24 Şubat 2009 Salı

Yaşama dair.


Adamın biri bilge bir kral olmakla ün salmış kralın yanına gider. Krala şunu sorar:
"Efendim söyleyin bana hayatta özgürlük var mıdır?"
Kral "Elbette" der, "Kaç bacağın var senin?". Adam soruya şaşırarak "İki efendim" der. Kral "Pekala, tek bacağının üstünde durabilir misin?" "Elbette" diye cevap verir adam. Kral "O halde hangi bacağın üstünde duracağına karar ver". Adam biraz düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir. "Tamam" der kral "Şimdi de öteki bacağını kaldır." Adam şaşırır "Bu imkansız kralım" der. "Gördün mü?" der kral " Özgürlük budur. Sadece ilk kararı almakta özgürsün. Ondan sonrasında değil."
Hayat gerçekten böyle. İlk kararı alıyorsun ve gerisi o ilk karara bağlı olarak gerçekleşiyor.Hayat hata kabul etmiyor. ilk kararın doğruysa işler yolunda gidiyor ama eğer yanlış bir karar aldıysan, herşey zincirleme yanlış gidiyor.Mesela mesleğini seçerken… Hasbelkader, iyi düşünmeden, yeteneklerinin farkında olmaksızın bir meslek seçtiğinde ömür boyu işini zorla yapmaya mahkum oluyorsun. İşinin başındayken başka bir iş yapmayı özlüyorsun. Ama biliyorsun ki; özgürlüğünü kullanmış ilk kararı vermişsin ve yeniden başlama cesaretin olmaz. Bazı insanlar vardır hayatta…Onlar ise herşeyi ardlarında bırakıp yeniden başlayacak kadar cesurdurlar. Ama sen onlardan biri olamıyorsun. Bunca emek bunca çalışmayı sanki çöpmüş gibi bir çırpıda atamıyorsun. Oysa göz ardı ettiğin bir şey var. Hayat çok kısa ve mutsuz olduğun işlerle zaman öldürmek aynı zamanda ruhunu öldürmekle eş anlamlı...
Hayat kararlardan ibarettir ve kararlar birer kibrittir. Doğru yerde ateşlediğinde çorbanı kaynatacak ateş olur, yanlış yerde ateşlediğin de ise içinde bulunduğun evle birlikte seni de yakar.
Hayat öyle basite alınacak bir oyun değildir. Oyunun kurallarını bilmen ve ona göre oynaman gerekir. Ama çoğu zaman oyunun kurallarını bilmek yetmez. Çok daha önemli olan başka bir şey vardır o da kendini bilmektir… Ne istediğini, neyin seni mutlu edeceğini ve kim olduğunu, neler yapabileceğini bilmek zorundasın. Ancak o zaman doğru kararlar verir ve mutlu bir hayata sahip olursun.
Ve kararlar birer kibrittir… Ya kendini yakarsın ya da ısıtırsın…

23 Şubat 2009 Pazartesi

Fıkra

Biyoloji hocası, kız öğrenciye sordu:

- İnsan vücudunun hangi organı heyecan anında normal halinden on misli büyür ?

Genç kız kıpkırmızı oldu.

- Bu soruya yanıt veremem efendim! deyip yerine oturdu.

Yanındaki öğrenci ayağa kalkıp soruyu yanıtladı:

-Gözbebeği efendim, deyip tam not aldı ve yerine oturdu.

Hoca, utangaç kıza dönüp

- Küçük hanım, soruma yanıt veremeyişiniz üç şeyi ortaya koyuyor:
 
Biiir: dün gece dersinizi çalışmamışsınız.
İkiii: Kafanız hep başka şeylere çalışıyor.
Üüüç: Evlendiğinizde büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaksınız

Bekar bırakan 5 aşk hatası

Hiçbiri ilişkiyle sonlanmayan ilk randevulardan bıktınız mı? Kendinizi vermeye hazır olmadığınız halde erkeklerin arkasından koşmaktan yorulmadınız mı? Eğer eşinizi bulmak için bütün gücünüzü harcıyor ama yine de başarılı olamıyorsanız, belki de gerçek aşkı ararken kullandığınız yollar üzerine tekrar düşünmek lazım. Burada kadınların randevulaşırken yaptığı 5 genel hatayı bulacaksınız. Eğer içlerinden 1 ya da 2 tanesi size tanıdık geliyorsa, kendinizi hırpalamayın. Sadece, daha iyisini hak ettiğinizi görün ve iyileştirmek için değişiklik yapmaya hazır olun.

1. Eğer aşkın sizi hiçbir zaman bulamayacağını düşünüyorsanız, bulamayacak.

Açıkçası, kadınlar sevilmeye değerler. (evet, biz de değeriz!) ancak kendilerini daha yıllarca yalnız bırakabilecek bir seyle boğuşuyorlar: kendi kendini oluşturan kehanet ya da olumsuz düşünce. Olumsuzluk bulaşıcı değildir ancak potansiyel randevuların da kaçmasına neden olur. Çok sinsi bir hastalıktır. Fiziksel olarak, kurbanını el değmemiş bırakır. Ama biri ne kadar ortalarda "Hicbir zaman aşkı bulamayacağım." diye dolaşırsa, beklentileri o kadar yüksek bir oranla gerçekleşir. Tersine, daha açık fikirli biri ne kadar çok " Nasıl iyi, mutlu bir insanım, kesin aşkı bulacağım." diye düşünürse, romantik geleceği de o kadar açık olur.

Eğer sizde kendine merhamet duyanlardansanız, kendinizi meşgul edin: Bir gazete ile başlayın. Her gün kendinizle ilgili seveceğiniz bir şeyler yazın. Zamanı kolaylaştıracaktır. Birkaç yakın arkadaşa ya da aile üyesine yazabilir ya da telefon edebilir, onlar da bir erkeğin sizinle mutlu olabileceğine dair nedenleri söyleyebilirler. Onlara bu öneriyi sunduğunuzda muhtemelen çok mutlu olacak ve size yardım edeceklerdir. Ne zaman kötü bir düşünce aklınıza gelse, her zaman onu olumlu olan bir başkasıyla değiştirin.
İşte sizi bekarlığa mahkum eden diğer aşk hataları:

2. Kötü çocuk huyundan vazgeçin.

İyi erkekler dolambaçlı yoldan gitmezler. Ambalajsız, ham dururlar. Önemli olan hem hak eden erkeği fark etmek hem de istemek.

3. Benimle beraber tekrar edin, aşk tasma değildir..

Aşk tasmanın eş anlamlısı değildir. Eşinin 7/24 onunla beraber olmasını istemek ne gerçekçi ne de adil. Hapishane ne kadar konforlu ve gösterişli olsa da bir mahkum sonuçta özgür olmak ister. Sonuçta aşırı baskı ayrılık getirir.
En mutlu çiftler birbirlerine nefes alınacak alan bırakanlardır. Geri kalan işleri ne kadar dinamik olursa (iş, hobi ve arkadaş anlamında), biraraya geldiklerinde paylaşacakları o kadar şey olur.

4. Duygusal anlamda da sadık olun.

Partnerinize zarafet ve incelikle yaklaşmanız hayati bir şey. Eğer bütün "kötü gün"hikayelerinizi ve şakalarınızı arkadaş ya da isteklilerle paylaşırsanız, sevgilinize anlatacak neyiniz kalır? Delice gelebilir, ama bir insanın zamanı ve enerjisi sınırlıdır. Eğer sahip olduklarınızı başkalarında harcarsanız, bu muhtemelen ilişkinize zarar verecektir. Daha da kötüsü sevgilinizin size olan güvenini bir erkek iş arkadaşı ya da arkadaş yüzünden kaybetmenizdir. İlişkiniz iki kişiye özel anlardır ve önceliklidir, paylaşılmaz.

5. Eğer haklı çıkmak istiyorsaniz haksız olun.

Eğer siz ya da partneriniz hiçbir zaman yanıldığınızı kabul etmiyorsanız bu zor olabilir. Yanıldığınızda kabul edin ve özür dileyin. Özür dilemek bir zayıflık alameti değildir. Aşk yeri geldiğinde özür dilemesini de bilmektir.

 

Bir nasihat, bir ders, bir hikaye...


AKLINI KULLAN
iyice tanımadan hiçbir insana bağlanma.
Bitmemiş ilişkilerin üzerine ilişki kurma, acı çeken sen olursun.
iyice soruşturup diğer insanların da haklı olabileceğini düsün.
Seni takmayanı sen hiç takma, konuşmayanla asla konusma.
Güvenmediğin biriyle asla flört etme.
Yalanını yakaladığın kişinin düzelebileceğini düşünme.
insanlara doğru değer ver, haketmeyenleri sil.
Asla dönüp de arkana bakma.
Sır tutmasını bil.
Dostlarının sevgilinden daha önemli olduğunu unutma. Onları asla sevgilin için satma.
Hakettiğin sevgiyi alamadın mı? kendini üzme, sorun sen değilsin.
Kimsenin lafıyla dolduruşa gelme, ama aklının bir köşesinde de tut.
Kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla gözyaşı için asla yumuşama.
Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et.
Seni dinleyip anlamaya niyeti olmayanlarla tartışma.
Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme.
Eğer verdiğin sır o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır şansı verme.
Dostun olacak insanları bazı kriterlere göre belirle.
Kendini öven insanlardan kaç.
Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma.
Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma...

,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,





Kaz göndersem yolar mısın?

Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş.
Yanına başvezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı
bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek
tabaklıyormuş. Padişah, ihtiyarı selamlamış:

'Selamunaleykum ey pir'i fani...'

'Aleykümselam ey serdar'ı cihan...'

Padişah sormuş:

'Altılarda ne yaptın?'

'Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor...'

Padişah gene sormuş:

'Geceleri kalkmadın mı?'

'Kalktık... Lakin, ellere yaradı...'

Padişah gülmüş:

'Bir kaz göndersem yolar mısın?'

'Hem de ciyaklatmadan...'

Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah
baş vezire dönmüş:

'Ne konuş tuğumuzu anladın mı?'

'Hayır padişahım...'

Padişah sinirlenmiş:

'Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.'

Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla
dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor.

'Ne konuştunuz siz padişahla?'

Adam, başveziri şöyle bir süzmüş:

'Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.'

Baş vezir, yüz altın vermiş.

'Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın
padişah olduğunu.'

'Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi.'

Vezir kafasını kaşımış.

'Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?...'

Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.

'Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü
çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay
da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim. (32 ise ağızdaki dişten
kinaye, boğaz)'

Vezir bir soru daha sormuş...

'Geceleri kalkmadın mı ne demek?'

Adam bir yüz altın daha almış.

'Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler,
başkasına yaradılar, dedim....'

Vezir gene kafasını sallamış.

'Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek...'

Adam gülmüş.

'Onu da sen bul...'

KİM KAZANIR?

Yaşlı kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş,az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı.
Köpeklerden biri siyah, biri ise tam tersi beyazdı ve oniki yaşındaki çoçuk kendini bildi bileli o köpekler sürekli dedesinin kulübesinin önüde boğuşup duruyorlardı.Dedesinin sürekli göz önünde tuttugu,yanından ayırmadığı iki kurt köpeği idi bunlar.
Çocuk kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olabilecegini düşünüyor,dedesinin iki köpeğe niçin ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olarak iki zıt renkte oldugunu merak ediyordu.
Artık bunu anlama zamanı gelmişti ve o merakla sordu dedesine .Yaşlı reis,bilgece gülümsemeyle torunun sırtını sıvazlayarak ...
"Onlar benim için iki simge evlat" dedi
"Neyin simgesi" diye ,sordu çocuk yine merakla...
"İyilik ve kötülüğün simgesi.
Aynen şu gördüğün köpekler gibi,iyilik ve kötülük içimizde devamlı mücadele eder dururlar.Ben bunları seyrettikçe hep bunu düşünürüm.Onun için yanımda tutarım onları "dedi yaşlı reis.
Çocuk sözün burasında''mücadele varsa kazananı mutlaka olmalı diye düşündü'' ve her çocuga has ,bitmeyen bu sorulara bir yenisini daha ekledi;
"Dede:!!!"
Peki sence hangisi kazanır bu mücadeleyi iyilik mi?? kötülük mü??"
"Hangisi mi?? Evlat. Ben hangisini daha fazla beslersem."


Yeni haftada hangi yönünüzü beslediğinizi bir daha gözden geçirmeniz gerekiyor mu sizce?

İçimizdeki çocuğu kırmadan,üzmeden,heveslerini yarım bırakmadan,ama başka çocukları da küstürmeden
mutlu,bol kahkahalı,enerji ve sevgi dolu yeni bir haftayı,yeni bir yılı karşılamanız dileğiyle:)))

Sevgiyle

SEN MUTLUYSAN BU HERKESE YETER


Kimi istersen onu seç, ama
önce kendini seç.
Kendin için yaşa,
Kendin için sev, kendin için aşık ol.
Kendini beğen ve kendini dinle her zaman.
Ancak o zaman bulabilirsin mutluluğun formülünü.
Düşün ki çok seviyorsun dans etmeyi.
Ruhunu doyuruyorsun ve hayatının vazgeçilmezleri arasında.
Öyleyse dans et, durma.
Kimsenin seni engellemesine izin verme.
Sırf başkaları mutlu olacak diye oturma sandalyeye.
Kalk ve ilerle pistin ortasına.
Sonra yorulana dek dans et.”Ne derler”diye düşünme.
Bırak konuşsunlar.
Sen mutlu olacaksın ya gerisinin önemi yok! Kendini yollara mı vurmak istiyorsun, bin ilk otobüse.
Nereye gittiğine bile bakma.
Çık yola.
Bir haber ver yeter.
Nereye gittiğini soranlara “kendime gidiyorum”de.
Kes dünyayla iletişimini, n’olur?
Bir mola yerinde pilav üstü kuru yerken alacağın tadı düşün.
Kayboluşlar insana kendini buldurur bazen.
Geride kalanları unutma elbette ama onlar da beklemeyi bilsinler.Çok mu beğendin vitrindeki giysiyi, al o zaman.
Çok mini, çok frapan çok renkli, çok sakil mi diyecekler bırak desinler.
Sen kendine yakıştırıyorsun ya, bu yeter.
“Bu da nereden çıktı diyenlere “kendim için, kendime aldım” deyiver gitsin.
başla şarkı söylemeye.
Bağıra, çağıra söyle hem de.
Sen eğleniyorsun ya ..
Kendi besteni kendin yap.
Kendi sözünü kendin yaz, söyle.
“Bu şarkı da nereden çıktı ” diyenlere “kendime yazdım”de.
“Kendim için söylüyorum”de..
Ne yaparsan, kendin için yap, kendini eğlendir önce.
Sen mutlu ol ki; senin mutluluğun başkalarını da mutlu etsin.
Mutsuzken kimseyi mutlu edemezsin, unutma!
Ve sakın herkesi birden mutlu etmeye çalışma.
Çünkü olmazlar.

SEN MUTLUYSAN BU HERKESE YETER

21 Şubat 2009 Cumartesi

Kurşunkalem.................



Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu:

'Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı? '

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi:

'Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.'

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.
'İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki! '

'Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.'

'Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı'dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.'

'İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.'

'Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.'

'Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.'

'Beşinci ve son özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.'

Paulo Coelho

Seyret, sus ve dinle

Bir gün bir dag günesle birlikte güne uyandi. Rüzgarin esintisiyle agaçlarinin dallarini sallaya sallaya esneyerek gerindi. Günes piril piril ufukta tam karsisindan doguyor, onunla arasinda masmavi bir deniz çarsaf gibi günü karsiliyordu.
Dedi ki, 'Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün günes bana gülümseyerek gün basliyor.'
Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yiginlarini andiriyordu. Martilar çoktan uyanmis gökyüzünde dans ediyorlardi. O sirada dag bir de bakti ki, eteklerinde bir minicik fare denize dogru yürüyor.
'Iiiiiiiiihhhhhh, bu da ne? Bu küçük fare benim manzarami simdi neden bozuyor? '
Onun oradan bir an önce gitmesini istedi ve söyle bir titredi. Tepeden asagiya dogru bir kaç tas hizla yuvarlanmaya basladi. Fare sesi duyunca hemen bir yüksek kayanin üstüne siçradi ve oraya yerlesti. Düsen taslarda ona hiç bir zarar vermedi. Farecik de basladi denizin güzelligini seyre...
Ara ara atlayan ziplayan baliklar denizin durulugunda küçük halkalar olusturuyordu.
Deniz dagin sikintisini anladi ve daga seslendi:
'Neden böyle bir günde bir küçük fare için mutsuzluk oyununa basliyorsun ki? Bak ben dümdüzken baliklar da benim durulugumu bozuyorlar. Ben onlara kiziyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsiz olamayiz. Sen de seninle birlikte yasamak zorunda olanlara kollarini açmalisin. Günes hiç bulutlara bozuluyor mu? Benim isinlarimi engelliyorlar diye kiziyor mu? Kabul et gerçegi, hersey bir seylerle bütün aslinda. Fark ve güzellik de burada. Bu sayede hergün ayri bir sey ögretiyor bize; her gün ayri bir ders veriyor. Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DINLE.'
Dag denize sordu:
'SEYRET, SUS ve DINLE? O da ne demek? '
Deniz, 'Bak... Seyrettiginde güzellikleri göreceksin... Sustugunda kendinden baskalarinin söylediklerini duyabileceksin... Dinledigindeyse onlardan ögrendiklerini uygulama firsati bulabileceksin...”

 

Yavaş yavaş ölürler

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
müzik dinlemeyenler,
vicdanlarında hoş görmeyi barındıramayanlar
Yavaş yavaş ölürler
izzet-i-nefislerini yıkanlar,
hiçbir zaman yardım istemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değistirme riskine bile girmeyenler,
veya bir yabancı ile konuşmayanlar,
Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,
tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar
Yavaş yavaş ölürler
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Şimdi Yaşayın!
Bugün riske girin
Hemen harekete geçin
Kendini yavaş ölüme teslim etme!
Mutluluktan kaçınma!


Pablo Neruda
1971 Nobel ödülü sahibi

ÇOK ÖZEL BİR HİKAYE



Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği ikikatlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı..Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi..

Gölgeyi sever menekşelerderdi. .Oysa ögretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yaptığını anlatmıştı onlara .Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi , her bitki güneşi severken,onlar nedengölgeyi tercih ediyorlar diye düşündü durdu
Hande...Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler bu yüzden bu kadar güzeldi.Herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli olursun yargısına varmıştı.Daha o yıllarda farklı olmak için uğras vermeye başladı. ilk olarak, okulda kimsenin yanına oturmak istemediği Hacer'in yanına oturmak istiyorum ögretmenim diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı. Hacer bile şaşırmış şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi. Hande ise mühendis Kamil Beyin biricik kızı. Ögretmen pek oturtmak istemedi önce Hacer'in yanına Hande' yi. Daha sonra bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmen Hande'nin annesini çağırdı.
Annesi eve geldiklerinde Hande'ye sordu :
- Neden yavrum Hacer in yanına oturmak istiyorsun?
Hande cevap verdi :
- Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin, oysa her bitki güneşi sever. Menekseler farklı,belki de bu yüzden bu kadar güzeller. Hacer'in yanına kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum. Belki Hacer de güzeldir, onu fark etmek istiyorum, dedi .
Annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4.sınıf öğrencisi kızının olgunluğuna hayran kalarak
- Peki kızım kimin yanında istersen oturabilirsin, " dedi.
Pazartesi Hande Hacer'in yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi, hem Hacer. Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı . Diğer kızlarda soğumuştu Hande'den. Nasıl Hacer gibidağınık, bir şeyi, iki kere anlatınca anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti.En çok alınan doktor Cemal Beyin kızı Esin'di. Anne babaları her hafta sonu görüşüyorlar,

Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı. Nasıl olur da kendi yerine Hacer'i seçerdi. Çok gururu kırılmıştı Esin'in. Hande ile konuşmuyordu. Birgün Hande ve ailesi Esinlerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler. Hande gene Esin'in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu.İç in için de Hacer'e kızmaya başlamıştı arkadaşları ile arasının bozulmasına sebep olmuştu.Neden sanki bu kadar dağınıktı , neden her şeyi iki kerede anlıyordu? Yoksa aptal mıydı?Sonra menekşeleri hatırladı hemen
düşüncelerinden utandı. Hacer farklı diye yargılamaması gerekiyordu. Hacer'in, kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı. Panayıra gittiklerinde Esin somurtarak karşısında oturuyordu, Hande ile konusmuyordu. Hande canı sıkıldığından
biraz dolaşmak için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı, kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok seviyordu, yürüdü, yürüdü. Köye gelmişti. Bir evin önünde durdu. Evin penceresinde ki saksıya gözü ilişti. Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi. Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi eve dogru bir adım attı. Kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti bu Hacerdi. Hande'ye gülümsüyordu.
- Hoşgeldin Hande buyurmaz mısın?, dedi.
Biraz ürkek, şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içer i girdi. Oda sıcacıktı odun sobası
her yeri ısıtmıştı. Menekşeler diyebildi sadece Hande...
- Bu soğukta ?
Hacer gülümsedi ;
- Onlar annem için, annem onları çok sever.
Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.
"Annen hasta mı?" dedi.
"Evet 2 sene önce felç oldu ona ben bakıyorum, bizim kimsemiz yok, birtek ineğimiz var onunla geçiniyoruz. Ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek
vaktim olmuyor, dedi Hacer utanarak. Bir de bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum. Hande'nin gözleri dolmuştu. Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı. Dışarıya koştu ve annesine sarıldı,ağlıyordu. Bir müddet sonra anne bu Hacer diye tanıştırdı sıra arkadaşını. Hacer'in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte. Hande annesine anlattı Hacer'in hayat ını, ağlayarak.
"Bir şeyler yapalım anne" dedi.
O hafta annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Hacer'i kendi evlerine taşıdılar. Hacer artık Handeler den okula gidip geliyordu, ne dağınıktı, ne de aptal. Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu. Seneler geçti Hacer ve Hande bir arkadaş değil, iki kız kardeşlerdi artık. Mor
menekşeler Hande'ye Hacer'i armağan etmişti. Hacer'e ise hem Hande'yi, hem hayatı. Seneler sonra ikisi de evlendi. Hacer şimdi bir doktor. Hande'den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi, hastalarına vicdanıyla birlikte şifa dağıtıyor. Hande ise bir ögretmen. Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de ögretiyor. Bir kızı var adı, Hacer Menekşe. Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande.

LÜTFEN SEVGiNiZE ÖNYARGI KOYMAYIN.

HERŞEY SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR

SEVDİKTEN SONRA İSE SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR

Metrodaki kemancı...





Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.

Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.

Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.

Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.

En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.

Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.

Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...

Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...

Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise, dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa, başka neleri kaçırıyoruz acaba?

GÖZ ÇUKURU


Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adam,deniz kenarında oltayla balık tutuyordu.Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona.

-"Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onun ağırlığınca altın vereceğim," dedi.

Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı.
Hükümdar balıkçıya,

-"Ne yapalım,şansın bu kadar,oltana ağır bir şey takılmadı" diyerek alıp sarayına götürdü.

Saraya varınca adamlarına,balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti.Kemiği terazinin kefesine koydular,öbür kefesine de altın koymaya başladılar.Beş,on ,yirmi,elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu.Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde,tahminlerin on milli üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi.Altını doldurmaya devam ettiler,terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu.Bunda bir sır olduğunu anladılar.

Bir bilgeyi çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular.Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu.

" Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur.Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz.Çünkü doymaz.Ama bir avuç toprak bunu doyurur"

Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi....

DALGAKIRAN...



Deniz hırçındı, dalgalar ise; asi...
Ansızın yakaladılar küçük kayığı...
Sinsice yaklaştılar ve bir anda saldırdılar...
Acımasızdılar.
Ne istiyor olabilirlerdi ki küçük kayıktan?
Oysa; küçük kayık için ne güzel bir sabahtı...
Günün ışıklarla dansı henüz başlamışken, onun da denizle dansı başlamıştı. Saatlerce, hiç durmadan dans ettiler.

Ama ne olduysa, bir anda hırçınlaştı deniz, belki de rüzgârlı havanın, yağmurun etkisiyle...
Asi dalgalar hırpalamaya başladı...
Şimdi küçük kayığın aklında tek şey vardı.
O da bir an önce dalgakıranına sığınabilmek.
Bir ulaşabilseydi, ah bir başarsaydı, dalgakıranı korurdu onu.
Kimse bir şey yapamazdı küçük kayığa orda.
Ne deniz, ne dalgalar...
Bunları düşünürken biraz daha hızlandı ve ufukta kayboldu...
Siz, en son ne zaman
bir dalgakırana sığınmak istediniz?
Siz, en son ne zaman
bir dalgakırana ulaşmak umuduyla çırpındınız hırçın denizde?
Siz en son ne zaman
bir dost elinin size uzanmasını istediniz ya da
elinizi uzattınız bir dostunuza?
Dostlarımız...
Fırtınalarımızdaki dalgakıranlarımız...
Hırçın denizden, asi dalgalardan kaçarken gözümüz hep uzaktaki bir dalgakıranı aramaz mı?
Koşulsuzca, sorgusuzca, sınırsızca sığınabileceğimiz, bizi koruyacak biri mutlaka vardır, dalgakıran misali...
Ulaşabilmişsek oraya, bir de atabilmişsek halatlarımızı limana, korkmayız artık fırtınalardan...
Dışarıdaki korkunç fırtınanın gölgesi bile giremez içeri...
Herkesin bir dalgakıranı olmalı fırtınalı günlerde sığınabileceği ve herkes bir dalgakıran olmalı koşulsuzca, sorgusuzca, sınırsızca...
Dostlukların ve sevginin bile yozlaştırılmaya çalışıldığı günümüzde,
ne mutlu bir dalgakıranı olanlara,
ne mutlu bir dalgakıran olmayı başarabilenlere...

alıntı....

Hikaye

Hikaye 1 Ders 1.
Adamın biri tam duşa girmek üzeredir ve karısı da
duşunu almış olarak kabinden çıkmaktadır ki, kapının
zili çalar. Kapıya kimin bakacağı konusunda ufak bir
tartışma sonrasında kadın pes eder. Üzerine bir
havlu alarak merdivenleri aşağı iner ve kapıyı açar.
Gelen eşinin arkadaşı x'tir.

Kadın daha selam veremeden x "havlunuzu üzerinizden
yere düşürürseniz size anı nda 300 Euro veririm" der.

Kadın bir müddet tereddüt eder, ancak havlunun
düğümünü açarak havlunun düşmesini sağlar. X ona
bakar ve 300 Euro verir ve söze devam eder:
"Antrede doğabilecek ufak bir tensel yakınlık için
size 500 Euro daha verebilirim, hem de derhal" der.

Önce şaşkın, fakat daha sonra adrenalinin verdiği
heyecan ve alacağı para ile yapabileceklerinin anlık
hayaliyle kısa bir duraksamadan sonra kabul eder.

Yaşamış olduğu olayın ve kısacık b ir süre içerisinde
edinmiş olduğu ufak servetin heyecanıyla
merdivenleri yukarı çıkarak banyoya geri döner.

Hala duşta olan eşi ona kimin geldiğini sorar.
"Arkadaşın x" diye cevap verir kadın.

"Çok iyi, ona borç verdiğim 800 Euro'yu getireceğini
söylemişti, onu getirdi o zaman."


1. hikayeden çıkartılacak ders :

Eğer bir ekipte çalışıyorsanız bilgiyi saklamayın,
paylaşın. Karar mekanizmasında belirleyici olabilir.
Böylece yanlış anlaşılmaların ve dışarıya karşı kötü
duruma düşmenin önüne geçebilirsiniz.


Hikaye 2 Ders 2 :

Aracının direksiyonuna geçip kiliseye gitmek üzere
yola koyulan rahip yolda yürümekte olan bir rahibeye
rastlar. Aracını durdurur ve kiliseye kadar onunla
gelmek isteyip istemediğini sorar. Kadın arabaya
biner ve bacak bacak üstüne attığında bacaklarının
güzelliği ortaya çıkar.

Rahibin gözü kayar ve bakayım derken kısa bir süre
için aracın kontrolünü kaybeder. Aracı tekrar
kontrol altına aldıktan sonra sağ elini rahibenin
bacağı üstüne koyar. Rahibe ona bakar ve şöyle der :
"Rahip, 129. ayeti hatırlıyor musunuz ?"
Utançtan kıpkırmızı olan rahip derhal elini çekerek
rahibeye özürlerini sıralar.
Bir müddet sonra aklı tekrar karışır ve rahibenin
bacağına tekrar dokunur vites değiştirme bahanesiyle
ve rahibe aynı soru ile karşılık verir : "Rahip,
129. ayeti hatırlıyor musunuz ?"

Utancından yine kızaran rahip elini çeker ve
"af edersin kardeşim, insanoğlu zayıf düşebiliyor"
der.

Kiliseye vardıklarında rahibe arabadan iner ve tek
kelime söylemeksizin, ancak çok manalı bir bakış
fırlatarak kaybolur.
Rahip aceleyle içeriye koşturur ve bir İncil alarak
129. ayeti açar okumak için

129. ayet şöyle demektedir : İleriye gidiniz, daha
yukarlarda arayınız. Orada güzellikler bulacaksınız.

2. hikayeden çıkartılacak ders :
Görev alanınızla ilgili her zaman bilgili olun, aksi
taktirde fırsatları kaçırabilirsiniz.


Hikaye 3 Ders 3.

Pazarlamacı, şef sekreter ve personel müdürü bir
öğlen paydosunda lokantaya doğru yürümektedirler.
Parktaki banklardan birinin üzerinde sihirli bir
lamba bulurlar. Lambayı ovarlar ve gerçekten de
lambadan cin çıkar.

"Aslında kişiye 3 dilek hakkı veriyorum ama sizler
üç kişi olduğunuz için hepinizin birer dileğini
gerçek yapacağım" der cin.


Şef sekreter arsızca atılarak "önce ben" diyerek
sıranın önüne yerleşir.

"Bahamalarda, muhteşem bir sahilde tatil yapmak
istiyorum. Tatilim hiç bitmesin ve hiçbir dert
hayatıma girmesin" diye dileğini ifade eder.
Ve hoop, ortadan kaybolur.

Şimdi de pazarlamacı atılır ve "şimdi sıra bende"
der.

"Hayallerimdeki kadınla Tahiti sahillerinde Pina
Colada içmek istiyorum" der ve hoop, o da ortadan
kaybolur.


"Şimdi sıra sende" der cin Personel Müdürüne.
"bu iki salağı öğleden sonra işlerinin başında
görmek istiyorum" der pers onel müdürü.


3. hikayeden çıkartılacak ders :
Üstünüz olan birinin her zaman için önce konuşmasına
izin verin

MUTLULUĞUN REÇETESİ.....



Sizi gerçekten mutlu eden nedir?

Her yıl üzerine eklenen yeni sorumluluklarınız ve mutlaka yapılması gereken işleriniz arttıkça bu soruyu düşünmeye bile fırsat bulamıyor olabilirsiniz. Unutmamanız gereken, küçük şeylerle mutlu olmak sadece
ruh sağlığınızı değil, fiziksel sağlığınızı da etkiler. Mutlu olmaya özen gösterirseniz, onu daha kolay elde
edersiniz. Real Age doktorlarına kulak verelim.Basit adımları takip ederek, hayatınızdaki coşku ve mutluluğu
tekrar kazanabilir, böylelikle fiziksel sağlığınızı da korumuş olabilirsiniz.

Günlük Eğlencelerinizin Kıymetini Bilin:

Eğer gün içerisinde yapılacakların bir listesini çıkarıyorsanız, sizi en çok eğlendirenleri de koymayı
ihmal etmeyin. Yatağa uzanıp kitap okumayı, açık havada kahvaltı etmeyi, uzun bir yürüyüşe çıkmayı, oyun oynamayı, fotoğraf çekmeyi veya hiçbir şey yapmadan oturmayı seviyor musunuz? Aslında gün içerisinde bunlardan en az bir veya birkaçına ayırmak için vaktiniz var. Listenizi gözden geçirin, yapılması gerektiğini düşündüğünüz aslında kaç işi gerçekten yapmanız gerekiyor? Günlük aktivitelerinizi tekrar tartmalısınız.
Belki aylardır yaptığınız bir şeyi artık yapmaya gerek yok, ancak alışkanlık yüzünden devam ediyor olabilirsiniz. Gereksiz aktiviteler çıkınca eminiz listeniz sizi daha mutlu edecektir.

Güçlü ve Bağımsız Olun:

Hepimizin kötü günleri olur. Bitkin hissettiğimiz ve canımızın hiçbir şey yapmak istemediği günler…
Ancak öyle günlerde, sorunun tam üzerine gitmek inanın çok faydalı olacaktır. 10 dakika boyunca egzersiz
yapın. Bir kere hareket etmeye başlayınca kolay kolay bırakmak istemeyeceksiniz. Bir egzersiz planı yapın ve
ona sadık olun. En neşeli günde de, en kötü hissettiğiniz günde de 10 dakikalık bir egzersizi es geçmeyin. Bağışıklık sisteminiz, egzersiz planınızın düzenine göre gelişecek, ve bu sizin ruh halinizi olumlu yapacaktır. Egzersiz yapmak, sizi mutlu eder.Egzersiz sonrası bir kağıda neler hissettiğinizi yazın. Egzersiz planınıza göre ilerleyen günlerde, egzersiz biter bitmez neler hissettiğinizi kısa cümlerle not almaya devam edin.

Stres Konusu:

Hiçbir şeyin neşenizi almasını istemezsiniz. Fakat gün içerisinde bunu başarmak size ilk anda kolay gelmeyebilir. Gün içerisinde kısa nefes molaları verin. Evet çok basit; derin nefes alın! 3-4 tekrardan sonra kan akışınızına oksijen katmış olacak, daha sakin ve huzurlu hissedeceksiniz.Ek olarak eğer ki vakit bulabilirseniz, yoga veya masaj deneyin. Yapılan sayısız araştırma sonucunda görülüyor ki, sinirinizi hafifletir, stresi yok eder depresyon ve anksiyete duygularınızı minimuma indirir. 10 dakikalık bir yürüyüş ile, çok şekerli veya tuzlu bir atıştırmanın sizde yaratacağı rahatlama ve mutluluk hissi aynı olacaktır. Sizce hangisi daha sağlıklı?

Elinizdekileri Kullanın:

Hepimizin kendimize göre çeşitli becerileri ve ilgi alanları vardır. Gönüllü olarak yapabileceğiniz bir şeyler bulmak için, yakınlardaki okul, klup veya organizasyonları araştırın. Yeteneklerinizi başkalarının iyiliği için kullanmak, mutluluğu iki taraflı getirecektir. Yapabileceklerinizi gözden geçirin, sizin belki de umursamadığınız becerileriniz başkalarının mumla aradıkları olabilir. İnanın sizdeki yetenekleri arayan birçok kişi var. Herkesin yardıma ihtiyacı vardır, neden yardım eden siz olmayasınız?

Etrafınızdakilere Saygı Duyun:

Ailenizden veya arkadaşlarınızdan birkaçı ile sohbet etmek gerçekten kolay bulabileceğiniz bir aktivite olabilir.
Sizi anlayan insanlarla konuşmak kolaydır. Bu kişi sevgiliniz de olabilir. Kendinizi açmanız ve vereceğiniz güven, günlük sıkıntılarınız ve endişelerinize yeni bir bakış açısıyla bakmanızı sağlayabilecek yorumlar getirebilir.
Gülmek ve mutluluk arasındaki ilişki bilimseldir. Güldüğünüz zaman, kan basıncınız düşer ve mutluluk hormonu adı verilen endorfin hormonu artar. Son olarak, işyerinizdeki ilişkileri es geçmeyin. İş arkadaşlarınız sizi yakından tanıyor olabilirler. Birbirinize vereceğiniz destek, stresli zamanlarınız için çok değerli olabilir. Siz onları dinleyin, onlar da sizi dinlesin. İş arkadaşlarınızın sizin hakkında bildiklerini yadsımayın, sahi onları her gün görüyorsunuz öyle değil mi?

Mutlu hissetmek, duygusal hayatın olduğu kadar fiziksel hayatınızın da çok önemli bir parçasıdır.
Zamanınıza ve bağımsızlığınıza değer verin, kendi gücünüz ve yeteneklerinizi kullanabileceğiniz
alanları seçerseniz, bu sizin hem ruhunuzu hem de vücudunuzu kendine getirecektir.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Dostça tavsiyeler.

SAĞLIK:

1.  Çok su için.
2.  Kahvaltıyı kral, öğle yemeğini prens ve akşam yemeğini de

      dilenci gibi yiyin.
3.   Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok ve

      fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4.   3 E ile yaşayın -- Energy, Enthusiasm, and Empathy (enerji,

      heyecan ve duygu paylaşımı).
5.   Meditasyon, yoga ve dua yapacak zaman yaratın.
6.   Daha çok oyun oynayın.
7.   2008'de okuduğunuzdan daha fazla kitap okuyun .
8.    Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.
9.    7 saat uyuyun.
10.  Hergün 10-30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken

       gülümseyin.



KİŞİLİK:



11.  Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın. Onların
       seyahatinin ne hakkında olduğuna dair hiçbir fikrin yok.
12.  Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere

        sahip olmayın. Bunun yerine enerjinizi olumlu şekilde şu an
        için harcayın.
13.   Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
14.   Kendinizi çok da ciddiye almayın.
15.   Kıymetli enerjinizi gevezelikle, dedikoduyla boşa harcamayın.
16.   Uyanık iken daha fazla hayal kurun.
17.   Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır.

         İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz.
18.   Geçmiş meseleleri unutun. Partnerinizin geçmiş hatalarını

         hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar..
19.    Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok

         kısadır. Kimseden nefret etmeyin.
20.    Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
21.    Sizden başka hiç kimse senin mutluluğundan sorumlu

         değildir.

 


22.    Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada

         olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip
         giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu  devam

         ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
23.   Daha fazla gülümseyin ve gülün.
24.   Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı

         fikirde olmamak için anlaşın.



SOSYAL YAŞANTI:



25.   Ailenizi sık arayın.
26.   Her gün diğerlerine iyi bir şey verin.
27.   Herkesi her şey için affedin.
28.   70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit

         geçirin.
29.   Her gün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız en az 1

        kişiye "GÜNAYDIN" deyin.
30.   Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü sizi

         ilgilendirmez.
31.   Hasta olduğunuz zaman işin sana bakmamalı. Arkadaşların

        bakmalı. Onlarla temasta olun.



HAYAT:



32.   Doğru şeyi yapın!
33.   Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan her şeyden uzak

        durun.
34.   ALLAH her şeyi iyileştirir.
35.   Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir.
36.   Nasıl hissettiğinizin önemi yok, haydi kalkın, giyinin ve

         ortaya çıkın.
37.   En iyisine henüz sıra gelmedi.
38.   Sabah canlı olarak uyandığınız zaman, bunun için ALLAH'a

        şükredin.
39.  Maneviyatınız daima mutludur. Öyleyse mutlu olun.


SONUNCU ANCAK ÇOK ÖNEMLİ:
40.   Lütfen bu dilekleri önemli saydığınız herkese iletin.

 

15 Şubat 2009 Pazar

Fıkra

Adamın biri işyerindeki kantinde arkadaşıyla yemek
yerken 'Kolumun ağrısından ölüyorum,doktora gitsem
iyi olacak' diye arkadaşına dert yanmış.

Arkadaşı da
-'Yahu ne lüzum var, 'İleride köşedeki marketin
cıkışında yeni bir bilgisayarlı cihaz
koydular. Üç dolara bir jeton
alıyorsun kasadan, atıyorsun, yanında
getirdigin idrar örneğini açılan
kapaktan içeri veriyorsun, on saniye
sonra neticeyi ve tedavi için yapman
gerekenleri öğreniyorsun' demiş.

'Gördüğün gibi ucuz ve çabuk' diye eklemiş.
Adam hemen bir kaba idrarını doldurup arkadaşının dediğini yapmış
ve bilgisayar 10 saniye sonra yazılı olarak cevap vermiş:

Kolunuzda bir cins eklem ağrısı olan Teniselbo oluşmuş.Sıcak
suya koyun, ağır işlerden kaçının, iki hafta sonra düzelecektir'
Memnun biçimde eve dönen adam, bir yandan bilgisayarın dediğini
uygularken bir yandan da muzurca fikirlere kapılıp bu akıllı cihazı nasıl
aldatılabileceğini düşünmeye başlamış.

Ertesi gün olunca bir miktar çeşme suyuna
köpeğinden alınmış bir kılı koymuş, üstüne
bir şekilde elde ettiği karısının ve kızının idrar
örneklerini eklemiş. Tüm bu karışımın üzerine
bir de mastürbasyon yapıp doğru cihazın yanına varmış.
Jetonu atıp kabı makinaya vermiş, on saniye sonra cihazdan yazılı
yanıt gelmiş.

1. Çesme suyunuz çok kireçli. Bir filtre cihazi almayı düşünün

2. Köpeğinizde kene var. Eczaneden özel bir şampuan alıp
köpeğinizi yıkayın.

3. Kızınız kokain bağımlısı. Bir psikiyatrikliniğine yatırın.

4.Karınız hamile. İkizler. Sizden değil. İyi bir avukat bulun.

5. Kendinizi bu yolla tatmin etmeyi bırakmazsanız kolunuz iyileşmez

 

6 Şubat 2009 Cuma

Deli

İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.
 
Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözde n kayboldu.
 
İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. 'Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim' diye düşündü. John Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.
 
Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire k oşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire 'Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir' dedi. 'Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor' diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.
 
İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.
Birden,  hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.
Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.
 
başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.
 

Cola ile felakete götüren 60 dakika

İç ve Kalp Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, bir bardak Cola’nın 60 dakikada vücuda verdiği zararları anlattı. İşte felakete götüren kısır döngü.
 
İç ve Kalp Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay, Cola’nın zararları hakkında ilginç açıklamalarda bulundu.
www.barsakforum.com sitesinde yazan Prof. Dr. Karatay, ’kola içince vücudunuzda neler olduğunun farkında mısınız?’ diyerek aşağıdaki açıklamayı yaptı:
1. İlk 10 dakikada:
Kanınıza hemen 10 çay kaşığı kadar şeker girer. Bu normal günlük dozun 100 katı kadardır. Bulantınızın olmamasının nedeni içinde bulunan ’fosforik asiddir’.
2. İlk 20 dakikada:
Kan şekeriniz aşırı şekilde yükselir. Bunun sonucu pankreasınızda aşırı derecede insülin salgılanır ve kan şekerinin fazlası karaciğerde yağ olarak depolanmaya başlar.
3. 40 dakika içinde
: Kafeinin tamamı dolaşıma girmiş olur. Kan basıncı yükselir, karaciğerden daha fazla şeker yapılarak kana geçer ve kan şekeri tekrar yükselir.
4. 45 dakika içinde
: Beyinde dopamin yapımı artar, mutluluk hissi başlar (eroinin etkisine benzer bir etki meydana gelir.)
5. 60 dakika içinde:
Ani açlık hissi oluşur.
6.
Tekrar kolaya ve tatlılara saldırısınız.
7
. Bu kısır döngü devam ettiği süre karaciğer ve göbek yağlanması artar, vücudun tüm hücrelerinde LEPTİN ve İNSÜLİN DİRENCİ gelişir.
8.
Şişmanlık hastalığını başlatmıştır ve bütün dejeneratif hastalıkların nedenidir
.
 
Hala cola içmek ister misiniz? Yoksa taze sıkma portakal ve nar suyu mu sıktırırsınız gittiğiniz restaurantlarda?
Maalesef sıkma portakal suyu yok!! diyen lokantaları protesto edin. 20 liraya bir meyve sıkma makinesi aldırın.  Aksi halde bir daha gelmeyeceğinizi söyleyin...
Sağlığımıza dikkat edelim.  Restaurantlarda Cola, Fanta, Zero varsa sıkma taze portakal, mandalina, kivi suları da olsun...