri ve sayıları akılda tutmak ya da ezberlemek faydalıdır . Telefon numarası ezberlemekte de fayda vardır. Basit matematik hesaplarını kafadan çözmek de önemlidir. Bunları yapamayanları n, bol bol kitap okumaları gerekir. Okuyan beyin, geç bunar. Bu egzersizler, beyinde kısa yollar oluşturur. Kısa yollar yaratmak, pratik yaşam için önemlidir. Mesela öğrenciler bir sorunun yanıtını kolay hatırlamak için cevap maddelerinin satır başlıklarına harf koyar ve ondan kelime üretir. Böyle kelimeler türetmek de, yapılması gereken bir egzersizdir. Diyelim ki; aracımı otoparkta yeşil alanda bulunan C6'ya koydum. 'Yeşil Bursa'nın Ceyhan 6'sı' diye bir kelime türetirsem, orayı unutmam zorlaşır.

07.00-10.00 ARASI ÇALIŞIN

* Beyin hangi saatte ne şekilde çalışmaktadır?


Depresyondaki beyin, gece yarısından sonra sağlıksız düşünür. İyi uyumuş ve yeterli beslenmiş bir bedenin beyni ise gerekli beyin egzersizlerini de yapmışsa; en iyi sabah saatlerinde çalışır. 07.00-10.00 arası, öğrenmeye en yatkın saatlerdir. Yemekten sonra konsantrasyon düşer ve uyku bastırır. Siesta döneminde beyin az çalışır ve hiç randıman alınmaz. Şekerlemeler, beyne iyi gelir. 10 dakikalık bir şekerleme bazen altı saatlik uykuya bedeldir. Beyin, akşam saatlerinde tekrar açılır. Ancak midenin aç olmaması gerekir. Beyin sadece şekerle beslenir. Kan şekeri düşerse, beyin çalışmaz. Sık ama az yemek, kan şekerini sabit tutmak için önemlidir.

GÜNDE ALTI ÖĞÜN YİYİN!

* Bu yüzden mi, sınavlardan önce şeker yemek önerilir?

Evet. Kan şekerini sabit ve yüksek tutmak, beynin tam kapasiteli çalışmasını sağlar. Beyin, hızlı şokları sevmez. Günde altı kez beslenmek ise en sevdiği şeydir. Zihin akşam saatlerinde açılır. Bunda çay ve kahvenin de rolü var. Gün içinde beden yorgun düştüğü için beyin de bir süre çalışmayı reddeder. Trafik stresi, gürültü ve aile problemleri beyni yorar. Bu yorgunluktan kurtulmak için kendi ilacınızı kendiniz bulun, sakin bir müzik ve biraz Polyannacılık gerekebilir. Uykudan az önce verim artar. Beyin gece verim alıyorsa, bu saatler değerlendirilmelidir .

Başkasının acısına çok üzülmeyin

Beynimizi endişeden uzak tutmalıyız. Beyin 'acaba'yı sevmez. Evrene soru işareti şeklindeki düşünceler yayarsanız, gerçekleşecek güzel olayları olumsuzlaştırabilirsi niz. Hiç kimsenin acısı ile çok fazla empati yapmamak lazım. Çok fazla empati, benzer acıların size yapışmasına yol açar. Endişeli bir beyin verimli olamaz. Hedefe kitlenin! "Kesinlikle bunu yaşayacağım "dediğiniz anda, bir beyin cerrahı olarak size garanti ediyorum ki; yapamayacağınız şey yoktur. Öte yandan başarıya alışmış bir beyni de doyurmak gerekir. Böyle bir beyin, daha çok başarı ister.

Muz, çikolata ve müzik beyni zinde tutar

* Beyni genç ve zinde tutmak için tüketilmesi gereken gıdalar var mı?

Hafif miktarda kafein yani çay, kahve ve kola tüketimi beynin daha berrak çalışmasını sağlar. Birçok insanda kahve alışkanlığı beyni açmak için gelişmiştir. Kahve içmeden uyanamayan birçok insan vardır. Ancak alışık olmayan bir kişinin, güne kahve içerek başlaması ters etki yaratabilir. Çikolata, muz, fındık, fıstık ve balık gibi birtakım gıdalar ise serotonin içerdikleri için mutluluk hormonu yayılmasını sağlar. Bu gıdaların, beyni zinde ve mutlu tutmaya yönelik bir etkileri vardır. Mutlu beyin de, tam kapasite ile çalışır.

* Beyin sağlığı için kesinlikle uzak durulması gereken şeyler var mı?

Sigara ve alkolden mutlaka uzak durmak gerekiyor. Nikotin, vücudun bütün damarlarını büzeceği için beynin kanlanmasını bozar. Bu da; beyne az kan gitmesi anlamına geleceği için beyin yarı kapasite ile çalışmaya başlar. Sürekli alkol tüketenlerin beyinlerinde küçülmeler de olabilir. Kokain kullanımı da, beyni bir ceviz kadar küçültebilir.

HOBİLER EDİNMELİSİNİZ!

* Spor ve müziğin, beyin sağlığına yönelik olumlu etkileri var mı?

Kesinlikle var. Spor ve müzikle alakalı olmak, beyni besler. Bir hobi edinmek bu anlamda çok önemlidir. Örgü örmek gibi en basit hobi bile, sizin, dolayısıyla da beyninizin mutlu olmasını sağlar. Spor yapmak da beyin sağlığı için çok yararlıdır. Spor yaparken, beyinde endorfin denen bir madde salgılanır. Bu da; beyne haz duygusu verir ve gelişmesini sağlar. Spor, beyinde gençlik hormonu salgılanmasına da imkan verir. Bu da, eskiyen hücreleri yeniler.

Unutkanlığın ilacı meditasyon

* Unutkanlık, beynin çok yorulduğunun bir işareti midir?

Unutmak, hafıza yorgunluğundan kaynaklanır. Genellikle önemsenen şeyler unutulmaz. Beyin önem sayısına göre olayları çöpe atar. 40 yaşından sonra, herkeste unutkanlıklar olur. Bunu geciktirmek elimizdedir. İyi beslenerek, kan şekerini sabit tutarak, spor ve beyin jimnastiği yaparak; unutkanlığı minimumda tutabiliriz. Beyin daha erken yaşlarda fire vermeye başlasa da, yaşlanma 40'lı yaşlardan itibaren gerçekleşir. Beyni stresten uzak tutmanın yollarından biri meditasyondur.

Antidepresan yerine gün ışığı

* Mutluluk ve mutsuzluk beyni nasıl etkiler?

Beyin depresyona girdiği zaman farklı, mutlu olduğu zaman farklı çalışır. Ağır depresyon yaşayanların hafıza kaybına uğrar. Hafızanın geri gelmesi, bir-iki yılı bulabilir. Bu yüzden, depresyonları ağır seviyeye vardırmamalı. Gün içinde beynin salgıladığı hormonlar, performans kabiliyetini etkiler. Mutsuzluk, mutluluk hormonunu aşağı çeker ve depresyonu getirir. Biz de, mutluluk hormonunun yeniden salgılanması için antidepresan veririz.

PERDENİZ AÇIK OLSUN!

* Antidepresanlar beyne herhangi bir zarar verir mi?

Beyne zarar vermezler ancak beyin dışındaki başka fonksiyonları etkileyebilirler. Şişmanlık ya da cinsel isteksizlik yaratabilirler. Ancak alkol ile birlikte alınırlarsa, beyne zarar verirler. Ben depresyondaki insanlara bol bol yürüyüşe çıkmalarını öneriyorum. Ayrıca, depresyona eğilimi olanlar odalarının perdeleri kapalı olarak uyumamalı. İnsanların sabahları gün ışığı ile uyanmaları gerekir. Gün ışığı, beyinde serotonin denen mutluluk hormonunu salgılayan en önemli faktördür. Sabahları, yavaş yavaş dönen ışığı beynin algılaması gerekir. İlaç, beynin kendi ürettiği serotoninin yerini almaz.

 

 

Faik YILDIZ

İnsan Kaynakları Müdürü

Side Mare Resort & Spa Hotel  *****

Thalia Beach Resort Hotel ****

 

Ilıca Beldesi, Ilıca Mahallesi, Cumhuriye Bulvarı No : 149 Manavgat - ANTALYA

 

Telefon : 0 242 756 17 00  Faks : 0 242 756 17 06

 

www.sidemarehotels.com ..:..  www.hotelthalia.com

e-mail :  faik@inkay.net         inkay@sidemarehotels.com

 SEN DE KANSERE DUR DE! Gönüllü ol

* Lütfen bağışlarınızı Lösemili Çocuklar Vakfı'na yapınız.

Avea-Turkcell-Vodafone faturalı hatlarınızdan 3406 ya SMS gönderin. 10 YTL+2 sms ücretidir. Tüm bankalardan havale ücreti ödemeden 1 YTL bile bağışlayabilirsiniz. Unutmayın ki bağışlarınız hayat verecektir. www.losev.org.tr

P Çıktı almadan önce çevreye olan sorumluluğumuzu bir kez daha düşünelim. / Please consider the environment before printing any document.

 

26 Mart 2012 Pazartesi

Küçük karıncanın Hikayesi,

 

Küçük bir karınca, her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı…

Çok çalışır… Çok üretir… Ve bunları keyif içinde yapardı.

Patronu Aslan, Karınca’nın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı.

Bir gün kârı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi; eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı?

Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı.

Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece Karınca’nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için Örümcek’i işe aldı.

Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği’nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve kârlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi. Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti.

Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artan ekipmanlar için de artık bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için Sinek’i işe aldı.

Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan Karınca, bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu.

Aslan, Karınca’nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üst yöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği’ni işe aldı.

Kendi rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği’nin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu. Tabi ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısı Tavuskuşu’nu işe aldı.

Karınca’nın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekana dönüşmüştü.

Ağustosböceği, patronu Aslan’ı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti.

Bunun üzerine, Karınca’nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve kârlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü fark etti. Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir Danışman olan Baykuş’u sorunu çözmesi için işe aldı.

Baykuş, Karınca’nın departmanında üç ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı. Raporun sonucu şuydu: “Departmanda aşırı istihdam vardı”.

Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi ve elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karınca’yı işten çıkardı.

 

20 Ocak 2012 Cuma

Beyine Zarar Veren Alışkanlıklarımız

1. Kahvaltı etmemek :

Kahvaltı etmeyen kişiler, düşük bir kan şekeri seviyesine sahip olur. Bu durum beyin için yetersiz besin tedarik edilmesine ve sonunda beyin dejenerasyonuna yol açar.

2 . Aşırı ısınma

Beyin arterlerinin sertleşmesine neden olarak, zihin gücünün azalmasına yol açar

3. Sigara içmek

Çoklu beyin büzülmesine neden olur ve Alzheimer hastalığına yol açabilir.

4. Yüksek şeker tüketimi

Çok fazla şeker proteinlerin ve besinlerin emilmesini durdurur ve dengesiz beslenmeye neden olur ve beynin gelişmesine engel olabilir.

5. Hava kirlenmesi

Beyin vücudumuzda en çok oksijen tüketen organdır. Kirli havanın teneffüs edilmesi, beyne giden oksijeni azaltır ve beynin veriminde düşüş yaratır.

6 . Uyku yetersizliği

Uyku beynimizin dinlenmesini sağlar. Uykudan uzun vadeli yoksunluk beyin hücrelerinin ölmesini hızlandırır.

7. Uyurken kafayı örtmek

Kafayı örterek uyumak, karbondioksit konsantrasyonunu arttırır ve beyne hasar veren etkilere yol açabilir.

8. Hastalık sırasında beyni çalıştırmak

Hasta iken çok çalışmak veya öğrenmek beyin etkenliğinin azalmasına yol açabilir ve ayrıca beyne hasar verebilir.

9. Uyarıcı düşüncelerde eksiklik

Düşünmek beyin jimnastiği için en iyi yoldur, beyni uyaran düşüncelerin eksikliği beyin daralmasına yol açabilir. Çapraz bulmaca ve Sudoku iyi egzersiz sağlar.

10. Az konuşmak

Zihinsel sohbetler beynin etkinliğini geliştirir.

Karaciğer hasarının ana nedenleri

1. Çok geç uyuma ve çok geç kalkma

2. Sabahları çiş yapmamak

3. Çok fazla yemek.

4. Kahvaltıyı atlamak

5. Çok fazla ilaç tüketmek

6. Çok fazla koruyucu, gıda katkısı, gıda boyası ve yapay tatlandırıcı tüketmek

7. Sağlıksız pişirme yağı tüketmek

İçinde en iyi pişirme yağı olan zeytinyağı bile olsa, kızartma yaparken mümkün olduğunca pişirme yağını azaltın. Yorgun olduğunuzda, eğer vücudunuz formda (zinde) değilse kızarmış gıdalar tüketmeyin.

8. Çiğ (veya fazla pişmiş) gıdaların da tüketilmesi karaciğere ağır yük olur.

Sebzeler çiğ veya 3-5 kısım pişirilerek yenmelidir. Kızarmış sebzeler bir öğünde bitirilmeli, saklanmamalıdır.

KANSERE EN ÇOK NEDEN OLAN 5 GIDA

1. Sosisli sandviç

Zira içinde çok fazla nitrat vardır. Kanser koruma koalisyonu, çocukların ayda 12 adetten fazla sosisli sandviç yememelerini önermektedir. Sosisli sandviçsiz yapamıyorsanız, sodyum nitratsız yapılan cinsini satın alın.

2. İşlenmiş et ve domuz pastırması

Sosisli sandviçte, domuz pastırmasında ve diğer işlenmiş etlerde bulunan aynı yüksek sodyum nitrat aynı şekilde kalp hastalığı riskini yükseltir. Domuz pastırmasında doymuş yağın aynı şekilde kanserde payı olur.

3. Yağda kızarmış şekerli çörek veya lokma

Lokmalar kansere yol açan çiftli dertlerdir. Birincisi, bunlar beyaz undan, şekerden ve hidrojene yağdan yapılır, sonra yüksek ısıda kızartılır. Bunlar, belki de kanser riskini arttırmak için yiyebileceğiniz en kötü yiyecektir.

4. Kızarmış patates

Lokmalar gibi, kızarmış patates de hidrojene yağdan yapılır, sonra yüksek ısıda kızartılır. Bunlar ayrıca, kızarma işlemi sırasında ortaya çıkan ve kansere neden olan akrilamid maddesini de içerir. Bunlara French fries değil, kanser fries olarak çağırılmalıdır.

5. Cips, kraker ve kurabiye, bisküvi

Tümü genellikle beyaz un ve şekerden yapılır. Etiketinde trans yağlar içermez yazılı olsa bile, genellikle az miktarda trans yağ vardır.