23 Ocak 2008 Çarşamba

Hayatı, onu bunu bellemek....

Yooo, küfür etmiyorum. Yanlış anladınız. Sizin içiniz fesatsa benim kelimelerimin ne günahı var?  

Birinci anlamıyla kullanıyorum 'bellemek' kelimesini: Ezberlemek, öğrenmek, kafaya kazımak anlamıyla yani.  

"Anasını ne karıştırıyorsun o zaman?" derseniz: “Reyting kaygısı anacığım, reyting kaygısı" der, savuştururum sizi başımdan. 

İnsanoğlu ezberi sever. Kolay olanı sever. Hazıra konmayı sever. Yormayacaksın hiç Ademoğlunu. Sen de yorulmayacaksın. Vereceksin eline bir liste: "Sen bunları, bunları ezberle bakayım. İlerde lazım olur, sınavda mınavda çıkar" diyeceksin, gerisine karışmayacaksın.  

O hiç kafa yormayacak. Okuyacak, dinleyecek, ezberleyecek. Her durumda aynı ezberi tekrarlayacak. Arada bir eline verilen listedekinden farklı bir şeyle karşılaşınca afallayacak. Sonra kısa bir şaşkınlığın ardından, başına gelen marjinal durumu listedekilerden biriyle benzeştirecek: "Bu, en çok şuna benziyor. O halde oymuş gibi davranayım" diyecek.  

Hayat böyle akıp gidecek; bir fizik formülüymüş gibi: x = V . t (yol = hız x zaman) formülüne uyarlayın, olmadı E = m . c2 (Meraklısı için: E: parçacığın enerjisi, m: kütlesi ve c: evrensel sabit olan ışık hızıdır) formülünde yerine koyun verileri. Bu da tutmazsa, gidin ÖSS’ye hazırlık kurslarına yazılın artık. Benden bu kadar! (kızımdan kopya cektim bu formulu) 

Bellemek kelimesinin başka anlamları da vardır oysa. Alıştırma, antrenman, idman, jimnastik, talim gibi…  

Varsın olsun başka anlamları. Biz ilk anlamıyla yaşayalım. Yorulmayalım. Antrenman yapmayalım. Terlemeyelim hiç. Kafa yormayalım. Nasılsa birileri önceden formülleri oluşturmuş. Formülleri ezberleyelim. Bilinmeyenleri formüldeki yerlerine koyalım. Toplayıp - çıkarıp, çarpıp - bölüp sonuca ulaşalım. Oh ne ala! "Lüküs hayat, lüküs hayat, yan gel de yat, keyfine bak" misali.  

Yaşam öncesi prova şansımız yok. Antrenmanı yok bu işin. Bir kere sahaya çıkarsınız, ya galip ya da mağlup gelirsiniz. Önceden oluşturulmuş formülleri ezberleyerek sahaya çıkıp maçı götürmeye niyetliyseniz, galip bile gelseniz zevksiz bir müsabaka olur. Ama antrenmandaymış gibi oynar, kadroya girmek için var gücünüzle efor sarf eder, özgün stilinizi ortaya koyarsanız, maçtan siz de zevk alırsınız, seyirciler de zevk alır. 

Benim ezberim kuvvetli değildir. 

“Yazar dediğin topluma örnek olmak zorundadır. İdeal insan olmalıdır. Hebidi hübüdü..."  

Yanlış efendim! Yok böyle bir şey! Yazan adam zaten ezberlenmiş şeylerle problemi olan adamdır. Düşünen, sorgulayan, kuşku duyan, genel kanılarla uzlaşmayan, sorunlu, dengesiz adamdır. Yoksa yazamaz ki. Herkesle aynı şeyi düşünüyorsa yazdıkları okunmaz ki!  

Yok. Olmaz. Elimize verilen listede öyle bir madde vardır. Hiç sorgulanmamış bir ezber maddesi: “Yazar dediğin höttörö höttörö olmalıdır...”  

Sanırsınız, yazar dediğin dünyaya indirilmiş bir elçidir. Seçilmiştir. İnsan değildir. Yaşama amacı ‘ne olacak bu memleketin hali’ sualini sorgulamak, yazmak ve mümkünse cevabını bulmaktır bu sualin. Hiçbirini yapamıyorsa, başka da bir şey yapmamalıdır zaten yazar. Öldürmelidir kendini. Ölmelidir. O kadar net yani.  

Yok kardeşim ben topluma örnek felan değilim. O aradığınız, örnek diye belleyeceğiniz 'ideal insan' ben değilim. Tam da, bunun aksinin derdindeyim hatta.  

"Nasıl serseri olunur, ideal insan standardından nasıl sapılır, örnek insan kasıntısından nasıl kurtulunur, zaaflarınızla nasıl barışılır, şeytana nasıl prim verilir" felan yani. Benim davam budur. Aman ha, bir yanlış anlaşılma olmasın. Bilginize!  

Son tahlilde, hayatın anasını bellemek benim işim değil. Ben antrenmandayım hala. Siz buyurun, belleyedurun!

Alıntı ….

Hiç yorum yok: