25 Temmuz 2008 Cuma

KIZILLAR

Alev alev saçların büyüsü

Çok az görülen kızıl saçlar, alev alev büyüsüyle, tarih boyunca insanların hayal gücünü hep harekete geçirdi. Bugün, bilimsel araştırmalar sayesinde, saçlara bu rengi verenin faomelanin pigmenti olduğunu biliyoruz. Nedeninin açıklanamadığı eski çağlarda ise, kızıl saçın insanlara iyi ya da kötü, çok sayıda özel nitelikler kazandırdığına inanılıyordu.

Adem'in ilk eşi Lilit kızıl saçlı idi

Adem, ilk eşi Lilit konusun­da çok şanssızdı. Asi ruhlu olan eşi, Kızıldeniz'i geçti, orada iblislerle birlikte oldu ve kötü ruhlardan, Lilin adında kötü bir çocuk dünyaya getirdi. Ya­hudi kaynaklarına göre Lilit'in kızıl saçları vardı. İncil'in katil olarak ni­telendirdiği Dalila, Judith ve Salome, vahşi Herodes ya da hain Yudas İşariot... Hepsi efsanevi bir şekilde kızıl saçlıydı. Yine, yalancı Germen tanrısı Loki, zalim Donar, Seylan ve kötü ruhların hepsinin saçları kızıldı. İnsanların "başlarındaki ateş", bin­lerce yıl boyunca efsaneler, dinler ve kültürler tarafından kötülüğün ve ikiyüzlülüğün simgesi olarak görül­dü. Başka hiçbir saç rengi, insanla­rın o kişi hakkındaki ön yargısını bu kadar etkilemiyordu.

Kızıl saçlı erkekler genellikle yö­netme hırsına sahip, kızgın, sinirli, şiddet meraklısı, güvenilmez, vahşi, davranışları önceden bilinemez ve kurnaz insanlardı. Bu özellikler kızılsaçlı kadınlar için de geçerliydi, hat­ta daha da abartılıydı: Bencil, şıma­rık, ası, kaprisli, inatçı ve benmerkezciydiler. Kızıl saç erkekte çekici bulunmazken, kadında çekicilik un­suruydu: Böyle kadınlar duygusal, ateşli ve bir bakışta erkeklerin akılla­rını başlarından alabilecek kadar teh­likeli birer sevgiliydiler.

 Kızıl saçlıların nüfus oranı

Kızıl, tüm kıtalarda hem en dikkat çekici hem de en az rastlanan saç rengiydi. Asya ve Afrika'da, toplam nüfus içindeki oranı %1'in altında kalıyor. Almanya'da nüfusun yakla­şık %2'si doğal kızıl, ABD'de ve İngiltere'de ise bu oran %4'lerde... %11-14 gibi yüksek bir oran da İskoçya'da yaşıyor.

 Yunanlılar ve Romalılar, kızılın tonlarını birbirinden ayrı tutuyorlar­dı

Her iki halk da küflü kızıl tonları­nı iğrenç buluyordu. Yunan anfıtiyatrolarında oyuncular çılgın tipleri koyu kızıl, Roma sahnelerindeki oyuncular da köle rolünü, tilki kızılı rengindeki peruklarla canlandırıyor­lardı. Saçlarda beğenilmeyen kızıl tonları için, Latince'de "rufus" kelimesi kullanılıyordu.

En çok beğenilen tonları ise kızıl saç ya da altın kızılıydı. Bu tonlar da Latince'de "rutilus" olarak geçiyordu. Romalı zengin kadınlar, Germen kadınlarının altın kızılı parlayan saç­larını oldukça egzotik buluyor ve çok beğeniyorlardı.  Taklit edebilmek için, saçlarını sodalı sabunla yıkaya­rak rengini açmaya çalışıyorlardı.

Bunun üzerine de ya altın tozu serpi­yorlar ya da saçlarını erguvani renkte iplerle örüyorlardı. Bu yüzden, Germenler'in saç örgüleri ve perukları çok değerliydi.

 Romalı erkekler, altınımsı Germen kızılını özgürlüğün ve gücün simgesi olarak görüyorlardı

Onlar da Alpler'in kuzeyindeki ülkelerde yaşayan insanlar gibi görünmek istiyorlar; hatta, bu amaçla basit hilelere başvu­ruyorlardı: Tarihçi Suetoo'a göre ge­neral Caligula, seferlerinde tutsak al­dığı kızıl saçlı Galliler'i Germen ola­rak tanıtıyordu.

 Germenler ise kızıl rengi, savaş ar­zularının simgesi seçmişlerdi

Gere­ken saldırganlığa ulaşabilmek için kı­zıl rengin dozajını iyice abartıyorlar­dı. Korkunç yeleleriyle düşmanları etkileyebilmek için, saçlarını savaş öncesinde sülüğen, toprak sarısı ve civa sülfıdi ya da kayın külünden yapılan merhemlerle boyuyorlardı.

  Ortaçağ'da kızıl rengin kötülükleri çağırdığına inanılıyor ve kızıl kafalılardan kesinlikle özel arkadaş edinilmemesini öğütleniyordu. Çünkü, kızıl saç Tanrı'nın verdiği bir cezaydı ve Tanrı'yı yadsımak gibi bir günah iş­lendiğinde, bunun cezası ailelerin son­raki nesillerine bile aktarılabiliyordu.

 Şeytan ve Çingenelerin, ailelere kızıl saçlı bir çocuk konusunda bed­dua etmelerinden de çok korkuyor­lardı.

Buna engel olmak için sadece Ay'ın büyümeye başladığı günlerde çocuk yapmak gerekiyordu. Hamile kadınlar Meryem Ana'ya bir mum adayıp sonra da kesinlikle ateşe bak­mamaya dikkat etmeliydi. Yanan bir ev ya da ocağa bakarlarsa lanetten kurtulmaları mümkün olmuyordu.

Minik kızıl kafalılara, istenmeyen bu renkten kurtulabilmeleri için eziyet verici işlemler uygulanıyordu. Başları, kesilmiş süt ile veya kaynamış nane yapraklarıyla yıkanıyor ya da saçları kurşun taraklarla taranıyordu. Bazı çevrelerde saçın uzayan ilk bölümü kesiliyor ve saçın rengi koyulaşsın di­ye çayırların altına gömülüyordu.

 Bu kızıl çocuk kimden? Acaba…..

Johann Gregor Mendel'in 19. yüzyılın ikinci yanlarında, bitki to­humları üzerinde yaptığı deneylerle keşfettiği genetik bilimin karmaşık çarprazlama yasaları o zamanlar he­nüz bilinmiyordu. Bu nedenle, sarı­şın bir kadınla esmer bir erkeğin kı­zıl bir çocuğa sahip olması kuşkuyla karşılanıyordu. Akrabaları ya da komşuları, anneyi hemen çekiştir­meye başlıyorlardı. Anne, zina yap­mış ya da büyük bir günah işlemiş olmalıydı ve bu yüzden Tanrı'nın lanetini taşıyordu.

 Kızıllar ve genetik

Mendel Yasalan'na göre, kalıtsal özellikler başat ve çekinik olarak farklılık gösteriyordu. Saç renkle­rinde sarı ve kızıl çekinik özelliğe sahipti. Ama bu arada genetik bi­limciler, kalıtsal özelliklerin sadece başatlık ya da çekinildiğe bağlı ol­madığını, iklimin, çevresel koşulla­rın ve henüz tanımlanmamış daha birçok genetik faktörün daha rol oy­nadığını buldular. Genetik bilgi, ba­zı insanlarda gizli de kalsa sonraki nesillere aktarılmaya devam ediyordu. Ancak ne zaman, nerede ve kimde tekrar ortaya çıkacağı önceden tahmin edilemiyordu.

İnsan genetiğini inceleyen bilim adamları, geçmişi araştırıp tarihi yanılgıları ortaya çıkarabilecek bir aşamaya geldiler. Örneğin Keltler, yaygın bir inanışa göre, kızıl saçlı bir halktı. Ancak son elde edilen bilimsel bilgilere göre, kesin olan tek bir şey vardı; Keltler açık renk pigmentlere sahiptiler.

 Şaçlardaki kızıl rengin bir rahatsızlık olduğu tamamen uydurma

Açık sarıdan siyah ve kızıla kadar, tüm saç renkleri melanin ve faomelanin adındaki renk pigmentleri tarafından belirleniyor. Ömela-nin olarak da bilinen melanin, koyu kahverengi bir pigment. Faomelanin grubu pigmentler kızıl renk maddesinden oluşuyor. Açık sarı saçlar, Ömelanin pigmentini hiç içermiyor, çok az faomelanin içeriyor. Açık sarı ile parlak tuğla kızılı arasındaki tüm tonlar, faomelanin pigmentinin artan miktarına göre ortaya çıkıyor. Kahverengi ile kızıl kahverengiye kadar olan tonlar, faomelaninin yanında ömelaninin de bulunmasıyla meydana geliyor. Faomelaninin demir içerdiği ve kızıl saçların demirden zengin olduğu tezi de yanlış.

Melanin pigmenti cilde de rengini veriyor. Cildin rengini epiderma tabakasında melanositler üretiyor. Bu hücreler, kahverengi rengini, güneşin yardımıyla gerçekleştirilen bir sentez sonucu ortaya çıkıyorlar. Güçlü güneş ışınları, sentezi artırıyor ve cildin bronzlaşmasını sağlıyor. Işık zayıfladıkça sentez azalıyor ve cilt soluklaşıyor. Soluk renkli kızıl saçlılar, öteki insanlar kadar melanosit hücresine sahip. Ama bu insanlarda melanin üretiminin o kadar etkin olmadığı sanılıyor. Bu nedenle, derilerinin keratin tabakası da daha ince ve ışığa daha duyarlı, yabancı nesneler daha çabuk ciltten içeriye girebiliyor, alerjiye yatkınlık daha belirgin. Bunun nedeni ise, henüz bulunamadı.

Beş yıl önce Nevvcastle Üniversitesi'nde görevli İngiliz uzmanlar, kızıl saçtan sorumlu kalıtım maddesini araştırırlarken, insanların 16. ve 23. kromozomlarında, tenin açık ya da koyu olmasını sağlayan geni keşfettiler. MC1R olarak adlandırılan bu gen, melanin pigmenti üretiminin düzenlenmesinde rol oynuyor; melanosit hücreleri ile bunları uyaran hormonlar arasındaki iletişimi sağlayan reseptörleri taşıyor. İngilizler, kızıl saçlılar üzerinde yaptıkları araştırmada bazı genetik değişimler de saptadılar. Bilim adamları, kızıl saçların ortaya çıkmasında, MC1R geninin dışında, henüz bilinmeyen başka genetik faktörlerin de etkili olduğunu vurguluyorlar. Ancak çiller konusunda çelişkili açıklamalar yapıyorlar. Bunları, ben ya da iyi huylu tümörlere ya da güneş ışığının yol açtığı kalıtsal değişikliklere işaret eden lekeler olarak değerlendiriyorlar. Çillerin başat kalıtsal özelliğe sahip olduğu ise kesin.

 Kötülük simgesinden modaya geçiş

İnsanlar, bazı belirli başlıklardan yola çıkıp ellerine bir fırça alıyorlar ve tahminlerden, vahiylerden ve önyargılardan yola çıkarak fantezilerini konuşturuyorlar. Ortaçağ'daki ressamlar, az görülen ve çözülemeyen kızılları, genellikle kötüyü tasvir etmek için kullanmışlardı. Rönesans döneminde bilim ve bilgi için çabalayan "Aydınlanma Çağı" insanı, kızıl insanların pozitif yönlerini gün ışığına çıkardılar. Bu akıma sanat da katıldı. Sandro Botticelli, Meryem Ana ve efsanevi güzelleri zarif, açık tenli, kızıl-sarı saçlı ve sanatsal bir şekilde tasvir etmişti. Kızıl-sarı renk, "Urbino'lu Venüs", " Tüylü Şapkalı Kız" ve" Kürklü Kız"a cezbeden bir güzellik kazandırıyordu. Kızıl-sarı, zengin tabaka arasında gerçek bir modaya dönüştü. Soylu İtalyan kadınları saçlarını kızıl yapmak için kına tozu yerine özel hazırlanmış boyalar kullandılar.

 İngiltere kızıl hükümdarlar diyarı

Aynı dönemlerde İngiliz sarayının tahtında doğal kızıl saçlı hükümdarlar oturayorlardı. Altı eşinden ikisini öldürten ve İngiltere'yi Katolik Kilisesi'nden ayıran VIII. Henry bunlardan biriydi. Bu kaba kral, korkunç kızıllara örnek gösteriliyordu. Kızı I. Elisabeth de, babasından daha iyi biri üne sahip değildi. Kraliçe, soğukkanlı bir şekilde, rakibesi Marie Stuart'ın kellesini istemişti.

Hırslı ve yetenekli bir yönetici olan l. Elisabeth, 1558-1603 yıllan arasındaki uzun yönetim döneminde, İngiltere'yi Avrupa'nın en büyük gücü haline getirdi ve kültürel gelişmeler sağladı. Doğal olarak o da genç bir kadındı, zaman içinde evlendi ve hemcinsleri için moda ve güzellik ideali oldu.

Elisabeth, parlak beyaz ten renginden dolayı "Fildişi Dünyası'nın Kraliçesi" olarak da anılıyordu. Diğer tüm kızıllar gibi ne yazık ki onun da bir sorunu vardı: çilleri... Toplum önüne çıkarken cildine, koyu tenli Romalı kadınların kullandığı, kireç ve çeşitli bitkilerin özlerinden oluşan soluk beyaz renkli bir macun sürüyordu. Ancak, bu zehirli macun cildini parçalıyordu. Kraliçe bu görüntüyü kapatabilmek için macunu daha kaim sürmek zorunda kalıyordu.

 Soluk ten, zenginliğin ve asaletin simgesi kabul edildi

19.yüzyıla kadar soluk ten, zenginliğin ve asaletin simgesi kabul edildi. Sadece çiftçiler ve açık havada çalışan köleler bronzlaşıyor ve çillerle kaplanıyorlardı. Barok ve rokoko döneminde, kızıl saçlı kadınlar güzellik tahtından tekrar indirildiler. Kızıllar, hem saçları hem de tenleriyle ayıplanmamak için daha çok makyaj yapmak zorunda kaldılar.

19. yüzyılın kadınları. Tanrı'nın verdiği bu özelliklere daha az tehlikeli yöntemlerle müdahale ediyorlardı. Güneşin çil oluşturan ışıklarından korunabilmek için şapka ve şemsiye kullandılar. Günümüzde de deri hastalıkları uzmanları, oluşan ozon deliği nedeniyle tüm açık tenlilere güneşten korunmayı öneriyorlar.

 Şeytan'ın rengi, aynı zamanda cadıların, onun hizmetçileri ve arkadaşlarının da rengiydi

Gerçekte, kızıl renk tüm insanları tedirgin ediyor. Rönesans dönemindeki kızıl saç akımı, eğitimli üst tabaka ve estetikçiler tarafından özel bir gariplik olarak görüldü. Sıradan halk böyle düşünmüyordu. Şeytan'ın rengi, aynı zamanda cadıların, onun hizmetçileri ve arkadaşlarının da rengiydi. Gözlerini çevreleyen kızıl teni ve saçıyla bir hilkat garibesi ya da kırmızı eteği, çorabı ve mendiliyle büyücü olarak görüyorlardı.

Rönesans döneminin başlangıcından 18. yüzyıla kadar, tüm kadınlar cadı olarak damgalanma tehlikesi yaşadılar. Katolik engizisyoncuları, Protestan kilise adamlarıyla birlikte kadınlara karşı büyük bir savaş başlattılar. Bu dönemde Avrupa'da yaklaşık 100.000 kadın Şeytan'ın işbirlikçisi ya da büyücü diye nitelenerek işkence gördü, yakıldı, asıldı ve boğuldu. İyi kadınlar Cennet'te olanlardı, yeryüzündeki kadınlar kesinlikle çok kötüydü. Bu şizofren mantıkla kilise ve normal mahkemeler yaşlı, genç, güzel, çirkin tüm kadınları, yardımcıları olarak gördükleri erkekleri ve hatta çocukları yaktılar. Bu ortamda kızıl saçlar büyücülüğün kesin bir simgesi sayılıyor; ama tek işareti sayılmıyordu.

 20. yüzyılın kadınları çarkı tersine çevirmeyi başardılar

Cadıların imajı değişti. Kadınların bakış açısıyla, büyücüler son derece ilginç varlıklardı. Kızıl saç, eşitliği ve özgürlüğü arayan kadınların simgesi oldu. Kadın; savaşçı, bilinçli, dinamik, başarılı, güçlü ve aynı zamanda erotik olma­lıydı. Yeni örnekleri sinema ve mü­zik dünyasında da ortaya çıktı. Vamp görünümüyle Rita Hayworth, narin yapısıyla Katherine Hepburn karak­teristik Shirley MacLaine, duygulu İsabella Huppert...

 Ya erkekler?

Günümüzde hiçbir yerde saçını ve sakalını kızıla boya­yan erkek kalmadı. Kızıl kafalılar ara­sında başarının simgesi olanların sayı­sı oldukça az: Boris Becker gibi başa­rılı sporcular, Bernhard Paul gibi pal­yaçolar, sinema ustası Woody Ailen ya da komedi ustası Piet Klocke...

Psikologlar, kızıl saçlı erkeklerin kendilerini çekici bulmadıkların söy­lüyorlar. Bu eksikliklerini gizleyebil­mek için saldırganca davrandıklarını ve çirkin, komik olmaktan da çekin­mediklerini belirtiyorlar.

 Kızıllar, yok mu olacak? Çoğalacaklar mı?

Yazar Irmela Hannover kitabının sonunda, kızıl saçlıların çekinik ka­lıtsal özellikleri nedeniyle bir gün yok olup gidebileceğini belirtiyor. Ama bilim adamları, bu savı saçma buluyor ve durumun mutlaka den­geleneceği bir dönemin geleceğim belirtiyorlar.

 

 

Hiç yorum yok: