31 Aralık 2010 Cuma

Yeni yılınız kutlu olsun....

 

Faik YILDIZ

 

30 Aralık 2010 Perşembe

Çocuklarda diş hekimi korkusunu yok edelim.

Çocuklarda diş hekimi korkusunu yok edelim.

Birçok çocuk diş hekimlerine yönelik bir korku yaşıyor. Bu korku, birer yetişkin olduklarında da devam ediyor. Diş Hekimi Çağdaş Kışlaoğlu, korkunun sebepleri ve yapılması gerekenler hakkında bilgi veriyor.

Çağdaş Kışlaoğlu, çocukların diş hekimlerine karşı duyduğu olumsuz duyguların çeşitli nedenlerden kaynaklanabileceğini, çok basit yöntemlerle de aşılabileceğini açıkladı;

Anne ve babalar hassas davranmalı…

“Her çocuk olumsuz birçok korku yaşar. Fakat bu korkuları yersiz cümlelerle pekiştirmek doğru değildir. Anne ve babaların bu konuda hassas davranması gerekiyor. Çünkü çocuklarda bu korkular ailelerinin onlara söylediği olumsuz sözlerden oluşuyor.  Örneğin,‘yaramazlık yapma, yoksa seni diş doktoruna götürürüm’ gibi söylenen her yanlış ifade, çocukların diş hekimi korkusunu tetikliyor.” Oysa bilinmeliki dişlerimiz ve ağız sağlığımız çok önemlidir ve eğer bakım yapılmaz sa diğer hastalıkları tetikleyebilir.

Evebeyinlerin diş hekimi deneyimi önemli…

“Ailenin tercih ettiği diş hekimi büyük önem taşıyor. Evebeyinlerin bu konuda yaşamış olduğu kötü deneyimler çocukları da olumsuz yönde etkiler. Çocuklar diş hekimleri hakkında duydukları negatif söylemleri benimseyerek korkuya kapılırlar. Bu sebeple yaşadığınız kötü deneyimleri mümkün olduğunca çocuğunuza anlatmayın.”

Doğru diş hekimi tercihi…

“Çocuğunuzu, mutlaka güvendiğiniz ve önceden ziyaret ettiğiniz bir diş hekimine götürün. Doğru diş hekimi tercihi, çocuğun ilk diş muayenesinde korku yaşamasını engeller ve onun rahatlamasını sağlar.
Diş Hekimi muayenehanesinin çocukların dikkatini çekecek oyuncaklarla donatılmış olması ve pastel renklerle döşenmiş olması, çocukların davranışlarını olumlu yönde etkiler. Tercihler bu yönde olursa çocuklar hem önyargılardan hem de korkulardan arınmış olur.”

Hekimlere büyük sorumluluk düşüyor…

Diş Hekimi Çağdaş Kışlaoğlu, çocuklardaki diş hekimi korkusunun aşılması için hekimlere büyük sorumluluk düştüğünü de vurguladı. Diş Hekimlerininin ilk tedavi aşamasında çocuklara olumlu gelecek davranışlar sergilemelerinin önemli olduğunu söyleyen Kışlaoğlu, “İleriki seanslarda çocuğa ve ailesine uygulanacak tedavi konusunda bilgi verilmelidir. Çocuklara uygulanan tedavi seansları eğlenceli hale getirilmelidir” dedi.

Çocuklar sık sık kontrole götürülmeli…

Çocukların diş kontrollerinin 1 yaşından itibaren başlamasının gerektiğini söyleyen Dr. Kışlaoğlu, bu şekilde çocukların diş hekimlerine daha kolay alışabileceğini belirterek, sık kontrollerin erken teşhis için de önemli olduğunu söyledi.

Çocukları diş hekimi korkusundan kurtarmak adına aileleri uyaran Kışlaoğlu, çocukları diş sağlığı eğitimine alıştırmak ve bu korkuyu aşmak adına sevimli diş fırçalarının, diş macunlarının ve çıkartmaların alınabileceğini ifade etti.

Diş Hekimi Çağdaş Kışlaoğlu


4 Aralık 2010 Cumartesi

ÖMRÜ UZATAN GIDALAR

Kalbi koruyor
BADEM: Her gün, bir çay fincanın yarısını dolduracak miktarda, yani 30
gram badem yemeyi ihmal etmeyin. Omega-3 asitli yağları açısından
oldukça zengin bir besin olan badem, kandaki kötü kolesterol (LDL)
oranını yüzde 4.4 oranında düşürüyor. Badem böylece damar
tıkanıklıklarını önleyerek, dolaşım sisteminin düzenli olarak
çalışmasını sağlıyor; kalbi koruyor.

 
 

Diyabeti önlüyor
KAHVE: Günde iki fincan kahve, özellikle orta yaşlardan sonra görülen
Parkinson ve Tip-2 diyabete karşı vücudu koruyor. Kahvede bulunan
kafein maddesi, diyabete yakalanma riskini yüzde 35 azaltıyor. Ayrıca
ağrı kesici özelliği de bulunuyor. Ancak kahveyi mutlaka kalsiyum
deposu olan sütle için. Böylece kafeinin kemikleri zayıflatmasını
engellemiş olursunuz.

 
 

Sinirleri rahatlatıyor
TARÇIN: Her yemekten sonra içinde bir miktar tarçın bulunan bir tatlı
yemeyi unutmayın. Tatlı yemek istemiyorsanız, küçük bir çay kaşığı
dolusu tarçını doğrudan suya ekleyerek içebilirsiniz. Tarçın kan
şekerini düzenliyor, ayrıca sinir sistemini rahatlatıyor. Öte yandan
köri baharatının içinde bulunan Tumerik adlı maddenin eklem iltihabını
ve romatizmayı önlediğini unutmayın.

 

Patatesi haşlayın
PATATES: Antioksidanlar yönünden çok zengin. Amerikan Tarım Dairesi'ne
göre en yararlı 100 besinler arasında 17. sırada yer alıyor. Akciğer
kanseri, diyabet ve kalp krizine karşı koruyor. Ancak patatesi
kızartmak yerine, yağsız bir şekilde haşladıktan veya fırında
pişirdikten sonra yemeyi tercih edin.

 

Kaslar için faydalı
SEBZE ÇORBASI: Doyurucu ancak kalorisiz bir yiyecek olduğu için
özellikle kilo vermek isteyenlerin bir numaralı tercihi. Ayrıca,
özellikle sebze çorbası sodyum bakımından zengin. Bir kase sebze
çorbasında 500 miligram sodyum bulunuyor. Sodyum, sinir sistemi ve
kasların düzenli olarak çalışmasını sağlıyor. Ayrıca vücuttaki sıvı
miktarının dengesini düzenliyor. Ancak günde 1500 miligramdan fazla
sodyum tansiyon ve kalp rahatsızlıkları konusunda tam bir ters etki
yaratıyor.

 

Kansere karşı birebir
ZEYTİNYAĞI: Zeytinyağı kanser riskini azaltıyor. Günde 25 ml. zeytinyağı
alanların idrarlarında, hücrelere zarar veren "8oxodG" adlı maddenin
seviyesinin azaldığını ortaya çıkardı. Zeytinyağı kanserin yanı sıra
iyi kolesterol (HDL) oranın artmasını sağlayarak kalbi koruyor, 1
çorba kaşığı zeytin yağında 120 kalori bulunuyor. Bu nedenle günde 6
çorba kaşığını geçmeyin.

 
 

Kanseri engelliyor
ÇAY: Siyah veya yeşil olsun, çayın her türü kanser riskinin
azaltılmasında etkili bir rol oynuyor. Çay, kadınlarda rahim kanserine
yakalanma riskini yüzde 50 azaltıyor. Göğüs kanseri içinse bu oran
yüzde 60'a kadar çıkıyor. Çay ayrıca Alzheimer ve kalp krizine karşı
vücudu koruyor.

 

Şeker sevenlere kötü haber.

 

 

Şeker Yememek İçin 66 Neden

Şekerin vücudunuza zararları...

 

 

 

British Medical Journal'da yeni yayınlanan bir makalede "Şeker tütün kadar tehlikeli, zarar verici ve bağımlılık yapıcı olduğu için uyuşturucu sınıfına sokulmalıdır" diyor. Gözünüzün önüne yeğeninize, çocuğunuza "hediye ettiğiniz" çikolatalar, gofretler mi geliyor? İnsanı sigaraya, uyuşturucuya en yakınları alıştırır... Çocukları da "şeker isimli zehire" anne-babaları alıştırıyor en önce.

Şekerin vücudunuza zararları

• Fazla şeker tüketmek kan şekerini çok çabuk artırıyor ve pankreas aşırı insülin salgılıyor. Buna "metabolik sendrom" deniyor. İnsülin, şekeri regüle ettikten sonra fazlasını yağ olarak depoluyor. Kan şekerindeki ani düşüşse sürekli acıkma hissine ve yemeye yol açıyor.
• Diş çürümesi başta olmak üzere, obezite, diyabet, kalp ve dolaşım hastalıkları, böbrek taşları, kanser, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, kronik yorgunluk sendromu ve kemik erimesine neden oluyor.
• Kan dolaşımıyla vücudun her tarafına taşınan şeker özellikle de göbek, kalçalar, göğüsler ve bacağın üst kısmında toplanıyor. Bu bölgeler de dolduğunda, yağ asitleri kalp ve böbrek gibi aktif organlara dağılıyor. Bu organlar gittikçe yavaşlıyor ve sonuçta dokuları bozularak yağa dönüşüyor.
• Bağışıklık sistemi zayıflıyor. Vücut soğuk, sıcak veya mikroplara karşı koyamıyor.

Her yerde "şeker" var

Kek, pasta, baklava gibi tatlı yiyeceklerin içinde şeker olduğunu zaten biliyoruz. Tehlikeli olan gelişme, şekerin artık yerli yersiz neredeyse bütün hazır gıdaların içine koyulur hale gelişi... Bebek maması, mısır gevreği, sosis, mayonez, ketçap, pizza, hamburger ekmeği, kola, hazır meyve suyu gibi gıdalar şekerle tüketici gözünde daha çekici hale getiriliyor. Doğuştan tatlıya yatkınlığı olan insanoğlu da, farkında olmadan bu çekime kapılıyor ve satışlar artıyor. Gittikçe daha fazla satın alıyor, daha yiyoruz bu gıdaları.

Çocuklar ve bebekler için çok sakıncalı

şekerin zararlarıÖzellikle bebek mamasında bile şeker olması, çocukların beslenme zevkinin bir ömür boyu yanlış bir yolda gitmesine neden oluyor. Günümüzde artan aşırı şişmanlığını sorumlularından biri de bebekken tanışılan şeker olsa gerek. Bebek mamasında anne sütüne oranla yüzde 60 daha fazla şeker bulunuyor!

Şekerdeki genetik risk

Şekerle ilgili çok önemli başka bir tehlike daha var. Genetiğiyle oynanmış mısırdan "mısır şekeri" üretiliyor. "Nişasta bazlı sıvı şeker" de denilen bu "oynanmış" şeker, çikolata, gofret, gazlı içecek, baklava, mısır gevreği gibi endüstriyel gıdalarda en çok kullanılan şeker türü. Genetiğiyle oynanmış gıdalar ise, başlı başına sayfalarca yazı yazılabilecek bir konu. Doğal halinde değil, insan eliyle "oynanmış" genlere sahip yiyecekler yediğimizde, bizim vücudumuzda da genlerimizi ilgilendiren değişiklikler olabileceğinden korkuyor bilim adamları. Günümüzde yaygınlaşan besin alerjileri, kanser gibi rahatsızlıkların nedenlerinden biri olduğu düşünülüyor.

Şekerin gizli isimleri

Yiyeceklerin "içindekiler" listesinde şekerin farklı isimlerle gizlenmiş olduğunu görebilirsiniz. Bu isimler ne mi? Sakaroz, esmer şeker, mısır şurubu, nişasta bazlı sıvı şeker, dekstroz, sorbitol, mannitol, xylitol, früktoz, meyve şurubu, glikoz, glikoz şurubu, bal, invert şeker, laktoz, maltoz, akçaağaç şurubu, melas, şeker şurubu, turbinado, amazake.

Şeker yememek için 66 neden

Şekerin zararları

 

1. Şeker kanser hücrelerinin en çok sevdiği şeydir.
2. Şeker bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir.
3. Şeker vücudunuzun mineral dengesini bozabilir.
4. Şeker çocuklarda hiperaktivite, endişe, dikkat bozukluğu ve huysuzluğa sebep olabilir.
5. Şeker çocuklarda uyuşukluğa sebep olabilir.
6. Şeker çocukların okul başarısını olumsuz etkileyebilir.
7. Şeker trigliserit seviyesinde belirgin bir artışa sebep olabilir.
8. Şeker bakteri enfeksiyonlarına karşı savunma sistemini zayıflatabilir.
9. Şeker böbreklere hasar verebilir.
10. Şeker krom eksikliğine yol açabilir.
11. Şeker bakır eksikliğine yol açabilir.
12. Şeker kalsiyum ve bakır emilimini engeller.
13. Şeker meme, yumurtalık, prostat ve rektum kanserine yol açabilir.
14. Şeker kadınlarda daha büyük risk oluşturmak üzere, kolon kanserine sebep olabilir.
15. Şeker safra kesesi kanseri için risk faktörü olabilir.
16. Şeker gözleri bozabilir.
17. Şeker serotonin seviyesini yükseltir; bu da kan damarlarını daraltabilir.
18. Şeker Hipoglisemiye sebep olabilir.
19. Şeker midenin asidik olmasına yol açabilir.
20. Şeker çocuklarda adrenalin seviyesini artırabilir.
21. Şeker koroner kalp hastalığı riskini artırabilir.
22. Şeker ciltte kuruma ve saç beyazlamasına yol açarak yaşlanma sürecini hızlandırabilir.
23. Şeker alkol bağımlılığına yol açabilir.
24. Şeker diş çürüklerini artırabilir.
25. Şeker kilo alımı ve aşırı şişmanlığa katkıda bulunabilir.
26. Yüksek miktarda şeker yemek Crohn's hastalığı ve ülseratif kolit riskini artırır.
27. Şeker kireçlenmeye sebep olabilir.
28. Şeker astıma sebep olabilir.
29. Şeker mantar enfeksiyonlarına sebep olabilir.
30. Şeker safra taşı oluşmasına yol açabilir.
31. Şeker böbrek taşı oluşmasına yol açabilir.
32. Şeker istemik kalp hastalığına yol açabilir.
33. Şeker apendisite yol açabilir.
34. Şeker Multipl Skleroz (MS) hastalığının belirtilerini şiddetlendirebilir.
35. Şeker dolaylı olarak hemoroide yol açabilir.
36. Şeker damarlarda varise yol açabilir.
37. Şeker osteoporoz oluşumuna katkıda bulunabilir.
38. Şeker salya asiditesine katkıda bulunabilir.
39. Şeker insülin sensitivitesinde düşüşe sebep olabilir.
40. Şeker glikoz toleransının düşmesine sebep olur.
41. Şeker büyüme hormonunu azaltabilir.
42. Şeker toplam kolesterolü artırabilir.
43. Şeker sistolik kan basıncını artırabilir.
44.Şeker gıda alerjilerine sebep olur.
45. Şeker diyabet oluşumuna katkıda bulunabilir.
46. Şeker hamilelikte kan zehirlenmesine yol açabilir.
47. Şeker çocuklarda egzama oluşuma katkıda bulunabilir.
48. Şeker kardiyovasküler hastalığa sebep olabilir.
49. Şeker DNA yapısını bozabilir.
50. Şeker katarakta sebep olabilir.
51. Şeker amfizeme sebep olabilir.
52. Şeker ateroskleroza sebep olabilir.
53. Şeker serbest radikal oluşumuna sebep olabilir.
54. Şeker enzimlerin işlevselliğini düşürür.
55. Şeker karaciğer hücrelerinin bölünmesine sebep olabilir; bu da karaciğerin boyutlarını büyütür.
56. Şeker karaciğerde yağ miktarını artırabilir.
57. Şeker karaciğerde patolojik değişimlere yol açabilir.
58. Şeker pankreasa zarar verebilir.
59. Şeker kabızlığa sebep olabilir.
60. Şeker miyopluğa sebep olabilir.
61. Şeker hipertansiyona sebep olabilir.
62. Şeker migren de dahil olmak üzere baş ağrılarına sebep olabilir.
63. Şeker beyin dalgalarını artırabilir; bu da beynin düşünme kabiliyetini zayıflatır.
64. Şeker depresyona sebep olabilir.
65. Şeker hormonal dengesizliğe sebep olabilir.
66. Şeker Alzheimer's hastalığı riskini artırabilir.

 

Saygılarımızla

 

26 Kasım 2010 Cuma

Türk olmak



Çatalın kenarını bıçak niyetine kullanmaktır. .
Nereye giderse gitsin, bir sekilde manzara resmi cekebilmektir.
Güneş gözlüğü takınca yakışıklı olduğunu sanmaktır...
Arabayi her yere park edebilmektir. .
TV yayının arkasından el sallayıp aynı anda cep telefonu ile
yakınlarını arayıp haber vermektir... ...
Şampuan bitmek üzereyken içine su doldurmaktır. ..
Cihazların uzaktan kumandalarını naylonla  kaplamaktır.. .
Bütün olayları ''bir arkadaşımın arkadaşının arkadaşı...'' şeklinde
anlatmaktır.. .
Telefon çalınca yanına gidip bir kez daha çalmasını beklemektir. ..
Çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir... Çay bardağı altlığını küllük olarak kullanabilmektir. ..
Fazladan verilen ketçap, mayonez ve kolonyalı mendili sonra lazım olur
diye çantaya atmaktır...
Her programda "70 milyon bizi izliyor "diyebilmektir. ..
Düğünlerde  "Dom Dom Kurşunu" ile göbek a tarak, "bir avcı vurdu beni,
bin avcı yedi beni" gibi sözlerle kendinden geçen  tek millet
olmaktır...
Araba camlarına "beni yıka" yazarak arabanın duygularına tercüman
olmaktır...
Asgari ücretle çalışıyor bile olsa maaşının 2 katı fiyatlı cep
telefonuna sahip olmaktır...
Rüzgarlı havalarda küller uçmasın diye küllüğe su koymaktır...
İçtikten sonra"nolucak  bu memleketin hali"diye  sormaktır ...
Sarı ışıkta korna calmaktır...
Sandalyenin oynayan ayağına kağıt sıkıştırmaktır...
Denizde "suyun altında nefessiz ne kadar kalabiliyorum. " diye deneme yapıp boğulma tehlikesi geçirmektir ...
Her aklına geldiğinde "Google" da kendi ismini aratmaktır ...
Bisküvi vs. çaya batırıp yemektir...
Papağana önce küfür öğretmektir....
Kaza yapan aracın etrafında toplanıp,yaklaşı k hasar tahmini yapmaktır...
Yangın merdiveninin basamaklarına saksı saksı çiçek sıralamaktır.. .
Misafirliğe gidip saatlerce oturduktan sonra ,giderken kapı önünde
tekrar muhabbet etmektir...
Yanındakinin gazetesine göz ucuyla bakıp gazeteyi büyük bir iştahla
okumaktır..
"Nerelisin?" sorusuna cevap aldıktan sonra  "içinden mi?" diye sormaktır..
Markete 1 ekmek almak için gidip en az 15 ekmeğe dokunmak, mıncıklamak fakat en sonunda ilk mıncıklanan ekmeği almaktır ...
Kaldırım varken yoldan gitmektir...
Düğünlerde saçı topuz yapıp, yandan iki bukle bırakıp, bir de saç
üstüne sim döktürmektir.. .
Asansör beklerken tuşa ne kadar fazla basılırsa  asansörün o kadar
çabuk geleceğine  inanmaktır... .
Kale kilit anahtarıyla kulağını kaşımaktır...
Bulmacadaki ünlülere kadın erkek farketmeden sakal, bıyık, kaş çizmektir...
Yemeğin tadına bakmadan tuz atmaktır...
Her şeyde pazarlık yapabilmektir. ..
"İnşallah"la bütün işleri hallettiğine inanmaktır...
Her secim zamanı "bir oydan bişe olmaz" diye oy vermemektir. .
Her şeyi bilmese de bilmektir...

Ve de Türk olmak :

İstanbul'da Kızkulesi,  Anadolu'da buğday, Çukurova'da pamuk, Ege'de
tütün, Karadeniz'de fındık, Trakya'da ayçiçeği olmaktır....
Kar yağdığında evsizleri düşünmektir...
Balkon köşesine kuşlar için  ekmek kırıntısı  koymaktır. ..
Yemeği ziyan etmekten korkmaktır, göz hakkına  saygıdır ..
Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır ...
Milli maçta ağlamaktır. ..
Hayatın  verdiklerine "nasip", vermediklerine "kısmet" demektir...
Her işin "hayırlısına" inanmaktır ve "feleğe" küfretmektir vede
ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.. .
Yunus'u bilmektir, Aşık Veysel'i sevmektir...
Saz çaldığında, ney üflendiğinde,  yüreğinin derinlerinde bir sızı
duymaktır, bir de Yemen Türküsü'nde...
Asya'da batılı, Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir...
Çanakkale'de ölmektir. ...
Askere davul-zurna ile evlat uğurlamaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek...
Şehidinin tabutuna son kez dokunurken "vatan sağ olsun" demektir...

Aracınızı kışa hazırlayın, yolculuklarınız keyifli geçsin!

 

Kış deyince akla gelen ilk manzara bembeyaz karlar altında bir sokak ve pencerede karı izleyen mutlu aile tablosu oluyor. Bu güzel tablonun yanında yaklaşan kışla birlikte hem kendimiz, hem ailemiz, hem de sahip olduklarımız için mutlaka almamız gereken önlemler var.

Kış ayları özellikle sürücüler için de oldukça zor zamanları beraberinde getiriyor. Yağmurlu, karlı ve sisli havalarda sürücülerin her zaman olduğundan daha dikkatli ve daha bilinçli araç kullanmaları istenmeyen can ve mal kayıplarını önlüyor.

Yola Çıkmadan Önce Hazırlık Yapın!


Kış aylarında güvenli bir şekilde seyahat etmeniz için bazı önerilere kulak verelim:

  • Aracınıza kış lastiği mutlaka taktırmalısınız. Zorlu kış şartlarında uzmanlar aracınızın güvenliği için kış lastikleri kullanmanızı öneriyor. Çünkü +7 derecenin altındaki sıcaklıklarda, yaz lastikleri yola tutunma özelliğini kaybediyor. Böylece lastiğin fren mesafesi uzuyor ve kaza riski de artıyor. Oysa kış lastiklerinin asıl amaçlarından biri, tüm kış şartlarında daha yüksek güvenlik sağlayacak şekilde geliştirilmiş olmasıdır. Kış lastikleri; ıslak zeminde, karda ve buzda daha kısa fren mesafesi ile diğer lastiklere göre daha üstün performans gösterir, Avrupa'nın önde gelen otomotiv otoriteleri yapılan testlerde kış lastiklerinin aldıkları başarılı sonuçları onayladılar.
  • Sadece kış lastiği ile önlem almak da elbette yeterli değil. Taktırdıktan sonra, rutin araç bakımını yaptırmalı ve herhangi bir sorun olmadığından emin olmalısınız
  • Akü kontrolü ihmal edilmemesi gereken bir diğer önemli özelliktir. Kış aylarında yolda kalmamak için mutlaka akü kontrolü yapılmalıdır. Uzun süredir aynı aküyü kullanan sürücüler yola çıkmadan önce akülerini kontrol ettirmelidir.
  • Antifriz, kışın aracın soğutma sisteminin donmasını önler. Radyatör sistemindeki suyun donmaması için mutlaka antifriz kullanılmalıdır.
  • Soğuk ve yağışlı havalarda görüş mesafesinin azalacağı için sileceklerinizin aşınma olasılığı da oldukça yüksektir. Bakım sırasında bu durumu da göz ardı etmeyin.
  • Silecek suyunun, cam yıkama sistemini sıfır dereceye kadar donmaktan koruyan alkol içermeyen uygun bir cam silecek sıvısı olmasına dikkat etmeyi unutmayın.
  • Sürüş problemlerini dikkatle incelemelisiniz. Motorun zor ilk hareket, bozuk rölanti ve avans ayarı, stop etme, düşük güç gibi sürüş problemleri varsa, iyi bir serviste ayarlanması gerekir.
  • Yakıt sistemindeki nemin donmasını önlemek için, depoya ayda bir kez bir şişe buz önleyici katık eklenmeli, yakıt deposunun yarıdan fazla dolu tutulması gerekir, çünkü dolu tutulan yakıt deposu, borulardaki donmayı önleyecektir.
  • Ayrıca motorun yağını ve yağ filtresinin genellikle her 5 bin-10 bin kilometrede bir değiştirilmesi gereklidir.

Bu bakımları yaptırmadan çıkılan kış yolculuklarının tehlikeye davetiye çıkartacağını unutmayın!

Kışa özel sürüş tekniklerini dikkate alın!

Takip mesafesine dikkat edilmeli, sürüş hızı azaltılmalı, mutlaka kısa farların sürüş sırasında sürekli açık tutulmasına özen gösterilmelidir. Ayrıca sürüş hızının düşürülmesi, yağışlı havalarda yayaların daha yavaş hareket edeceklerini de dikkate alındığında güvenli sürüş için mutlaka uyulması gereken kurallardandır.

Kışın aracınızın bagajını kontrol edin!

Cep telefonu, battaniyeler, ilk yardım çantası, uyarı araçları, marş kabloları, kum veya paspas (çekiş için) , çekme halatı, tekerlek zincirleri, el feneri, buz kazıyıcı, kar fırçası, küçük bir kürek, eldiven mutlaka araçta bulunmalıdır.

Çocuklarınızın güvenliğinden emin olun!

Otomobil yolculuklarında, ailenizin güvenliğini sağlaması, tüm sürücüler için en önemli konulardan biridir. Alınacak küçük önlemlerle aileniz için de güvenli yolculuk sağlamanız mümkün. Bu önlemler ise şöyle sıralanıyor:

  • Yola çıkmadan önce çocukların güvenliği için çocuk koltuklarının uygun şekilde yerleştirip yerleştirilmediğini en az iki kez kontrol edin.
  • Çocuğunuzun bu rutin kontrollerde, güvenli bir şekilde koltuğuna bağlanmış olmasının onun hayatı için de ne kadar önemli olduğunu anlamasına yardımcı olun.
  • Siz otomobil kullanırken çocuklarınızın bunu yapmayacaklarından emin olamayacağınız için, çocuğunuza, emniyet kemerini açıp kapatmayı mümkün olduğunca geç öğretin.

Yolculuğa çıkarken:

  • Yolculuğa iyi dinlenmiş olarak başlamak yolculuğunuzun daha az yorucu geçmesini sağlayacaktır. Yola çıkmadan önceki gece uykunuzu iyi almış olmalısınız.
  • Vücudunuzun uyanık ve aktif olmaya alıştığı bir saatte yola çıkın. Sabah erken saatler uykunuzu da aldıysanız oldukça uygun olacaktır.
  • Yola çıkmadan önce alkol almayın. Yolculuk sırasında vücudunuzda hala alkol olması dikkatinizi sürüşe vermenize engel olacaktır.
  • Uykunuzu getiren ilaçlar almaktan kaçının. Dikkatinizi yola vermek için hiçbir maniniz olmamalı.
  • Yoğun trafiğe çıkış saatlerinden kaçının. Trafik sıkışıklığının içinde kalmak vücudunuz için de zihniniz içinde çok yorucu olacaktır.
  • Düzenli molalar verin. Yorgunluk hissettiğinizde hemen dinlenin. Bunun için en makul aralık, 2 saatte bir 10 dakikalık molalar vermek olacaktır.

Bir arıza durumunda:

  • Otoyol kenarlarındaki emniyet şeridine girin ve mümkün olduğunca sağa doğru park edin. Dörtlü flâşörlerinizi yakın.
  • Bagajınızda yer alan reflektörleri de yol üzerine diğer sürücüleri uyaracak şekilde dizmeyi unutmayın.
  • Sağ kapı tarafından araçtan çıkın ve yolcuların tamamının aynı şeyi yapmasını sağlayın.
  • Yolcuların hepsinin yansıtıcı ceket giymesini sağlayın. Beyaz kıyafetler ve fosforlu renkli kıyafetlerde bu işe yarayacaktır.
  • Yolcuların akan trafikten uzak olmasını sağlayın.Çocuklarınızı kontrol altında tutun! Mümkünse bir bariyerin arkasında yol yardımının gelmesini bekleyin.

 

15 Temmuz 2010 Perşembe

İçim Acıyor

Hayatı, hayatın anlamını, toplumu, ülkemi, doğayı ve çevreyi, geleceğimizi düşünüyorum son günlerde, içim buruk, heyecansız, mutsuz ve umutsuz. İçim acıyor; yıllardır aile fertlerim, dostlarım arkadaşlarım, şirketimde çalışan hissiyatlı eski elemanlarım, iş arkadaşlarım herkes zaten biraz "kaçık", hatta bazılarının açık telaffuz ettiği gibi "kaprisli ihtiyar" gözü ile bakıyorlar bu hissiyatıma. Bugün benim doğum günüm, şapkamı alıp önüme koyduğumda son yıllarda artık daha çok kendimin değil genellikle belki biraz çocuklarımın ve daha çok çevremdeki gençlerin ve tabiî ki toplumun muhasebesini yapıyorum kendimce. Ama her seferinde bu görüşlerimi anlattığım ve kendilerini eleştirdiğim insanların, özellikle gençlerin beni dinlediklerini fakat ne yazık ki hareket etmediklerini, hayatlarını değiştiremediklerini, onların benliğinde hiçbir yeni heyecan doğuramadığımı hissediyor ve üzülüyorum.


Öncelikle eğitim ve öğretimin 1980 öncesi kuşağının algıladığı gibi algılanmadığını görüyorum. Neden? Bize ne oldu da bu anlayış toplumda hâkim oldu? Kim nasıl ve hangi argümanlar ile bu topluma eğitimin çok da öyle anlatıldığı gibi önemli olmadığını, önemli olanın para olduğunu kabul ettirdi. Öncelikle eğitimin ailede alınmaya başlanılması gerektiğini göz ardı ettik, hatta aileyi hiçe saydık, boşanmayı doğal kabul ettik, "aman geçinemiyorlarsa ayrılsınlar ne olur" dedik. Dikkat ettiniz mi boşanmış ailelerin sayısında nasıl da artış var? Televizyonlarda, dizilerde, gazetelerin sosyete sayfalarında, hatta kitaplarda, dergilerde her yerde bilerek ve isteyerek boşanmayı savunduk, hatta aldatmayı hoş gördük, sadakati küçümsedik. Aldatan eşleri "sevgi için yaptı" tezleri ile yücelttik. "Kadın hakları", hürriyet ve demokrasi öğretileri ile aileyi yozlaştırdık!

Ailenin toplumun en küçük birimi olduğunu, burada toplum bireylerinin, ahlâkı, doğruyu-yanlışı, hissiyatı ve maneviyatı, düşünmeyi, anlamayı, algılamayı ve karar vermeyi öğrendiği, bunlar için ilk eğitimini aldığı birim olduğunu unuttuk. Annelerimizi eğitmedik, öğretmenlerimizi hor gördük, onların ihtiyaçlarına gözlerimizi kapadık, feryatlarını duymadık. Bir iş gezisi vasıtası ile doğuda tanıştığım birkaç öğretmenin günümüzün hızla değişen teknolojisinden bunun getirdiği toplumsal farklılaşmadan, değişen toplum ihtiyaçlarından ne kadar habersiz olduğunu sadece birkaç dakikada anlayabilmiştim. Evet, yüz binlerce genç yetiştirdik ve yetiştiriyoruz ancak onlara ne kadar eğitim verebildik? Kendileri için, yarın kuracakları aile için, çevresindekiler için ve toplum için faydalı olabilmeleri, üretken olabilmeleri, anlayışlı olabilmeleri, akıllı olabilmeleri girgin ve çalışkan olabilmeleri ve hissiyatlı, vicdanlı olabilmelerini sağlayabildik mi? Hiç sanmıyorum. Bu bir sarmal, önce öğretmenlerimizi hor gördük, sonra onların yetiştirdiği insanlar daha basit ve sıradan kalabalıklar oluşturdu ve bir sonraki nesil artık daha da kötü yetişiyor. Ne yazık!

Gençlerin çalışmadığını görüyorum, vakitlerinin çok az bir kısmını gerçekten okuyarak, araştırarak, düşünerek, tartışarak veya paylaşarak geçiriyorlar. Halbuki çalışmayan bir toplumdan hiçbir şey bekleyemezsiniz. Çalışkanlık esastır, çalışan insan mutlaka başarır, hiç durmadan, konumunuza bakmadan, çevre şartlarına, kötü imkânlara, yetersizliklere aldırmadan sürekli çalışmalısınız. Her gün ama her gün yepyeni şeyler öğrenip başarmak için tekrar tekrar denemelisiniz. Okumak, öğrenmeye çalışmak ve üretmek sizi, önce kendiniz için, daha sonra aileniz ve toplum için faydalı insan haline sokacaktır.

Hiçbirimiz dürüst değiliz! Tüm tartışmalarda, hukuki problemlerde, yargıya intikal etmiş başımızdan geçen olaylarda, her görüşten, toplumun her katmanından her seviyede insan; hepimiz, sonunda mutlaka "Yargıya inancımız tamdır, mutlaka adalet yerini bulacaktır…" der, kesip atarız. Halbuki gazetelerde geçen bu olaylarda da, toplumun küçük bir kısmını ilgilendiren veya yoksunlaştırma, yoksullaştırma, talan ve hortumlama gibi genelini içeren sorunlarda da ben bugün artık bu inancımı kaybediyorum. İzliyorum ve görüyorum, adalet sistemi çok yavaş ve kesinlikle adil değil. Bu sebeple toplumun kendi hakkını arama ve adaleti kendi imkânları ile sağlama çabalarını acı ile seyrediyorum.

İşim dolayısı ile İstanbul dışına çıktığımda, aile ziyaretlerinde dolayı Anadolu'yu gördükçe, hissettikçe, o insanı ve artık çabalamayan, tutku ile çalışmayan, amaçsız, gayesiz ve heyecansız kalabalıkların ne hissettiğini düşündüğümde, içim burkuluyor. Nasıl bu hale geldik? Her akşam televizyonları başında seyrettikleri gayesiz, amaçsız, ana fikirsiz ve hiçbir milli veya insancıl içeriğe sahip olmayan dizilerde mi kabahat? Bundan 20 yıl önce, belki 1980′den önceki nesil için okullarda okumak, meslek sahibi olmak, aile kurmak, başarılı olmak bir gaye ve asıl amaç iken, nasıl oldu da bu toplum bunların yerine televizyon programlarında dilenen, sürekli kendisine verilmesini arzulayan veya hayal eden, "Bende nasıl olsa olmaz, olamaz bana ne." diyen, hatta bu imkânlara sahip insanlara karşı kızgınlıkla bir anlamda bilenen, tüm TV programları, hikâyeleri, şarkıları ve geyik muhabbetleri ile öğrenilmiş toplumsal çaresizlik içine düştü? 1980′lere kadar sosyal devlet olmayı bir nebze olsun sürdürebilen devlet bir anda köşeyi dönmeye çalışan, vurguncu, üçkâğıtçı, hileci, sahtekâr, hortumcu ve talancıya nasıl göz yumdu ve onları yüceltti. Hangi adalet sistemi, onları hâlâ içimizde tutarak toplumun değerlerinin devamını bekleyebilir? Adaletin ve sosyal adaletin olmadığı bir toplum ne yazık ki yıkılmaya mahkûmdur!

İstanbul'un yaz geceleri artık dillere destan; her magazin programında, gazetede, dergide defalarca afişe edildi. Bundan 4 yıl önce, daha 2001 krizinin etkilerini tüm toplum yaşarken, işim nedeni ile Boğaz'da bir yaz gecesi motor ile gezdim. Boğazı bir baştan bir başa her iki yakası arasında gidip gelerek geçen motor kaptanı, işgüzarlığından gördüğü her gece âlemine kıyıdan yanaşıyordu. Gördüklerimden utandım! İnsanlığımdan utandım. Anadolu'nun hemen hemen her ilinde binlerce aile geçim sıkıntısı içindeyken, belki on binlerce gencimiz maddi sıkıntılardan dolayı okuma zorlukları içinde iken, kışın yakacak sıkıntısı olan binlerce köy okulu varken, okuluna gitmek için karda kışta kilometrelerce yürüyen bu kadar çocuk varken, nasıl olur da bir gecede bir insan bu kadar para harcayabilir, nasıl ve hangi hisler içinde bu kadar vurdumduymaz olabilir? Bunu anlamak mümkün değildir. İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de ve belki birkaç büyük ilimizde daha, her akşam binlerce lira harcayabilen on binlere, nasıl bir toplum, bu kadar sosyal adaletsizce izin verir. Hep liberal ekonomi, hürriyetler ve insan hakları… Ben bu hürriyeti istemiyorum! Tüm bu sosyal adaletsizlikler, acımasız vurdumduymazlıklar ve bunlar içinde yoğrulmuş, öğrenilmiş ve kabul edilmiş çaresizlikler, dilencilikler, heyecansız amaçsız toplum, çalışmayan oturan üretmeyen kalabalıklar, fakirliği, sosyal adaletsizliği kabul etmiş insanlar beni tiksindiriyor, utandırıyor. Eğer bu toplum bu şekilde gidecekse, aydın insanlar, eğitilmiş kişiler ve akil kalabalıklar bilmelidir ki bu vicdansızlığın sonucu insanlarımızın, Irak Savaşı'nda öldürdüğü ve ona göre "düşman" olan insanların kafasına ayağı ile basan "insan" denilemeyecek mahlûklara dönüşmesi kaçınılmazdır.

Sokaktaki insana yardımcı olmayan, garibanı görmeyen, hissetmeyen, acıyı veya acılı insanı sezinlemeyen, fakiri ve fakirliği göz ardı eden, diğer insanlara sadece kendi çıkarları açısından bakan, çevresine dikkat etmeyen, saygısız, gaddar, bencil, zalim, hissiyatsız, maneviyatsız gençler yetiştirdiğimizin farkında bile değiliz. Toplumun vicdanını yok ettiğinizde, belki de Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez'in yaptıklarından gocunan ve "Keşke Amerika gelse de bize kurtarsa…" diye söylem içinde olan insanları göreceğiz bu memlekette. "Demokrasi ihraç eden" ülkelerin Irak'ta 600.000 insanın ölümüne neden olduğunu vicdansız toplum fertleri hatırlamayacaklar, belki de o gün bizim üstümüze de ağır bir ölü toprağı serilecek yavaş yavaş.

Sıradan insanların birbirine saygı göstermemesi beni üzüyor, sabahleyin apartman girişinde gördüğüm ama tanışmadığım bir komşuma "Günaydın!" dediğimde bana "Beni birine benzettiniz" dermişçesine bön bön bakıp cevap vermediğinde, üzülüyorum. Bu değeri ne zaman kaybettik? Halbuki bizim ananelerimize göre sokakta gördüğümüz birine "merhaba" veya "Selamünaleyküm" demek adettendir. Nasıl bir ruh hali böyle içten gelen basit bir selamlaşmayı cevapsız bırakabilir?

Şirket ofisinin bulunduğu binada çalışan bir gece bekçisi var: Mehmet Efendi. Mehmet Efendi'yi ilk gördüğümde ona da selam verdim, bir sabah erken ofise girerken. Belli belirsiz cevap verdi, ama şurası kesin Mehmet Efendi hani derler ya, çok sevimli suratlı bir vatandaşımız değil. Olsun! Ertesi sabah, daha sonraki ve ondan sonraki tüm sabahlarda tekrar tekrar selam verdim Mehmet Efendi'ye ve bugün artık Mehmet Efendi o suratsızlığını bana göstermiyor. Merdivenlerden çıktığımda artık bana belki de önce o selam veriyor, hatta konuşuyor benimle. Doğal olarak yaşam sevinci dolu gençlerin bu ışıklarını yayabilmelerini dilerim.

İstanbul'un içinde pek araba kullanmam, trafik sorunu, park sorunu ve sabahleyin işe gelmek için yaşadığımız maceralar beni bıktırdığından işim dolayısı ile gideceğim her yere taksi ile giderim gün içinde ve her seferinde mutlaka taksicilerle sohbet ederim. O günkü güncel ve siyasi meselelerden, bir işletmeci (taksi kendinin ise) veya çalışan ise kendi sorunlarından ama her şeyden. Bir gün büyük oğlumla bir taksiye bindiğimde yine bu tür sorularla yaklaşık 40 dakika kadar taksici ile muhabbet ettim ve indiğimde oğlum hemen sordu: "Baba neden bu kadar şeyi sordun? Ve üstelik basit olarak tartıştın adamla ?" Amacımı ona da anlattım, öncelikle sıradan, sokaktaki insanlar ile konuşmak, onları dinlemek sizi halktan koparmaz, toplumu ve fertleri hem psikolojik hem de sosyolojik olarak daha iyi anlarsınız. Bundan öte, ona ufak birkaç iyi söz söylediğinde onun psikolojisini değiştirirsiniz ve bundan sonra aldığı her müşteriye de belki o olumlu elektriği kendi yansıtır. Aynı bizim kapıcı Mehmet Efendi gibi… Sabah artık herkese merhaba diyor. Adam ciddi olarak bunu öğrendi.

İnsanların karşısındakine saygı göstermesinin ön şartı tabiî ki kendine saygı göstermektir. Hiçbir zaman ama hiçbir zaman bu saygıyı zedeleyecek hiçbir faaliyet içinde olmayın, arkadaşlarınızı ona göre seçin. Karşınızdaki insana saygı gösterin, onun düşüncelerine, inançlarına azınlık ise haklarına saygı gösterin. Gençlerin buna biraz daha dikkat etmelerini dilerim. Sizden farklı bir düşünce, değişik bir algılama, değerlendirme ve sonuçlara varma mutlaka olur, olacaktır, doğaldır. Fikrinizi savunun ama sakın karşınızdaki adına düşünmeyin. Onun yaşadıklarını siz yaşamadınız, içindeki koşulları bilmiyorsunuz, aldığı eğitimi, ailesi, arkadaşları, yaşamı ama hiçbir şeyiniz aynı değil. Ona saygı duymalısınız, omu anlamaya çalışmalısınız.

Büyük şehirde yaşan biri olarak, trafikte saygı, yine son yıllarda beni üzen çok önemli bir sorundur. Gençlerin sokak aralarında düşüncesizce aşırı hızla gittiklerinin ve büyük tehlike saçtıklarının farkında olmamaları beni gerçekten çileden çıkarıyor. Ambulansların arkasından yolun açıklığını fırsat bulan uyanıklar, herkes sırasını beklerken güvenlik şeridinden süratle giden ahlâksızlar, birbirine yol vermemek için kavga etmeye çalışan sinirli insanları anlayamıyorum. Yine bir yabancının kitabından okumuştum, Türk insanı bir kapıdan geçerken mutlaka diğerine "buyurun" der ancak otomobile bindiğinde 180 derece değişir ve mutlaka önce kendisi geçmek ister. Bu duyguyu anlayamıyorum, aşırı duygusallığımızı da anlayamıyorum. Hemen hemen her konuda aşırı duygusalız ve bu bizi çoğunlukla analitik düşünmeden alıkoyuyor. Bugüne kadar ezilmişliklerimiz, korkularımız, taraflı beklentilerimiz, anlayışsızlıklarımız, küçük düşürülmüşlüğümüz hep bizi daha heyecanlı ancak bir o kadar da bilinçsiz yapıyor.

Aydın insanların, bu toplumun yetiştirdiği eğitimli insanların toplum menfaatlerini hiçe saymalarını kabullenemiyorum. Rol modelleri olduklarından habersiz, dikkatsizler, örnek olmanın ne olduğunu anlayamıyorlar. TV programlarında, dizilerde, köşe yazılarında ve hatta karikatürlerde bile bu hataları görüyorum. Örneğin geçen gün bir gazetede bir anket okuyorum. Bir soru şu şekilde başlıyor; "Çok eşli bir kadının…" halbuki konu sağlık ve bu yazıyı yazan ve toplumun aydın kesiminden olması gereken gazeteci bunu düşünebilmeli. Bu "araştırmayı" (artık ne kadar araştırma ise!) bu bilinç ile hazırlamalı. Birçok haberin içinde insanların farkında olmadığı -inşallah farkında olmadığı, keza bazen bunu bilerek ve kasıt ile yaptıklarını da düşünüyorum- özendirme unsurları görüyorum. Toplum aşk, sevgi, eş, aile ve cinsellik konuları içinde bazen sanki aşırı özendiriliyor. O kadar çok detay okuyorum ki ne, nedir, nasıl, neden, niçin ve kim derken bazen kasıt arıyorum gençlere ve topluma…

Gazetecilerin, yazarların, televizyon sahiplerinin, program yapımcılarının ve bundan öte deneyim sahibi bütün biz yaşlıların, gençlere ve toplumun eğitimsiz tüm toplum katmanlarına karşı daha bilinçli, daha saygılı olabilmelerini, toplumun ilerlemesi için daha vizyon sahibi olmaya çalışabilmelerini, pozitif ayrımcılık yapabilecek kadar hassas olabilmelerini, düşünceli davranabilmelerini, tecrübelerini yaymayı hedeflemelerini, toplumun doğru düşünce, analitik düşünce, önyargısız anlayış, doğru ölçme değerlendirmeyi öğrenebilmeleri için çalışabilmelerini isterim. Yeni bir yılda bu amaçla çalışabilmeyi ve tüm olumsuzlukların bende oluşturduğu kötümserliği daha az etkilemesini dilerim.

 

Niyazi SARAL, 19 Aralık 2006, Salı

 

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Her Şeyi Olan.... Hiçbir Şeysiz Insanlar!




Ne kadar sorunlu bir toplum haline geldik, mutsuzluğa bahane bulmak mutluluğa bulmaktan daha kolay oldu. Sizce de garip değil mi?

Her Seyi Olan hicbir seysiz insanlar.
Kisilerin beklentisi çok yüksektir, bu da doğaldır çünkü hayata çok değişik pencerelerden bakabilme yeteneğine sahibiz. Peki, bu yeteneğin farkında mıyız? Kendi hayatına başka açılardan bakamayan biri, yaşamın genelini nasıl farklı değerlendirebilir?

İnsan sahip olduklarının biraz kıymetini bilmeli, elindekilerin gerçekten ayrımına varmalı! Afrika’da açlar var diyerek konuya girebilirim ancak çok klişe olacaktır. Bunun yerine, şu anda, tam da bu yazıyı okurken, sizin sahip olduğunuz şeylerin yarısına bile hasret kalan insanlar olduğunun farkına varmanız gerektiğini hatırlatıyorum.

Herkes kendi avucundakilere bakıp, özenilecek hiçbir şeyi olmadığını düşünebilir. İnsan egosu, hep daha fazlasında gözü vardır ama bu hırs ve körlük, bizi ancak mutsuzluğa taşır. Zaten mutlu olmak isteyen kim, değil mi?

Bir hastalık gibi, etrafımızı saran ve vücudumuza yayılan virüsün adı, mutsuzluk! Nasıl seviyoruz bu durumu? Para yok, aşk yok, sosyal çevre yok, her şey yok diye sayılıyor. Peki, ne var? Var olanın listesini yapın desem, çoğundan iki madde zor çıkıyor.

Bir ilişki içine girdiğimizde mutsuzuz çünkü pek çok sorun var. İyi de kardeşim, ilişkin yokken de mutsuzdun, bunu nasıl çözeceğiz? İstediğin ilişki aslında istediğin ilişki değil. O zaman niye devam ettiriyorsun? Biraz daha mutsuz olmak için!

Para yok! Olduğu zamanlarda neler yaptın? Mutsuzluklarını alış veriş yaparak geçirmeye çalışmadın mı? Aç dolabını bak bakalım, kaç çift gereksiz ayakkabın, giymediğin elbisen, sadece ucuz diye alınmış ama kullanılmayan ıvır zıvırın var? Eline geçen üç kuruş parayı harcadın, yetmedi kredi kartlarını ödenemez hale getirdin, bütün bunları mutlu olmak için yaptın, değil mi? Oldun mu?

Yalnızken mutsuzdun, kendine öyle ya da böyle bir sevgili buldun. Şimdi o ilişki içinde daha çok sıkıntı yaşıyorsun. Yalnızdın, bunu gidermek için birkaç arkadaş edindin, şimdi onların saçma sorunları içinde boğuluyorsun.
Sen kendine ne yapıyorsun?

Bazı insanların her şeyi vardır, yeterince, çok değil ama vardır. Bazılarının çok az şeyi vardır, bazılarının ise, çok fazla, yine de herkes bir şekilde mutsuzdur. Elbette yaşam dediğimiz her gün kendini geliştirmek ve ilerlemek üzerine kuruludur ancak sahip olduklarının farkına varmazsan, ilerde sahip oldukların da aynı şimdikiler gibi değersizleşecektir.

Bazı insanların her şeyi vardır ama farkında olamadıkları için, hiçbir şeysizdirler.
... Siz onlardan olmayın!....
Dönüp hayatınıza bakın, neler için şükretmeniz gerektiğini düşünün ve bulun! Kendi boşluğunuzu yaratıp, içinde kaybolmayın.
Zenginlik, elindekilere sahip çıkabilmektir ve buna aşk dahildir.

 

 

 

 

  www.ikyworld.com

İnsan Kaynakları Yönetimi Eğitim ve Araştırma Sitesi

info@ikyworl.com

 

İkyworld.com Forum üyelik sistemi

 

İkyworld Haber Grubu

http://groups.google.com.tr/group/ikyworld

Kuruluş 2008

 

1 Temmuz 2010 Perşembe

Dua /Gandhi

 

Tanrım!
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek için
ve zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak için
ve yalan söylememek için bana yardım et.
Eğer bana para verirsen mutluluğumu alma
ve eğer bana güçler verirsen muhakeme yeteneğimi çıkarma.
Eğer başarı verirsen alçak gönüllüğü çıkarma.
Eğer bana alçak gönüllüğü verirsen saygınlığımı çıkarma.
Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et.
Benim düşüncelerime katılmıyor diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak,
onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.
Kendimi sever gibi diğerlerini de sevmeyi
ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi de yargılamayı öğret bana.
Başarılı olduğum zaman sarhoşluğuma izin verme.
Nede başarısız olursam olayım, umutsuzluğa düşmeme izin verme.
Daha ziyade, başarısızlığı başarının öncesindeki bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla.
Hoşgörünün, güçlerin en büyüğü olduğunu
ve intikam arzusunun zayıflığın ilk görünüşü olduğunu öğret bana.
Eğer paradan yoksun bırakırsan, bana umudu bırak.
Ve eğer beni başarıdan yoksun bırakırsan,
başarısızlığı yenebilmek için irade gücünü bırak bana .
Eğer beni sağlık bağışından yoksun bırakırsan, inancın lütfunu bana bırak.
Eğer insanlara zarar verirsem, özür dileme gücünü ver bana .
Ve eğer insanlar bana zarar verirse, affetme ve merhamet gücünü ver bana.
Tanrım!

Eğer ben seni unutursam sen beni unutma."

 

17 Haziran 2010 Perşembe

Regaip kandiliniz mübarek olsun! Kalpleriniz imanla dolsun!

Regaip (Regâib) Kandili nedir? Regaip Kandili veya Regâib Kandili Hicri takvimin Receb ayının ''ilk Cuma'' gecesine denk gelen kandil gecesidir.

Bu gece Regaib Kandili... Peki Müslüman alemi neler yapmalı? Bu geceyi ibadetle ihya etmenin sevabı pek çoktur.

Ali Bardakoğlu mesajında, 17 Haziran Perşembe gününü Cumaya bağlayan gecenin, rahmet, bereket ve mağfiret mevsimi olarak nitelendirilen üç aylara girildiğini müjdeleyen Regaip Kandili olduğunu belirtti.

Üç aylar olarak nitelendirilen Recep, Şaban ve Ramazan aylarının, kalplerin ve gönüllerin manevi doyum mevsimi olduğunu ifade eden Bardakoğlu, bu aylar ''Müslümanlar olarak Hakk'ın rahmet, bereket ve mağfiretine olan iştiyakımızı zirve noktaya taşıyıp huzur iklimine doğru seyahat ettiğimiz müstesna zaman dilimleridir'' dedi.

Regaip Kandili veya Regâib Kandili Hicri takvimin Receb ayının ''ilk Cuma'' gecesine denk gelen kandil gecesidir.

Muteber İslam kaynaklarında bildirildiğine göre, "İslam dininde, her Cuma gecesi kıymetlidir. bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allah, bu gecede, mümin kullarına, ragibetler, yani ihsanlar, ikramlar yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua red olmaz ve namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir."

Bir hadisin meali şöyledir:

"Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez:
Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi." (İ.Asakir) Kaynak: Diyanet İşler Başkanlığı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU 'nun REGAİB KANDİLİ MESAJI:

17 Haziran 2010 Perşembe gününü Cumaya bağlayan gece, rahmet, bereket ve mağfiret mevsimi olarak nitelendirilen üç aylara girdiğimizi müjdeleyen Regaip kandilidir.

Üç aylar ismiyle şöhret bulan, kalplerimizin ve gönüllerimizin manevi doyum mevsimi olan Recep, Şaban ve Ramazan ayları, Müslümanlar olarak Hakk’ın rahmet, bereket ve mağfiretine olan iştiyakımızı zirve noktaya taşıyıp huzur iklimine doğru seyahat ettiğimiz müstesna zaman dilimleridir. Dini hayatımıza canlılık katan bu aylar, aramızda insani değerlerin ve ahlaki erdemlerin artmasına, yardımlaşma ve dayanışma bilincinin çoğalmasına, inananların hayır ve iyilikte birbirleriyle yarışmasına vesile olur.

Bu özel aylar ve bu ayların içinde barındırdığı mübarek gün ve geceler, bizlere, hızla geçen zamanın değerini idrak etmenin, durup düşünmenin, hayatın yoğun koşuşturması ve temposu içinde kendimize dönüp, gönül âlemine nazar kılmanın ve içe doğru bir yolculuk yapmanın imkânlarını sunar. Ayrıca Yüce Allah’a gönülden yalvararak, günahlarla kirlenmeye yüz tutmuş gönüllerimizi tövbeyle arındırma, kendimizi bulma ve bilme, nefsin sonu gelmez arzu ve ihtiraslarına dur deme ve onlardan uzaklaşma imkânını bahşeder.

Vahyin nüzulünün 1400. yılını idrak ettiğimiz bu yılda, üç aylar ve bu aylarda bulunan mübarek geceleri fırsat bilerek, Yüce Rabbimizin çağlar üstü evrensel mesajını anlama, O’nun anlam ve hikmetiyle buluşma ve hayatımıza tatbik etme adına her zaman olduğu gibi gayretli olmak durumundayız. Çünkü manevi ve ahlaki değerlerin yozlaştırıldığı, aile değerlerinin ve toplumun ortak bağlarının yok olmaya yüz tutarcasına zayıflatıldığı, dünyanın sanal ve geçici meşgalelerinin ve sonu gelmez heveslerinin bütün hayatımızı ve geleceğimizi ipotek altına aldığı günümüzde, Yüce Mevla’mızın En’am suresinde “Bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Enam, 6/155) buyurduğu üzere Rabbimizin rahmet yüklü mesajı Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlamaya, bunun için de onun değerlerini yaşamaya, yaşatmaya ve bu çerçevede Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in örnek hayatını ve ahlakını da rehber edinmeye ihtiyacımız büyüktür.

Regaib kandili vesilesiyle bir kez daha, başta Yüce Yaratan’la olan bağlarımızı ve hayatımızı yeniden gözden geçirmeli, ahlak ve erdemin, doğruluk ve dürüstlüğün, paylaşma ve dayanışmanın, hak ve hukuka riayetin, barış ve kardeşlik içinde bir arada yaşamanın, yetime, öksüze ve kimsesize kol kanat germenin, fakir ve ihtiyaç sahiplerine vermenin, acı ve kederleri paylaşmanın, düşeni kaldırmanın, kutsal değerlere saygının insani erdemler bağlamında ulaşılabilecek en üstün değerler olduğunu hissederek, söz ve davranışlarımıza bu çerçevede yön verme kararlılığı içinde olmalıyız. Zira bu mübarek gün ve geceler değerlendirebildiğimiz, güzel amel ve davranışlarla içini doldurabildiğimiz, yanlışlarımızın farkına varıp istikamete yöneldiğimiz ölçüde bizim için kazançlı ve bereketli zaman dilimlerine dönüşecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle aziz milletimizin ve yurt dışında yaşayan vatandaş ve soydaşlarımızla birlikte bütün İslâm âleminin Regaip Kandilini kutluyor, bu gecenin insanlığın ortak huzurunu tehdit eden terör ve şiddetin, savaş ve düşmanlığın yerini barış ve huzurun almasına vesile olmasını, yapacağımız ibadet, dua ve yakarışların kabul olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU
Diyanet İşleri Başkanı

 

Faik YILDIZ

Personel Müdürü

Side MAre Resort & Spa Hotel  *****

Tahalia Beach Resort Hotel ****

 

Ilıca Beldesi, Ilıca Mahallesi, Cumhuriye Bulvarı No : 149 Manavgat - ANTALYA

 

Telefon : 0 242 756 17 00  Faks : 0 242 756 17 06

 

www.sidemareresort.com ..:..  www.thalia-beach.com

e-mail :  faik@inkay.net         inkay@boztepehotels.com