27 Ocak 2008 Pazar

İş Arayanları İş Bulanlara Çevirme Kılavuzu - 2

Bildiğimizi zannetmemiz, öğrenmenin önündeki en büyük engeldir. Dr. C. Bernard

Geçen hafta Pablo Ruiz Picasso’nun “Ben aramam, bulurum” sözünden yola çıkarak; acaba ne aradığımızı biliyor muyuz, diye sormuştuk.

Aramak ya da bulmak… Sadece aramak kastıyla aramak. Ya da bulmak kastı ile aramak… Bu ikisinin bile arasında o kadar büyük farlılıklar var ki… Şartlar ne olursa olsun, bulma azmindeki kişilerin, her türlü kısıt ve engel arasında bile gönlüne göre bir şeyler bulabildiğini anlatmıştık.

İşsizlik bugünün Türkiye’sinin en büyük sorunu olarak görünüyor. Ama şunu da çok iyi biliyorum ki, işsizlik diye bir şey yok. Bütün samimiyetimle, bütün inancımla, bütün içtenliğimle söylüyorum bunu. Gerçekten yok.

Kendi çalıştığım veya dışarıdan tanıdığım tüm iş yerlerinde eleman sıkıntısı var. Patronlar gönüllerine göre eleman, elemanlar da gönüllerine göre bir patron bulamıyorlar.

Bulamadıkları için de, patronlar sık sık işten atma, işten çıkartma butonunu kullanıyorlar o elemandan istedikleri verimi alamadıklarında… Elemanlar da “Hadi gel, başka bir iş yerine gidelim. Bu sefer de şansımızı orada deneyelim…” butonuna yükleniyorlar, bir problem yaşar yaşamaz. En küçük bir sorun karşısında bile…

Hal böyle olunca, ortaya 3.5 milyonu aşkın işsiz çıkıyor. Bir O.D.T.Ü.’lü olarak bunu yazmaktan utanıyorum, ama her iki O.D.T.Ü.’lüden birisinin işsiz olduğu raporunu yayınladı, Lütfi Kırdar’daki son İK Zirvesinde uzmanlar.

“Turn over” dediğimiz işten çıkma ve yerine yeni elamanların yerleşme oranını gösteren ibre yüzde 70’leri düşmüyor, maşallah!

Çalışan memnuniyetini araştıran “2007 İK Raporu”na göre elemanların yüzde 86’sı çalıştığı işi, iş yerini, patronunu sevmiyor. Ve işini sevmeyenlerin beli daha çok ağrıyor.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, ” İşinden memnun olmama, takdir edilmeme bel ağrısında risk faktörüdür” diyor.

ABD’deki işini sevmeyenlerin çektiği bel ağrısı ve bunun fizik tedavi veya ameliyatla sonuçlanan iş gücü kaybı değerinin 50 milyar doları aştığı tahmin ediliyor.


Çalıştığı iş yerinden memnun olmayan, işini sevmeyen, çalışma arkadaşlarıyla iyi geçinemeyen bir iş dünyası yaratmışız.

Kişi iş yerinden memnun olmadığı için, işe gitmek bir ölüm gibi geliyor. Yollarda gördüğümüz üzgün, küskün, yorgun, kırgın, bitkin tipler bunlar işte… Sabah yataktan kalması bile dert olan, çalışma azmini kaybetmiş kişiler.

Kişi işini sevmediği için, yaptığı işten gurur duyamıyor. Varlık sebebini gerçekleştiremiyor. İnsan psikolojisini harap eden bir durum, işe yaramadığını düşünmek. Bu düşüncede olan insanların yaşam arzuları kayboluyor. Kendilerini beğenemiyor, yaptığı işi önemseyemiyorlar. Çürük işlerin, kofti mesailerin, başarıyla sonuçlanmayan çalışmaların sebebi haline dönüyor bu memnuniyetsizlik.

Kişi çalışma arkadaşlarıyla iyi geçinmediği için de, iş yerinde türlü entrikalar baş gösteriyor. Kelle kopartmalar, alengirli işler, kumpaslar, ayak kaydırmalar alıp başını gidiyor.

Merhum Sabancı ölmeden bir ay önceki görüşmemizde, işe alımlardaki prensiplerini sorduğumda; “Biz kurumlarımızda iyi huylu insanlar arıyoruz” demişti.

Geçimi iyi olan. Güzel ve iyi huylu insanlar.

Yapı Kredi Koç Bank birleşmesinde, üniversitelerin bankacılık – işletme – iktisat ve ekonomi bölümlerinden mezun onlarca diplomalı kişinin yerine, çaycı, müstahdem, ahçı, güvenlik görevlisi ve şoförün işe alınması da bu yüzden sanırım.

İş ararların zihinlerine kazımaları gereken ilk prensip, iyi bir iletişimci olmaları gerekliliğidir.

İyi bir müzakereci. İyi bir çatışma yöneticisi. İyi bir uzlaşmacı.


Ama maalesef gördüğüm bunun tam tersi. En küçük kıvılcımda bırakın problemi çözmeyi, bir araya gelmeyi bile reddeden, onun yüzünü göreceğime… diyerek çekip giden insanlar yığını haline gelmiş, çalışma hayatı.

Bir insan hangi durumda iş yerini hemen terk eder?

Yüzde 99, işini sevmediği için, değil mi?

İşini sevmeyen insanlar, ben buna niye katlanmalıyım diye sorar kendi kendine. Zihninde iş yerinde yaşadığı probleme katlanmayı gerektirecek bir anlam bulamayınca da… Ver elini başka şirket.

Peki, çalıştığımız iş yerlerini sevmenin bir yolu yok mu acaba?

Var, var! Olmaz mı?

Bütün danışanlarıma, bana e-mail yazıp soru soran okurlarıma, tüm seminer katılımcılarımıza söylediğim ortak söz; “insan sevdiği işi yapacakmış, meğer.”

Onlar da hemen sorarlar;
“Peki hocam, sevdiğimiz işi nasıl bulacağız?”

Ya da bu işin sevdiğimiz iş olup olmadığını nasıl anlayacağız?

İşi sevmek, eşi sevmek gibi bir şeydir. Bu bir enerjidir. Elektriktir. Bir histir. Anlarsınız.

Ama size genel olarak çalıştığınız işi sevip sevmediğinizi anlayabilmek için birkaç basit kural vereyim;

1.Çalıştığınız işle ilgili
yılda en az bir buluş yapamıyorsanız, o işi bırakın. Çünkü rutine dönmüş demektir çalışmalarınız. Bir yenilik katamıyorsunuz demektir. Yeni bir şey bulamıyorsunuz demektir. Bırakın. Yerinize taze kanlar gelsin.

2.Çalıştığınız işle ilgili
ayda en az 4 rüya göremiyorsanız, o işi bırakın. (Karabasan ve kabuslar rüya sayılmaz) Bütün gönlünüzle bir yabancı dili öğrenmeye başladığınızda ne oluyor? Rüyalar İngilizce, Almanca, Arapça olmaya başlıyor değil mi? Aynen öyle. İşinizi seviyorsanız, bilinçaltınız işinizle uğraşır. Beden uyur ama bilinçaltı, rüyalarla sizi işinizle ilgili çözümlere ulaştırır.

3.
Günde 16 saatinizi işinize ayırmıyorsanız, işinizi bırakın. (Bu kural kariyerinin ilk 10 yılındakiler için geçerlidir) “Günde 16 saat çalışmak x 10 yıl = O işte ilk yüze girmek” formülü, sizi gerçek başarıya ulaştırır. Ama o işi sevmiyorsanız, niye günde 16 saatinizi veresiniz ki? Üstelik 16 saat yerine 8 saat çalışırsanız, ilk 200’e, 4 saat çalışırsanız da ilk 400’e girersiniz. (Buradaki çalışmak mesai öldürmek anlamında değildir. Gerçekten bütün varlığını ortaya koyarak bir çalışmayı kastediyorum.)

4.Çalıştığınız iş dışında
ek işler yapıyorsanız, o işi bırakın. Varlık sebebiniz olan iş, tek ve asıl ve asil işinizdir. İş eş gibidir. Üstüne kuma, metres, sevgili, dost kabul etmez. İş, sizinle arasında psikolojik bir bağ kurar. Kıskanır. Kendini size açmaz. Sırlarını göstermez. Sadece ve sadece ona odaklanmanızı, ona konsantre olmanızı, onun için çalışmanızı bekler. Eğer bunu yaparsanız, bunların karşılığında size başarı denilen o müthiş mükafatı verir. Ama mesaiden, odaklanmadan ve sevgiden çalarsanız, o da sizin başarınızdan çalar. İş canlı bir organizmadır. Ona göre davranmanızı bekler.

Ve ister şu anda çalıştığınız iş olsun, isterse yeniden aradığınız bir iş.

Bir iş, sizi başarıya götürmek için ilk önce onu sevmenizi bekler. İş sevginizle beslenir. Sevginizle yaşar.

İş ararken, herhangi bir iş değil, sevdiğiniz işi arayın canlarım.

Eş ararken nasıl bir eş arıyorsunuz?

Yolda ilk gördüğünüz kıza evlilik teklif ediyor musunuz? Ya da ilk karşınıza çıkan kişi ile evleneceğim diye bir kumar oynuyor musunuz?

Bunu yapmayan bir insan olarak, nasıl olur da beni ilk kabul edecek iş yerine girerim diyebiliyorsunuz.

Aradıklarınız, hep sevdikleriniz içindense sorun yok.

Ya da ne aradığınızı kesinlikle biliyorsanız…

Ama iş öylesine rastgele diye aranacak bir şey değil.

Öylesine ararsanız, öylesine bir iş bulursunuz. Ve öylesine bir yaşam sürersiniz. Sakın ama sakın ha! Öylesine yaşamayın olur mu?

Değsin yaşadığınıza.

Hayatınızın karşılığı olan bir iş sevin. Hayatınıza değecek bir iş bulun canlarım.

Yazar Hakkında :

Düşünce Koçu
munir@munirarikan.com

 

 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazar cok tesekkurler...

Selamlar Burcu