11 Eylül 2007 Salı

Sizin yöneticiniz kim?

Artık içinizden size rağmen fırlayıveren ‘benim’le başlayan cümleleriniz ne çabuk yıpranıyor. Kendinize bile çok inandırıcı gelmeyen özgüvenle uyandığınız bir sabah, ait olduğunuzu düşündüğünüz o ‘isimlerin, değerlerin’ aslında ne kadar kırılgan olduğunu anlayınca içerden biraz sarsılıyorsunuz. Dünkü hissiyatınızın keskinliği, bugün biraz fazla geliyor. Ama hayatın ürperten geçiciliğini tecrübeyle kavramak belki olgunlaştırmıştır sizi. Ya da kaçınılmaz müdahalelerin kaygan zemininde dolaşıp durmaktan yorulmuşunuzdur, kim bilir?

Daha önceleri de aslında ‘benim’li cümleleri ne çok duyduk, değil mi? Herkesin bir cumhurbaşkanı, başbakanı, askeri, gazetecisi, milletvekili, hocası oldu bu ülkede yaşlanırken. Ama havada keskin kılıçlar gibi çarpışan ‘benim’ sözcüklerine rağmen, insanlığın bencil hırçınlığıyla birlikte hayat bildiği gibi kendiliğinden akıyor işte…Muhtemelen hakikatin gücüne çok da karşı konulamadığı için!

BEYANA İTİMAT ESASTIR

Peki, hayatınızı erittiğiniz ofislerde çalışmak istediğiniz ‘yöneticiniz’ kim? Çalıştıklarınız, birlikte iş yapmayı tercih ettikleriniz sizin seçtikleriniz mi gerçekten? Neden her sabah işe gelirken “O benim yöneticim” değil diye, herkesin duyabileceği bir tonla söylenmiyorsunuz. Hayat görüşü ne olursa olsun mevzubahis yöneticiyle çalışırken ölçünüz ne; size nasıl davrandığı, nasıl motive ettiği, kariyerinizi nasıl etkilediği, hayatınızı maddi ve manevi olarak nasıl beslediği mi yoksa sadece geçmişiyle, hayat görüşüyle, iç dünyasıyla, inancıyla, giyinme ve yeme-içme kültürünün görünürdeki haliyle mi ilgileniyorsunuz. Acele etmeyin, bu saydıklarımın davranışlara ve hayata nasıl yansıyabileceğini biliyorum. İş ilişkilerinin bile böyle basit denklemlerle kurulamadığını tecrübeyle idrak edecek kadar çalıştım.

Aslında yaşadığınız ülkeyi yönetecek olan kişi hakkında bir fikriniz var değil mi Gazetelerden, televizyonlardan zamanla değişen görüşleri ve hayattaki duruşu hakkında bir şeyler öğreniyorsunuz. Eskilerin kullandığı ‘Beyana itimat esastır’ gibi kalıplar muhtemelen sizi güldürüyor. Sözlerine güvenmiyorsunuz, geleceğe dair vaatlerini ciddiye almıyorsunuz.

Ben bu yazıyı yazmadan önceki akşam bu ülkeyi yönetecek olan yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün çocukluk ve gençlik dönemini Can Dündar’ın belgeselinde izledim. Sevgili Can, her zamanki titizliğiyle o belgeseli hazırlarken Gül’ün insani özelliklerini öne çıkarmaya özen göstermiş. 

ONUN GEÇMİŞİ ÇOK MU FARKLI?

Gül, yakın çevresinin anlattığına göre kimseyle itişip kakışmayan, mızıkçılık yapmayan, babası eve gelince oyunu bırakıp eve dönen, okuldan sonra sokakta gazoz satmaya zorlanınca utanan bir çocuk olmuş. Okulda ‘dört göz’ diye anılan yeni Cumhurbaşkanımız, gençliğinde Varlık Yayınları’ndan çıkan bütün dünya klasiklerini okumuş. Yassıada duruşmalarını dinleyerek büyümüş. Dünyanın çalkalandığı 68’de İstanbul’a hukuk okumaya gelmiş. Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” akımından etkilenmiş. Arkadaşlarıyla sinemaya, tiyatroya ve maçlara gitmiş. Üniversitede MTTB temsilcisi olarak çalışmış. 12 Mart’ta o da diğer öğrenciler gibi gözaltına alınmış. Miting meydanlarında polis dayağı yemiş. O yıllarda bodrum katında Yahya Kemal okurken arkadaşlarıyla Münir Nurettin Selçuk dinlemişler. Avrupa’da katıldığı bir gençlik kampında çilek toplayıp para kazanmış. Sevdiği şairlerin kitaplarını yayına hazırlamış. Saçlarını uzatıp, İspanyol paçalı pantolonlar giydiği dönemin sonrasında bursla Londra’ya okumaya gitmiş.

Hikâyenin buraya kadar olan kısmı bile size çok tanıdık gelmiyor mu? Bu coğrafyada her gün birlikte çalıştığınız insanların geçmişini bütün ayrıntılarıyla okuyup öğrenme şansınız olsaydı öğrendikleriniz sizi çok şaşırtır mıydı? Yoksa siz de bir ülkeyi yönetecek olan insanın özelliklerini önemserken iş hayatınızı yönetenlerin kim olduğuna çok aldırış etmiyor musunuz?

Elbette hepimizin ‘benim’ diye başlayan cümleler kurmaya hakkı var ama ben kendi adıma ‘benim’ diye sahip çıktığımız veya reddettiğimiz o insanı ve temsil ettiği değerlerleri kullanarak birbirimizi yok etmeden önce, olup biteni anlamaya çalışmanın daha insani bir tavır olduğuna inanıyorum.

Ezbere ‘benim’ diye başlayan cümleler kurmak da hakikatin gölgesinde manasını yitiriyor çünkü…

A. Esra Yalazan

Tarih : 03.09.2007

 

 

Hiç yorum yok: