24 Ağustos 2007 Cuma

Bir aşk kime yeter?

Kaan ERKAM

 

Bir aşk kime yeter?

 

Bir aşk kime yeter bilemem.



Filmlerde izleriz, adam ilk aşkına kavuşamaz ve yıllarca, yaşlanana kadar bekler durur onu. Elinde hep gençlik resimleri, her şarkıda onu hatırlar. Mutlu bir hüznü vardır. Ömrünü, olmayan bir kadına adamıştır.

Ve bir gün ölmek üzereyken son nefesinde onu görür. Hayal olarak sevgilisi gelir. İlk günkü gibi güzel ve gençtir, yaşlı adamı elinden tutar. Adamın vücudu yatakta yatarken içinden diğer genç görüntüsü kalkar ve çayır çimen bir alanda el ele güle oynaya bir bilinmeze doğru giderler...

Hahaha!

THE END!

Nereye gittiler bunlar? Günahları affedildi mi? Tanrı var mı?
Kadın neden güzel bir arabayla gelmedi?
Ya da adam motorsiklet’e kadını atıp otobanda uzamadı?

İşte burada büyük harfle şunlar yazılmalıydı:

TEK BİR AŞK YETMEZ!

Aşk iki kişiliktir diyenlerden değilim. Tek kişi de sevebilirsiniz.
Ama aşk kısa süreli de olsa kalbinize birkaç sefer uğramalı, hayat tekdüze olmamalı...
Ayran gönüllü olun demiyorum. Farklı kişilerde biraz aşk bulabilirsiniz. Birinin dansı diğerinin saçı bir diğerinin kokusudur aşkınız. Yeter ki içinizde sevme dürtüsü olsun. Kaç yaşında olursanız olun heyecanlanabiliyorsanız iyi bir aşıksınız demektir.
Aşk ille de imkanlı olmaz ki.
Alt komşuma olan imkansız aşkım gibi...
Oysa “aşk için ölmeli aşk o zaman aşk” yerine “Aşk için yaşamalı aşk o zaman aşk” değil midir?

Apartman dairelerinde oturmayı sevmem.
Komşu olayına karşıyım zaten. Ne külüne muhtaç olayım ne de tavuğu kaz görünsün bana.
Asansörde tanımadığın bir sürü adamla aynı kutuyu paylaşmak, adamların avuçlarında sakladıkları ve medeniyetsizce içtikleri sigaralar... Ve komşu oldukları için iki laf sokamayış. “Eşek herif, asansörde sigara içilir mi?” diyemeyiş. Be eşek, avucuna saklayınca içmemiş mi oluyorsun?

Bir süre sonra ufaktan başlayan geyikler. Asansördeyiz. Milattan önce 1330’dan kalma asansör ağır aksak inmekte aşağıya.
Bir anda 50 dairenin sizi çok yakından takip ettiğini anlamak.
Hiç tanımadığınız birinin sırıtarak -Size de çok misafir geliyor- diye gelen giden her öğrencimi, her kız arkadaşımı yatağa attığımı sanan örümcek beyinlilere AL BU DA SANA diye iki tane Osmanlı tokadı akşettirememek.
Park yerindeki gereksiz incelikler...
Ayak üstü arabamın modeli ve -AMARIKAN ARABASININ DA DADI BAŞKA- başlığında gereksiz konuşmaları.

Komşu kızlarının meraklı bakışları.
Sanatçıyız ya.
Arabanın içine ellerini siper etmiş bakan çocuklar.
Viyolonselin adı ne acaba? Aha gitara bak gitara.

Kapım çalıyor. Aslında kapım değil zilim çalıyor. Ama ben zile değil kapıya bakıyorum.

Bu saatte kapım ya da zilim, her neyimse, çalmaz.
Kapıcı olayı aşılmış sitede. Bir şirket kapıcı, başka bir şirket güvenlik görevini üstlenmiş. Biz de bu üstlenişi her ay ödüyoruz.
Kapıcı şirket çöpleri topluyor. Ama bunun için kapı çalmak yok. At kapının önüne, ağlamayanın çöpü toplanmaz.

Evde donla gezilir.
Kapıcı olmadığı için YAK ŞU KALORİFERİ KAPICI ya da KIS KALÖRİFERİ PİŞTİK diyeceğin adam yoktur. Koca site merkezi ısıtılır. Ve bu merkez tarafımdan hiç merak edilmez. Ama alt kat üst kat arası sıcak olur evin içi. Severim sıcağı. Donlayken mutfaktayken kapı çalınırsa da kapı aralığından bakarak çelik yığın açılır. Kapımız çelik. Hırsız bunu bil!

Buyurun?
Kim ya bu kadın? Yani kim bu hoş kadın? Ve neden kapımda bana bakıyor? Dahası arkasındaki kıllı adam kim?

Hiç etrafımdakilere benzemiyor kadın.
Gülümsüyor.
-Kusura bakmayın ben alt komşunuzum.

Alt komşum olduğu için mi kusura bakmamalıyım?
-Hayır bakmam kusura...Yok estağfurullah...Niye?
-Bu da kayınpederim...

Aa yazık...Bunun oğlu da böyledir...Yazık kadına...
Daha genç. Otuzuna yeni basmıştır en fazla. Saymadım ama dişleri tam. Güzel güzel gülümseyen gerçek inci dişler. Düzgün bir Türkçe...
Bir şeyler demeliyim.

-Ne hoş... Beyefendiyle karşılaşıyoruz sık sık...(hatta asansör dört kişilik ama o tek başına binmek zorunda kalıyor ben bekliyorum...)
Gülümsüyor adam.
Ama olayı çözmüş değilim. Alt katımda oturduğu için özür dileyen kadın ve kayınpederi olayını anlamaya çalışıyorum.

-Bir saniye üzerime bir şey giyeyim diyorum.
Çıplak değilim ama donlayım ya. Bu bir şey de şort falan olacak herhalde.

Hemen şortlanıyorum.
Merhaba tekrar.
Ben, şortum ve dövmelerim, bu da küpem.
(Çünkü adam ilk defa beni baldır bacak görüyor ve daha da garipsiyor.)
Buyurun emrinizdeyim hoş kadın- diyeceğim, susuyorum.
Balık etli. Kesinlikle şişman ya da toplu değil.
Sade ve temiz.
Ev kadını.
Hep evde.

Tabii ki şikayet için gelmişler.
Yatak odası benim yatak odamın altında.
Gürültülü yürüyenler oluyormuş evde.
Küçük kızı var. Uykusu hafifmiş. Uyuyamıyorlar.
Çünkü en büyük etken yatak odasından gelen müzik.
Ee kabinler yerde. Ses düzeni güzel. Uyurken müzik hoş geliyor.
Hatta sevişirken özellikle Beethoven 9. Senfoni. İniş çıkışları ve o yaylılar.
Hele hele koral bölüm...
Ve bir de Mozart. Özellikle Don Giovanni’nin sadece müzikleri.

Ama komşular sevmemiş.
Dahası kız çocuğu uyuyamıyor, uyuyamayınca da anneciğine rahat vermiyormuş.
Ah yazık. E ne demeliyim?
Tamam
kem
küm
diyorum.
Hatta çok fazla kem küm ziyan ediyorum.
Buna sebep kadının o bakışları.
Gelen aslında o değil kayınpederi ve oğlu, belli.
Kocam biraz şeydir, gelmek istemedi gibi mırın kırın bir şeyler diyor.
Sakin adam. Utangaç ve mazbut öyle mi? Kendi diyemiyor, rahatsızlığını babasına ve karısına söylüyor.

...

Kayınpeder tek başına olsa kapışırdık. Daha doğrusu it dalaşı, bağır çağır geçerdi.
-Yavaş yürüyün kardeşim !
-Sana ne ya benim evim. İstersem koşarım, istersem zıplarım. Sana ne.
-Ayıptır be!

Küte pata

E burası 50 daireli apartman.
Daireler soyuluyor. Kimse fark etmiyor. Karşı komşuya hırsız gözümün önünde girse anlamam.
Çünkü komşuyu hiç tanımam. Bir katta dört daire var. Dört dairenin kapısında bir sürü irli ufaklı ayakkabı terlik.
Hangisini tanıyayım?
Tanımam ki.
Tanısam ne olur?
Onun emmoğlu var, hala kızı var, teyzesigil var, var da var.
Buyursun girsin hırsızlar.
Köy mü burası da tanıyalım gelen yabancıyı.
E buyurun çelik kapı bey.

Koca gelememiş.
Gündüz kayınpeder ve gelin gelmiş.

Senaryoyu anlıyorum, zor değil çözmek.

Kısaca bir sanatçı olduğumu, editörümün, menajerimin geç vakitlerde gelip benle çalıştıklarını söylüyorum.
Abartıydı aslında, onu etkilemek için söylemiştim.
Etkilendiğini anlıyorum. En azından banka memuru değildim, ya da ne bileyim bir şirkette yönetici, manav ya da kasap da değildim.
SANATÇIYIM...
Farklıyım, özelim, türküm, doğruyum ve hatta çalışkanım.
Sabaha kadar çalışıyorum. Onlar da uyuyamıyorlar.

-Yaa- diyor. Şaşkın biraz. Hele kötü konuşmadım, alttan aldım ve kibarım ya. Gerçekten üzgün. Hem müzikten rahatsız olmuyor ki? Seviyor hatta. Ütü yaparken dinliyor belli.
Kocası ve kızı var. Bundan da pek memnun değil. Kızını seviyor, ama kocayı sevmiyor galiba. Ya da sevmediğini bilmiyor.
Bilmesi de gerekli değil. Nedense gözlerini ayıramıyor gözlerimden, onu okuyorum, anlıyorum. O da beni beni anlıyor.
Büyü çabuk bozulur ya bu durumlarda.
Gözleri gözlerimee veda edip gidiyorlar. Bir daha rastlaşmayacağız. Saatlerimiz tutmayacak zaten, ben odamı değiştireceğim.
O ise sabah kocası gittikten sonra benimle VERDİ dinleyecek.
Kayınpedere rastlayıp artık tanıştığımız için selam vereceğim.
Ve işte size bir aşk öyküsü.
Bu 18 saniyelik aşk, bir daha hiç yaşanmayacak.

Fark etmediniz mi aşk nerede?
Bir daha okuyun!

Yazar Hakkında :


kaanerkam@odatiyatrosu.com

 

Hiç yorum yok: