15 Ekim 2007 Pazartesi

Karanlığın gülümsediği bir adam.

 

Gölgelerin gece yarısı nöbetleri, çevreyi saran rüzgarın uğultusu, kediler, siyah siyah kediler, gözleri her şeyin inadına parlayan üşümüş kediler, bir kıvılcım çocukluğumun şokunu yaşatan elektrik direğinden, taşları dağınık sokağımın kaldırımında yığılıp kalmış bir sarhoş, unutulan her şeyin geride kalan yıkıntısını anımsatan kaldırım ve sarhoş, sonu hep çıkmaza vuran yollar.

 

Döndükçe başımı, hayatımı döndüren dünya, midemi bulandıran kısır döndü, saatin 3:20’yi gösteren yüzsüzlüğü, acımasızca çıkardığı o ses, tik tak.. tik tak... Yine kabuslara gebe bir gece daha...

 

Bir telefon, sesini duyup kapatan bir yalnız, sesini duyup kapatan bir özlem, bir hasret, bir yıkım...ve gecenin bir yarısı ya da gunduzun bir yarısında isimsiz bir numara.Buna hiç şaşırmayan, arayanın kim olduğunu her zaman anlayan ruhu kayıp bir adam, kızgın, yedimilyonyediyüzkırkikibin yıldır uyuyamayan bir adam…

 

Bir yatak, herkes kokan dağınık bir yatak, yenilgi kokan, üzüntü kokan, mutsuzluk kokan,pişmanlık kokan,buzusup kaldıgı,göz yaşı kokan bir yatak… çarşafı koyu vişne çizgileriyle, kan kırmızısı renginde olan bir yatak… uykusuz adamın hiç sevemediği bir yatak, yedimilyonyediyüzkırkikibin yıldır üstünde hiç uyuyamadığı bir yatak… bir oda, 5 duvarı olan, tavanına Samanyolu çizilmiş bir oda…

 

Duman kokan, griye çalan, her duvarında geçmişinin onda bıraktığı izler görülebilen bir oda… bir ev, yıllardır carpıstıgı hayatının savaşından çıkmış yıkıntı içindeki bir ev,bir yuva!!!

 

Her şeyden darbe yemiş yorgun bir adam, içindekileri ile birleşmiş, hepsinden bir parça alıp acı gibi gerçeğe dönüşmüş, nefes alabilen bir aldıgını zanneden bir adam…

Ve orada bir sokak var...

nasıl diye hiç orma...

 

Kendini kandırmacalarıyla iyi oyunlar

o adama...

 

? 

 

 

Hiç yorum yok: