24 Ağustos 2007 Cuma

Güç mü sevgi mi?

İnal AYDINOĞLU

 

Güç mü sevgi mi?

 

Küçük oğlum dört yaşındaydı. Televizyonda bir film izliyorduk. Film hata yapan çocuğunu dövüp evden atan bir babayı anlatıyordu. Oğlum korku içinde ve dudakları titreyerek sordu: "Baba biz de bir kabahat yaparsak sen de böyle mi yaparsın?".

İster büyük ister küçük olsun her insanın en önemli korkusu sevdiklerinin sevgisini kaybetmektir. Oğluma sarıldım, "Sen bizim çocuğumuzsun. Biz her zaman senin yanında oluruz. Senin kusurların bile olsa birlikte düzeltir, birbirimizi sevmeye devam ederiz" dedim. Ana babanın çocuk sevgisi bambaşka bir şeydir. Onlar çocuğu kusurlarına, eksiklerine, hatta suçlarına rağmen severler. Siz herhangi bir katili veya hırsızı sevebileceğinizi düşünür müsünüz? Ama gidip cezaevlerinin görüşme günlerine bakınız. Hırsız veya katil olan çocuğunu görebilmek için saatlerce kapıda bekleyen anne ve babalarla doludur. Anne, baba ve çocuk arasındaki sevgi gerçek sevgidir. Suç, ceza, güç hesabı yapmadan saf bir bağlılıkla yaşanır. Siz sevginize koşullar koyup, güç hesapları içinde olur ve sevdiğinizi zannettiğiniz insana "Şunları yaparsan seni severim. Benim istediğim gibi olmaz, istediklerimi yapmazsan seni sevmem" dediğiniz zaman sevecek insan değil, sizin istediklerinizi yapacak ve üzerinde güç deneyecek birini arıyorsunuz demektir. Tehdit, korku ve güç gösterisiyle sevgi üretilemez. Nice evlilikler vardır, bu tip baskılarla anlamını yitirmiş, sevgi bitmiş, birliktelik yalnızca zorunluluğa dönüşmüştür. "Ayrılırsam ne yaparım, ya beni terk ederse halimiz ne olur?" korkusu içinde derin sevgisizlik ve nefretle evliliklerini sürdürürler. Böyle baskılar altında isyan etmemek, birliktelikleri sürdürmek özgüven eksikliğinden kaynaklanır. Özgüveni olan insan kendi kimlik ve kişiliğini bilir. Zorunlu birlikteliklerin baskısı altında yaşayamaz.

İnsan kendini güçsüz ve güvensiz hissediyorsa bilmelidir ki bunu en son hisseden kendisidir. Çevresi, eşi, çocuğu, arkadaşları güçsüzlüğünü çok önceden hissetmiş ve üzerinde hakimiyeti kurmuşlardır. Bu hakimiyet her gün biraz daha artar. Üzerinde hakimiyet kurulan taraf ise her gün biraz daha siner, pısırıklaşır, özgüvensiz ve çaresiz kalır.

Bir evliliğin baskı ve tehdit ortamı içinde sürmesinde her iki tarafın da payı vardır. Çünkü insanlar başka insanları kendi isteklerine göre kullanma arzusu içindedirler. Kullanılmaya izin veren insan kullanılır. Buna izin vermeyen insan ise kendi kimliği içinde saygın bir yaşam sürer. Kendini kullanmaya kalkışanlara karşı direnen; kimliğini, duygu ve düşüncelerini içtenlikle ortaya koyabilen insan güçlüdür. Güçlü olmak için erkek veya kadın olmak fark etmez. Karşı tarafa güçsüzlüğünü hissettiren ve baskıyı kabul eden ezik yaşar.

Üniversitede okuduğum yıllarda içine kapalı küçük bir sokakta yaşardık. Yakın komşuluk nedeniyle herkes birbirinin aile içi yaşamını bilirdi. Çok yumuşak huylu, beyefendi bir komşumuz vardı. Varlıklı bir ailenin tek erkek çocuğu olarak doğmuş, köşkte yaşamış, özel hocalardan müzik ve edebiyat dersleri almış, Galatasaray Lisesi’nde okurken babası ölmüş ve üzüntüden okulu yarım bırakmış. Babadan kalan kira gelirleri olduğu için kazanç sağlayan bir işte çalışma gereği de duymamış. Ablaları evlenip evden ayrılmış, annenin tek çabası ise oğlunu evlendirip mutluluğunu izlemekmiş. Fakat Hikmet Bey bir türlü annesinin önerdiği kızlara ilgi göstermiyor, "O beni beğenmez, öbürü benden uzun" gibi bahaneler buluyormuş. Kısa bir hastalık döneminden sonra anne de ölmüş. Kendini çok yalnız hisseden Hikmet Bey köşkün emektar hizmetçisi Fatma Hanım’ın kızı Leyla’ya aşık olmuş ve evlenmiş. İstanbul’un ilk imar hareketi döneminde Vatan ve Millet caddeleri açılırken ailenin geçiminde önemli payı olan Aksaray’daki dükkânlar istimlak edilmiş, kira gelirleri bitmiş. Eldeki hazır para ise aileyi çok uzun süre geçindirememiş. Aileden birinin çalışıp para kazanması gerekiyormuş. 40 yaşına ulaşan Hikmet Bey’in para kazanmak için gerekli eğitimi, becerisi ve alışkanlığı ise hiç yokmuş. Eski günlerden kalan hatırlı bir dost Leyla Hanım’ı Tekel’in ambalaj bölümüne işçi olarak yerleştirmiş. Hikmet Bey’e ise çocuklara bakmak ve ev işlerini yapmak kalmış.

Mahallede hanımlar Hikmet Bey’in çok güzel temizlik yaptığı ve pırıl pırıl bulaşık yıkadığından söz ederlerdi. Akşam işten dönen eşini ise çok güzel karşılar, dinlensin diye ılık suyla leğende ayaklarını yıkarmış. Ama Leyla Hanım çok sertmiş. Evde her şeyi düzgün istermiş. Bir bardak suyu bile kocasının getirmesini beklermiş. En ufak bir eksiklikte ise hiç gözünün yaşına bakmaz Hikmet Bey’i dövermiş.

Birlikte yaşamda sevgi kaybolup güç egemen olmaya başlayınca Allah güçsüz olana yardım etsin.

Yazar Hakkında :


inalaydinoglu@yuvatas.com.tr

 

Hiç yorum yok: