8 Ekim 2007 Pazartesi

Poşetteki Umutlar

Yerde oturuyordu, belki yıkık dökük bir tuğlanın üzerine ilişmişti, dikkat etmemişim. Başında sanki atalarından kalma taktığı bişey vardı. Yaşlı yüzü, gözü bumburuşuk, güneşten iyicene kararmış. Önünde yerde file gibi bir torbası var. İçide ağzına kadar “umut” dolu, filenin ağzı açıktı oradan gördüm. Her birinde beş-altı tane kadar vardı ancak, okadar büyük umutlarki bir torbaya beş altı tane kadar sığabiliyor. Yalan dolan yok, her şey ortada.
Bakıştık…
Gülümsedi!
Bir ona baktım bir poşetlere.
Öyle benziyolardıki birbirlerine poşettekilerle, ikiside sakin görünümlü bir fırtınayı andırıyordu yada fırtına öncesi sessizliği, yok yok belkide bana öyle geldi.
Gülümsemesi binlerce yılın bilgeliğini taşıyordu, poşetlere baktığımda onlarında aynı bilgeliği taşıdığını fark ettim. Tıpkı evcil bir köpek gibi sahibine sadıktılar.
“Bunların hepsi senin mi?” dedim. Yüzüme baktı korkutucu gözleriyle, gözbebekleri kızınca kedi gözü gibi yukarı doğru oval oluveriyordu. Ama bu bakışı daha bir alay daha bir kibir taşıyordu. “Ya ne sandın tabiki öyle” dedi. Bişey diyemedim, açıkçası konuşması, Hoşuma bile gitmişti.
Ayağa kalktı hemde hiç zorlanmadan, okadar yaşlı olmasına rağmen bir kedi kadar çevikti. “Kendilerininki yetmiyor birde benden çalıyorlar!” belli savaşmıştı, sonra sesini biraz daha yükseltti, doğrusu ses telleri çürümüş çamaşır ipine benziyordu bağırırken, onları gördüm, ama birazda kırgın gibiydi sesi, ellerini yukarı kaldırdı “Hırsızlar” dedi. İşte bu hali bana 1000 yaşında savaşçı, ölümsüz, seyyah bir keşişin, 100.000 kişilik bir orduya kılıç kaldırmasını anımsattı.
Sahidende ne yapacaklardı o poşettekileri, düşünememişlermiydi ki o salak hırsız bozmaları onlar sadece icra edersen işe yarar. İki saattir nasıl fark etmemiştim etrafta gezen umutsuz hırsız sürülerini oysaki her hallerinden belliydi. Dikkatli baktığımda ellerindeki irili, ufaklı poşetleri gördüm. Belli ki kimse onun haykırışlarına, çağırışlarına kulak asmamıştı. Oysaki o umarsızlıklarına, umursamazlıklarına savaş açmıştı. Poşetliler sessizce ırıyorlarken ben sadece amaçlarını düşünüyordum bukadar düşüncesiz olamazlardı.
“Aman bari sen vazgeçme bu yaptığından, öyle azkaldıki senin gibiler” kekelemeye başladım, mitolojik bir tanrıyla konuşuyor gibiydim.”Vazgeçermiyim hiç, sonra nasıl insan olacak bu keratalar!!!” şaşırdım, kızmamıştı ama surat ifadesindende belliydi aslında, 1000 yıldır aynı sahnede, değişik figüranlara, hayat denen bu kahpe oyunu kurallarına göre oynamayı öğretiyodu. Öğretmen olma olasılığı vardı gözümde, ama bildiğimiz öğretmenlerden değildi elbette, şu hayatlarımıza kadar giren kanatlarını göremediğimiz, iyi bir insan olmamız için, ne olursa olsun asla umudumuzu yitirmememiz gerektiğini usanmadan yıllarca söyleyen iyilik meleklerindendi belkide bilinmez.

 

7 Ekim 2007

Yazan: 118hancı

 

Hiç yorum yok: