30 Haziran 2009 Salı

Mutlu adamın gömleği


Bir hükümdar amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Ülkenin bütün hekimleri saraya geldi, komşu ülkelerin hekimleri de çağırıldı. Ama hastalığa hiçbir çare bulunamadı. Hükümdar, herkesin gözü önünde her gün biraz daha erimeye devam ediyordu. Umutsuzluk içinde çırpınırken son çare olarak bütün falcıların, büyücülerin bulunup saraya getirilmesini istedi.

Adamları koşuşturdu. Ülkede ne kadar adı falcıya büyücüye çıkmış insan varsa toplayıp getirdiler.

Falcılar, büyücüler hükümdara tek tek baktılar, bildikleri bütün numaraları yaptılar, ama hiçbiri herhangi bir iyileşme sağlayamadı.

Hükümdar artık iyiden iyiye umutsuzluğa düşmüşken günün birinde sarayının kapısına bir yaşlı kadın geldi. Bu kadın hükümdarın derdini nasıl çözeceğini bildiğini söylüyordu!

Yaşlı kadını hükümdarın yanına götürdüler.

Hükümdar yatağında doğrulamadan, “Söyle kadın” diye güç bela konuştu: “Neymiş senin çaren!”

Kadın bildiği çareyi anlattı: “Adamlarınız ülkeyi dolaşacak, ülkenin en mutlu adamını bulacak, onun gömleğini alacak ve size getirecek. Siz de bu gömleği giyince iyileşeceksiniz...”

Hükümdar emir verdi, adamları hemen ülkeye dağıldı. Önce en zenginlerin kapısını çalmaya başladılar. Ama hangi zenginle gidip konuştularsa onun hiç de tahmin ettikleri gibi mutlu olmadığı gördüler. Aralarından bir iki kişi, en değerli gömleklerini verdi. Hükümdar gömlekleri giydi fakat bunların da herhangi bir faydası olmadı. Böylece o gömleklerin sahiplerinin söyledikleri gibi mutlu olmadıkları ortaya çıktı.

Hükümdar köpürüyor, adamları bütün ülkeyi adım adım dolaşıyor, artık zengin fakir dinlemeden mutlu insan arıyor ama bir kişi bile bulamıyorlardı.

Durmaksızın dolaşırken susuz kalan hükümdarın adamlarından birkaçı dökülen bir kulübenin yanından geçmekteydi. Su istemek için yaklaştıklarında içeriden gelen sesi duydular.

Bir adam kendi kendine konuşuyordu:

“Ne kadar mutluyum, benden iyisi yok, karnımı doyurdum, yarın çalışabilecek gücüm de var... Benden iyisi yok...”

Hükümdarın adamları suyu falan unutup hemen içeri daldılar. Bu son derece yoksul kulübede bir adam yere oturmuş, kağıt üzerine serdiği peynir ekmeğin son kırıntılarını ağzına atarken bir yandan da türkü söylüyordu.

Hükümdarın adamları “Nihayet bulduk” diye adama doğru hamle ettiler ve yanan tek bir mumun zayıf ışığında adamın gömleğinin olmadığını gördüler.

29 Haziran 2009 Pazartesi

'Keşke' demenin vücuda verdiği zarar

İnsanın sınırlı ve kısacık ömründe ruh sağlığına düşman olan ve onu tehdit eden kelimeler var mıdır? Prof. Dr. Nevzat Tarhan bu konuda önemli açıklamalar yaptı.

 

İzzet Taşkıran’ın haberi

İnsanın sınırlı ve kısacık ömründe ruh sağlığına düşman olan ve onu tehdit eden kelimeler var mıdır? Moral FM Yorumcusu Prof. Dr. Nevzat Tarhan yurt ve dünya gündeminin biraz dışına çıkarak bu soruyu Hayata Dair programında cevapladı.

“Düşman kelimeler farkında olmadan kullananların hayat enerjilerine ve entelektüel birikimlerini boşa harcamalarına sebebiyet verirler” diyerek söze başlayan Prof. Tarhan, günlük hayatta sıkça kullandığımız ‘keşke’ kelimesinin ruh dünyamızda içerdiği anlamı şöyle özetledi:

“KEŞKELER HASTALIKLARA DAVETİYE ÇIKARIR”

“Aslında bu kelime insanın geçmişte yaşadığı şok, travma ve hatalarından dolayı pişmanlık duyduğu konularda kullanılır. Özellikle çevresiyle girdiği insani ilişkilerde fırsatlar kaçırılınca söylenir. ‘Keşke’ kelimesi kişinin değiştiremeyeceği konuda acı çekmesini ifade ediyor. Bu kelime başarısızlık ve kendini kötü hissetmeyle çok yakından ilgilidir. Geçmişinden kaçan ruh haliyle ilgili sorunların bir göstergesidir. Böylece ağrı ve sızıyla ilgili vücuttaki hastalıklara davetiye çıkarılır. Bunu gidermek için keşke kelimesiyle ilgili kişinin kendisine farkındalık testi yapması gerekir. Çünkü başarısızlıkların sebebini ortaya koymakta insanın geleceği için bir başarıdır. Psikolojide kendi kendine yardımın en iyi yollarından biri davranışların sorgulanması olarak gösterilir.”

“ACABA VÜCUDA ENERJİ VEREN AKÜLERİ ZAYIFLATIR”

Ünlü Psikolog, hayatımızı tehdit eden ikinci kelime olarak nitelediği ‘acaba’ kelimesini sıkça kullandığımız takdirde vücuda enerji veren aküleri zayıfladığına dikkat çekerek bazı filozofların bundan kurtulmak için mermer üzerine ‘bugün’ kelimesini yazdıklarını söyledi.

Prof. Nevzat Tarhan, bugünden kaçışı simgeleyen ‘acaba’ hakkındaki konuşmasına şöyle devam etti:

“Hayatımızı tehdit eden bir diğer benzer kelime ‘acaba’dır. İnsan geçmişini ve geleceğini ilgilendiren konularda belli bir süre düşünebilir. Bu süre ihtiyaç duyulduğunda yarım saate kadar çıkabilir. Fakat bunu saatlerce yaptığınız zaman bir bakıma vücuda enerji veren aküyü zayıflatırsınız. Çünkü düne takılıp kalırsanız bugün yapılması gereken şeyleri yapamazsınız.”

“Bazı filozoflar mermerin üzerine bugün yazıp hayatıyla ilgili keşkeler ve acabalar aklına geldiği zaman hemen bunu hatırlayıp kendilerini gelecekle ilgili konumlandırdığını biliyoruz. Hayattaki başarısızlıklarımızı 'Nasıl başarılı olabirim?'e çeviririz sorusu çok önemlidir. Eğer böyle olmazsa yıllar geçse de negatif ve kaygılı bir insan ortaya çıkar. Çünkü bizi olumsuz etkileyen olaylar değil olayları nasıl karşıladığımızdır. Bu nedenle hayatımızda keşke ve acaba gibi kelimelerle uğraşmak yerine enerjimizi doğru şekilde kullanmak daha akıllıcı olacaktır.”

 

Tevkifat kesintisi yapılan herkes bağ-kurlu oldu mu?

 

           

 

 

 

Tevkifat kesintisi yapılan herkes bağ-kurlu oldu mu?

           

            Sosyal Güvenlik 7 den 70 e değil, beşik ten mezara kadar bütün insanımızı ilgilendirmektedir. Bilindiği üzere 2926 sayılı tarım  bağ-kuru kanunu na ilişkin 01/04/1994 tarihinde tevkifat  kanunu devreye girmiş ve müstahsillerden verdikleri ürünler üzerinden  % 1 tutarında tevkif kuruluşu kanalıyla bağ-kur primi kesilmekteydi. Bir çok vilayetimizde bu kesintiler  hemen bir bildirge tanzim edilerek ilgili müstahsiller derhal bağ-kur sigortalısı yapılırken maalesef  Antalya’ mızda  Antalyalı insanımız bu hizmetten mahrum bırakıldı yıllarca;   Ancak yıllar sonra birileri bu kesintilerden dolayı tarım bağ-kur lusu olması gerektiğini iddia ederek yargı yolunu tutar yüzlerce iş mahkemesinde davalar açılır ve kurumumuz bu davaları genel olarak hep kaybeder ve nihayet  kurum üst düzey yetkilileri bunu fark ederek bu yanlışlıktan dönerler ve kesintisi olduğunu ve ziraat odası kaydı olduğunu belgeleyen vatandaşlarımıza başvurmaları halinde yargısız hizmet yani sigortalılığını tescil etmeye başladılar. İyi ya diyeceksiniz sorun giderilmiş şimdi ne istiyorsunuz ? diye sorabilirsiniz.

            Diğer illerde  tevkifat listelerindeki  müstahsiller adına kesilen %1 primler direk sigortalıların hesaplarına aktarılarak  Prim borçlarından mahsup edilirken  maalesef Antalya da bu hizmet verilmediği gibi tescil işlemleri de yıllarca ihmal edilmiştir.

            Antalya turizmin yanında tarım sektöründe de ülke ekonomisinde  hatırı sayılır bir yeri vardır. Evet ; Antalya merkez başta olmak üzere, ilçe ve beldelerindeki sebze ve meyve hal müdürlükleri bünyesine bağlı komisyonculara verilen malların sahibi müstahsillerimizin  durumu içler acısı. Müstahsilin komisyoncusu batırmış tevkifat kesintilerini ıspatlayamıyor! sizce geriye dönük tescille ilgili bu insanlarımız ne yapsın? Vatandaşımızın yapabileceği pek bir şey yok tabiki. Aslında sorunun çözümü Çok çok kolay  tevkifatlarla ilgili bağ-kur arşivi bilgisayar ortamına derhal aktarılması yeterli olacak.

            Ayrıca yıllardır tarım sigortalı kapsamına alınmayan  vatandaşlarımız, sosyal güvenlik kurumunun vereceği bu hizmet ile 2926 sayılı kanuna tabi sigortalı olacaklardır. Eminim bunu yapmak da çok zor olmasa gerek. Bütün vatandaşlarımızı Sosyal Güvenlik şemsiyesi altında  toplamak sosyal bir devlet  olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin  temel bir amacı değil mi? Kişilerin sigortalılığı geriye dönük tescil edilirken; adına kesilmiş bütün primlerde prim borçlarından mahsup edilerek prim borç miktarları da aşağıya düşecektir. Daha doğrusu çok ürün veren az prim ödeyecektir. Biz ona “Ne kadar ekmek o kadar köfte” diyelim. Yıllarca sebze haline mal veren üreticilerimizin hakedişlerinden kesilen % 1 bağ-kur primlerinin tamamı bağkur numaralarına işlendi mi? Herkes araştırsın lütfen. Kendi adıma konuşayım benim rahmetli babamın pancar üreticiliğinden dolayı kesilen %1 bağ-kur primleri ektresinde hala gözükmüyor. İlk olarak dilekçemi her halde ben vereceğim .

            Halen ürün verdiğini iddia eden ve geriye dönük tescil yaptıramayan bir çok vatandaşımız var .Halbuki tescili kurumun re’sen yapmak gibi bir hakkı ve sorumluluğu var. Kişinin talep veya keyfiyetine bırakılmamalıdır. Sosyal Güvenlik Kurumu  bünyesinde hizmetlerine devam eden Bağ-kur ‘ un arşivinde ne kadar liste var ise  bilgisayar ortamına taşınarak sosyal güvenlik kapsamına alınmadır.

 

Nizamettin Güneş

Sosyal Güvenlik Uzmanı

www.nizamettingunes.com

e.mail: nizamettin_gunes@hotmail.com                                                      

 

27 Haziran 2009 Cumartesi

Nasıl oluyor da sabun ile vücudumuzdaki ve giysilerimizdeki kiri temizleyebiliyoruz?

 




 

 

Sabun ve Kir

Nasıl oluyor da sabun ile vücudumuzdaki ve giysilerimizdeki kiri temizleyebiliyoruz?

Bir fikriniz var mı?

 

merakediyorum” diyen meraklılar için;  

 

Sabun ve Kir

İki tür kir zerreciği vardır:  Yağlı ve yüklü olanlar.

Sadece su ile yıkayarak onlardan kurtulamayız çünkü vücudumuza ve giysilerimize tutunma eğilimindedirler. Tabii işleri daha da zorlaştıran bir şey vardır ki yağ su ile karışmaz.

Sabun moleküllerinin (moleküler yapılarından gelen) kendilerine has bir özelliği vardır. Bu moleküller yağlı veya yüklü kir parçacıklarına yapışırlar. Giysiler bu aşamada su ile durulandıklarında sabun ve beraberindeki kir çıkmış olur.

Kaynak: Gündelik Bilmeceler - TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları

26 Haziran 2009 Cuma

İşiniz sizi şişmanlatıyor ve sağlığınızı bozuyor mur?

Profesyonel bir sporcu değilseniz, gününüzün önemli bir bölümünü masa başında geçirme olasılığınız oldukça yüksektir. Ortalama bir Avrupalı haftada 40 saat çalışır ve bu zamanın çoğunu masa başında oturarak geçirir. Ne yazık ki, araştırmalar masaya bağımlı çalışan kişilerin çoğunlukla kilo artışı, kas güçsüzlüğü, sırt ağrısı ve stres artışından yakındığını göstermiştir.

En iyi niyetlerimize rağmen, hayatımızın geri kalanını egzersizle dengelememiz de çok güç olabilir. Ancak masa başında çalışan insanlar da günlük rutinleri içinde hareketsiz çalışmanın olumsuz etkilerini hafifletmeye yardımcı olacak sağlıklı alışkanlıklar edinmenin yollarını bulabilirler.*

1. Kahveyi pas geçip, yürüyün.
Bir enerji desteğine ihtiyaç duyuyorsanız, kahve makinesinin önünde durmadan geçip yürümeye devam edin. 15 - 20 dakikalık bir yürüyüş - kafein ve şeker olmadan - kendinizi daha uyanık hissetmenizi, kalbinizin daha hızlı kan pompalamasını ve stresinizi hafifletmenizi sağlayacaktır.

2. Atıştırmalardan uzak durun.
Bazı işyerlerinde cipsler ve çikolatalar gibi çeşitli atıştırmalıkları bulunduran makineler vardır. Bu sağlıksız gıdalara yönelmek yerine, yanınızda daha sağlıklı lezzetler bulundurmayı tercih edin. Bunun için meyveler, dilimlenmiş çiğ sebzeler, yoğurt, fındık ve az yağlı peynir idealdir.

3. Sağlıklı bir öğle yemeği yiyin.
Atıştırmaları es geçseniz de, ofiste gıdayla ilgili başka tuzaklar da bulunur. Bu suçlulardan bazıları büfeden alınan ya da işyerine ısmarlanan yiyeceklerdir ki bunlar oldukça yüksek kalorilidir. Özel kahveli içecekler de sağlam bir kalori bombardımanı oluşturabilir - bazen tek birtanesi 400 kalori bile olabilir! Bu nedenle mümkünse evden sağlıklı öğle yemekleri getirmeye çalışın; bu hem porsiyonları kontrol etmenize yardımcı olur, hem de daha ucuzdur. Öğle yemeğini dışarıda yemeniz gerekirse, menüden salata gibi daha hafif bir seçeneği tercih edin. Sütlü şekerli kahvenizi yeşil çayla değiştirin ve gün boyunca bol miktarda su için.

4. Asansörün bozuk olduğunu varsayın.
Çok katlı bir binada çalışıyorsanız, mümkün olduğunca merdivenleri kullanın. 10 dakikalık bir merdiven çıkışı yaklaşık 50 kalori yakar, o halde patronunuzun katına çıkarken ya da alt kattaki fotokopi makinesine giderken asansör yerine merdivenleri kullanmayı tercih edin.

5. Otururken egzersiz yapın.
Önemli bir görüşmeyi beklerken masanıza mı bağlı kaldınız? Ayağa kalkamıyorsanız, kalkmayın, ama otururken birkaç egzersiz yapın. Şınav çekmeyi deneyin: koltuğunuzun kolçaklarını tutun ve kollarınız tamamen gerilene kadar itin. Neredeyse oturur hale gelene kadar vücudunuzu indirin sonra yeniden kendinizi itin. Masanızda bazı esneme hareketleri de yapabilirsiniz. Dik otururken ellerinizi sırtınızın altına yerleştirin. Sağ kulağınızı sağ omzunuza doğru eğin, sonra yavaşça sol kulağınızı sol omzunuza doğru eğin. Sonra midenizi içeri çekip sırtınızı dikleştirirken masanızın altına doğru bakın. Sonra tavana bakın. Bu ve bunun gibi esneme hareketleri bir iş günü boyunca sırtınızı korumanıza yardımcı olur.

6. İşe yürüyerek gidip gelin.
Mümkünse arabanızı evde bırakın ve işinize yürüyerek gidip gelin. Güne temiz havayla başlamanın ne kadar canlandırıcı olduğunu ya da güneşli bir havada eve giderken günün olaylarını düşünmenin ne kadar rahatlatıcı olduğunu gördüğünüzde şaşıracaksınız. Üstelik hem benzinden tasarruf eder, hem de önerilen günlük egzersizinizi yapmış olursunuz.

Bunlar, masa başı işinizin sağlığınıza ve kilonuza olumsuz etkilerini hafifletmenin yalnızca birkaç yolu. Ama çok daha fazlası olabilir… Yaratıcı olun ve hareket etmenin ve sağlıklı kalmanın başka yollarını kendiniz bulun!

 

İnternetten…

 

www.ikyworld.com

 

Hiç kalp kırdınız mı

Hiç kalp kırdınız mı veya kalbinizi kıran oldu mu? Sanıyorum insan oğluna özgü duygular bunlar. Zira başka hiçbir canlıda böyle bir duygunun var olduğuna inanmıyorum. Evinizde beslediğiniz bir köpeğe kızarsınız, söylenirsiniz hatta yeri gelir bir tekme atarsınız, fakat yine de o size asla darılmaz. Kısa bir süre sonra sizi gördüğünde sevgiyle kuyruğunu sallar, sevgi dolu gözlerle bakar.
Biz insanlarda durum başka. Kalbiniz kırıldığında tüm herşeyi unutursunuz, o olay sanki dünyanın en kötü olayıdır. Dünya başınıza yıkılmıştır. O insanı bir daha affetmemeyi düşünürsünüz. Onunla olan tüm iyi anılar birdenbire silinmiştir hafızalardan. Belki şok olmuşsunuzdur, böyle bir hareket beklememişsinizdir ondan. Ama olan olmuş, kırılan kırılmıştır.
Yıllar önce Malatya'da huzur evinde bir yaşlı  ile sohbet ediyordum. Zaten oldum olası yaşlı insanları severim. Anıları çok olur onların. Şiire meraklı bir ihtiyardı, hemen ayak üstü dörtlükler uyduruveren bir ihtiyarcık. Sohbet sırasında derin bir iç çekerek;
"Kırma dostun kalbini,
Onaracak ustası yok.
Soldurma gönül çiçeğini,
Sulamaya ibrik yok." demişti.

Sevgiyle bakan, artık iyice çukura kaçmış gözlerinde bir an parıldayan bir damla yaş gördüm. Belki geçmişte yapılan bir yanlışı anımsamıştı. Zaten yine onunla cezalar, kanunlar, hapishaneler üzerine yaptığımız bir söyleşide;
"Cezaevleri boşuna. En güçlü cezaevleri vicdanımızdır. Vicdanın rahat olmadıktan sonra suçun affedilmiş, özgür kalmışsın ne çare? Vicdanın olmadıktan sonra en berbat mapus damlarının sana faydası ne?" demişti.
O günden sonra davranışlarıma, sözlerime, sosyal ilişkilerime daha bir dikkat eder oldum. İnsanları kırmamayı, kırılsam da kırmamayı ilke edinir oldum. Bazen bilmeyerek de olsa birilerini kırdıysam ve o kırdığım insan bunu bana hatırlatırsa, o vicdan azabı bana zaten yeter. O insanı tekrar kazanabilmek için şartlar ne kadar zor olsa da yine de denemeyi göze alırım. İhtiyarın dediği gibi "Onaracak ustası yok" olmasına rağmen, usta titizliğinde olmasa da çıraklık mertebesinde çaba gösteririm. (her ne kadar bazen karşımdaki tarafından aptal yerine konulsam da)
Günümüz insanı daha gerçekçi, sosyal ilişkiler hep karşılıklı çıkarlar ile donanımlı. Kalp kırılmış, kırılmamış, dostluklar bitmiş, bitmemiş önemi yok. Önemli olan o günü kâr ile kapatabilmek. Dostum bana küsmüş, küserse küssün,onun bileceği bir iş   mantığı   hakim.
En güzeli geçmişte kalan dostluk değerlerine sahip çıkmak, birbirimize daha saygılı, daha hoşgörülü yaklaşabilmek, hepsinden önemlisi kişilere karşı içimizdeki o kahrolası  önyargıyı  yok edebilmek.
 
kalp kıran insanların nasıl bir ruh yapısına sahip olduklarını çok düşünmüşümdür. Galiba onlar hayatlarında kendilerine hiç değer verilmemiş, sevilmemiş, öz güvenlerini kaybetmiş zavallılar.
karşınızdaki insanın iyi niyetini aptallık olarak görüyorsanız inanın siz aptalsınızdır.
 kalbinizi inciten  insanlara karşı   kırıcı olmadan cevap verebilmek, çok sağlıklı bir ruh yapısının ve her yönüyle güçlü bir kişiliğin ürünüdür.
 
Herşeye rağmen kalp kırmayı ilke edinmiş ve bunu üstünlük sayanları da vicdanlarıyla başbaşa bırakıp yollarının açık olmasını dileyelim...

 
 ALINTI...

24 Haziran 2009 Çarşamba

SENDEN BİR TANE DAHA YOK BU DÜNYADA ...!!!!!

Unutma, senden bir tane daha yok bu dünyada!
Gülümsemeyi asla unutma. Gözlerinin içi gülsün
gülerken, bakışların pırıl pırıl olsun ve her zaman
nemli kalsın göz pınarların.

Unutma kendini sevilebilecek bir insan haline getirmeyi
ve ondan sonra da kendini sevip kendine sarılmayı.
Zamana güven ve onun senin en büyük dostlarından
biri olduğuna. Acılarının ve felaketlerinin ancak onun
koynunda uyuyabileceğini unutma.

Unutma. Başına gelenlerin günün birinde kişisel tarihinin
ayrıntılarından biri olmaya mahkum olacağını unutma.
Her çiçek sevgilin olsun, her sevgilin ise bir çiçek. Açık
tut gönlünü tüm güzelliklere.

Yasalar, günahlar, yasaklar sen olduğun için vardır. Ve sen
bir tane olduğun için şu koca dünyada, gir günaha çekinmeden,
çiğne yasayı.

Aydedenin sihrini gönderdiği gecele rde uyuyarak çalma
hayatından saatlerini. Gecenin içinde yolculuğa çıkmayı unutma.
İçinde hiç ölmeyecek bir gençlik virüsü yarat ve kaç yaşında
olursan ol, her zaman yirmibeş yaşında kalman gerektiğini
unutma. Asla taviz verme seni sen yapan yanlarından.
Onurlu bir yasam sürebilmen için, sartlar ne olursa olsun
direnmeyi sakın unutma.

İçindeki seni katletmeye kalkma sakın. Kendine vuracağın
her darbenin seni senden biraz daha uzaklaştıracağını
unutma. Korkma mahallenin delisi olmaktan. Doğrucu Davutlar
ne kadar çoğalırsa mahallende, hayat mutlaka daha iyiye
gidecektir, unutma.

Hatanın affedilmeyecek olanından kaç, ama hata yapmayayım
diye de yakıp geçme yıllarını. Unutma ki, hiç hata yapmayan
bir insan yapabileceklerinin en iyisini yapamamış demektir hayatta.

Korkma insanca korkularından. Ve korkunun kendisinden çok,
onun beklentisinin daha korkutucu olduğunu unutma.

Bir anlamı olsun kendinl e yaptığın kavgaların.
Ve hep ileriye taşısın seni kavgada attığın her adım.
Açık bırak pencereni ve sabah güneşinin,
rüzgarı önüne katarak perdelerle yapacağı raksa dönük
olsun bakışların.

Küçücük mutlulukların görkemine inandır kendini
ve gülümse. Umutların bitmesin asla ve umutların bittiği yerin,
hayatın da bittiği yer olacağını asla unutma.
Ve şaire kulak ver:

" Senden bir tane daha yok bu dünyada''


Eğer bir dış etken seni üzerse,
Duyduğun acı o şeyin kendisinden değil,
Senin ona verdiğin değerden geliyordur.
Onu da her an ortadan kaldırma gücün vardır."

Marcus Aunelius

Başarmak için inanın...

Bir zamanlar, büyük bir dağda yuva yapan kartallardan birinin, kuluçkadaki dört yumurtasından bir tanesi, deprem sırasında dağdan aşağı düşmüş ve vadideki bir çiftliğe kadar yuvarlanmış. Burası bir tavuk çiftliğiymiş. Çiftlikteki tavuklar, farklı ve normalden büyük olan bu yumurtayı sahiplenmeye karar vermişler. Yaşlı bir tavuk, bu yumurtayı ve içinden çıkacak yavruyu koruması altına almış.

Sonunda küçük kartal yumurtadan çıkmış. Çevresindeki tavukları görmüş ve kendisini de onlardan biri zannetmiş. Bütün tavuklar da ona bir tavuk gibi davranmışlar.

Küçük kartal, ailesini çok seviyormuş. Bazen, "Ben kimim?" sorusunu dile getirmeye kalkıştığında, "Sen bir tavuksun. Bunu böyle bil," cevabını alıyormuş.

Bir gün çiftlikte oyun oynarken başını kaldırıp yukarı baktığında bir grup kartalın özgürce uçtuklarını görmüş. "Ne kadar güzel uçuyorlar. Ben de onlar gibi uçmayı çok isterdim," demiş. Tavuklar, onun bu sözlerine hep birlikte gülmüşler. "Sen bir tavuksun ve tavuklar uçamaz," demişler.

Küçük kartal, artık daha sık gökyüzüne bakar olmuş çünkü o da gökyüzünde süzülen kartallar gibi uçmak, özgür olmak istiyormuş. Ama ne zaman bu düşüncesinden arkadaşlarına ve ailesine bahsetse, hep "Sen bir tavuksun. Bırak bu hayalleri," cevabını alıyormuş.

Zamanla, küçük kartal da bu düşünceyi kabul etmiş. Hayal kurmaktan vazgeçmiş, hayatını bir tavuk olarak yaşamaya karar vermiş. Ve hayatının sonu geldiğinde de bir tavuk olarak ölmüş. Ne olduğunu düşünürsen, o olursun. Eğer, hayatınızın herhangi bir döneminde, kartal olmanın hayalini kurarsanız, tavukların söylediklerini dinlemeyin ve hayallerinizi takip edin.

Kaynak: İnternet

 

 

23 Haziran 2009 Salı

EVLİLİK

 


1- Bir adam gazeteye ilan vermiş: ''Eş arıyorum''.
    Ertesi gün yüzlerce mektup almış. Hepsi aynı şeyi söylüyormuş.
    ''Benimkini alabilirsin.''
 
 
2- Bir adam karısına arabasının kapısını tutuyorsa emin olabilirsiniz.
   ''Ya  arabası yenidir ya da karısı!..''
 
 
3- Bir genç babasına sorar; ''Baba evlenmek kaça mal olur?''
    Baba cevap verir: ''Bilmiyorum oğlum, ben hálá ödüyorum.''
 
 
4- Evli erkeklerin psikolojisi arkadaşlarla lokantaya gitmeye benzer.
    İstediğin yemeği sipariş edersin, sonra yanındakinin istediği  yemeği görüp
    ''Keşke onu isteseydim'' dersin.
 
 
5- Evliliğin ilk yılında adam konuşur kadın dinler,
    ikinci yılında kadın konuşur adam dinl er,
    üçüncü yılında her ikisi de konuşur, komşular dinler.
 
 
6- Bir kavgadan sonra kadın kocasına bağırır:
    ''Seninle evlendiğimde tam  bir aptalmışım.''
    Adam cevap verir: ''Evet aşıktım, fark edemedim.''
 
 
7- Bir davette bir kadın arkadaşına sorar; ''Alyansını yanlış parmağına takmıyor musun?'' Diğer hanım cevap verir; 

    ''Evet yanlış adamla evliyim  de ondan.''

'Evlilik nedir

Melih Cevdet'e sormuşlar 'Evlilik nedir' diye.Eskiden demiş, kız tarafının ve oğlan tarafının ailesi biraraya gelir, yeni çiftin kuracağı yuva için beraber hazırlık yapılır, beraberce yeni ev düzülürdü. Tabi o zamanlar evler genelde bahçe içinde müstakil evlerdi. O yüzden buna 'Evlenmek' denirdi. Şimdi ise yeni evliler apartman dairelerinde yani katlarda oturuyorlar, bu yüzden artık evlilik 'Katlanmaktır' demiş.

 

22 Haziran 2009 Pazartesi

Kaza geçiren sigortasız yurttaşların tedavisini Garanti Sigorta Fonu karşılıyor

Kaza geçiren sigortasız yurttaşların tedavisini Garanti Sigorta Fonu karşılıyor, ama bilen yok…

Garanti Sigorta Fonu Genel Sekreteri Kongar: "Kaza geçiren sigortasızların masrafını, başvuranlara veriyoruz. Ama kimse bilmediği için parasını alan yok. Fon'da 110 trilyon lira birikti."
Trafik kazası geçiren vatandaşların tedavi masrafları ile ölüm giderlerini karşılamak için kurulan Garanti Sigorta Fonu'nun hesabında 110 trilyon lira birikti ama vatandaş parasızlıktan hastane kapısında can veriyor.
Trafik kazalarında yaralanan ya da ölen sigortasız vatandaşların milyarlarca lira tutan tedavi veya cenaze masraflarını karşılamak için kurulan Garanti Sigorta Fonu'nda tam 110 trilyon lira birikti; çünkü uygulamadan kimsenin haberi yok. Sağlık Bakanlığı'nın hastane yönetimlerini bilgilendirmemesi ve vatandaşların da kanunları yeterince bilmemesi nedeniyle fona herhangi başvuru olmazken, çok sayıda parasız vatandaş hastane kapılarında can veriyor. Fondan sorumlu Türkiye Sigorta Reasürans Şirketleri Birliği Genel Sekreteri Bilge Kongar,
"Trafik kazası geçiren sigortasız tüm vatandaşlar başvurup tüm masraflarını bizden alabilirler" dedi.

SADECE UYANIK AVUKATLAR KULLANIYOR
Kaza geçiren parasız vatandaşların çok zor durumda kaldığını belirten Kongar, "Hem bakanlığın hem de vatandaşların kanunu bilmesi gerekiyor. Ancak ne Sağlık Bakanlığı uyarıyor ne de vatandaşlar bunu biliyor. Bu yüzden fonu her biri 20- dosya ile gelen uyanık avukatlar kullanıyor" diyor. Kongar, 450 milyar ve yeni primleri faizle değerlendirdikleri için 110 trilyona ulaşıldığını belirterek şunları söyledi: "Devlet Ziraat Bankası'nda faizsiz tutuyordu. Biz ise faizde tutuyoruz. Para çoğalınca bunu alıp oraya buraya vermek; peşkeş çekmek istiyorlar. Biz ise kazalarda mağdur olanlar gelip alsın diyoruz. Duyurular, açıklamalar yapıyoruz. Fakat vatandaşın haberi yok." Kongar bu konuda açıklamalar yapan Eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş'a yanıt olarak da "Durmuş'un dediği gibi devlette biriken fonu kimsenin yediği yok. Bakan önce kanunu okuyup personelini bilgilendirseydi vatandaşlar bu fonu kullanırlardı" diye konuştu.

Sigortası olmayanların masrafları karşılanıyor
1991 yılında Hazine Müsteşarlığı bünyesinde kurulan Garanti Fonu, 1998'in sonuna kadar Hazine Müsteşarlığı Sigorta Genel Müdürlüğü bünyesinde kaldı. Amacı, trafik sigortası olmayan araçların meydana getirdiği yaralama ve ölüm masraflarını karşılamak. Plakası belirsiz araçların verdiği zarar da karşılanıyor. Fonun kaynağını trafik sigortası yaptıran vatandaşlardan kesilen pay oluşturuyor. Trafik sigortası yapan sigortalıların trafik primi içinde ödedikleri paranın yüzde 2'si ve yüzde 1'i sigorta şirketlerinin öz kaynaklarından karşılanıyor. Karayolları Trafik Sigortası Kanunu gereği eğer kaza yapan araç sigortalı ise, kaza sonucu yaralanan veya ölen kişilerin masrafını sigortalı olsun ya da olmasın şirketi karşılıyor.

7 YILDA 3 ÖDEME
Kazaya neden olan araç sigortasız veya plakası bilinmiyorsa zarar görenler direkt birliğe gelip masraflarını alabiliyor. Fon, 1998 sonunda Hazine'den alınarak Türkiye Reasürans Şirketleri Birliği nezdinde bir hesaba aktarıldı. Adı önceden Garanti Sigortası Fonu iken devletin dahil olduğu tüm fonlar kapatılınca Garanti Sigortası Hesabı olarak değiştirildi.1998' in sonuna kadar 7 yılda Hazine'de, 450 milyar lira birikti. Ancak 7 yılda sadece üç kişiye ödeme yapıldı. Birlik bünyesindeki fon bütçesi Hazine'nin aksine bankada faizle değerlenince fon 110 trilyona ulaştı. Şimdiye kadar fondanyararlanmak için 1.623 kişi başvurmuş, bin 42 dosya ise sırada bekliyor. Birlik bünyesindekifonun yükümlülüğü daha sonraki yıllarda kanuna eklenen maddeler ile sadece bedensel hasarları ödemekten çıkarıldı.

ihtiyacı olan parayı nasıl alacak

Kaza geçiren vatandaş hastane masraflarını faturalı olarakTürkiye Sigorta Reasürans Şirketleri Birliği'ne iletecek. Bunun için birliğe,0212 32419 50 nolu telefondan ulaşılabilir. Türkiye'nin her yerinden başvuru aynı şekilde yapılacak. Gerekli belgeler ise hastane faturası, ikametgah senedi, nufüs cüzdan örneği, trafik zaptı ve imza beyanı. Belgeleri inceleyen birlik, vatandaşın verdiği banka hesap numarasına parayı yatırıyor.

 

 

Tel: 0-212-324-19-50

http://www.tsrsb.org.tr/
http://www.tsrsb.org.tr/private/trk/...rantiadres.htm

Trafik Kazası Sonucu Oluşan Hastane Masrafları
-----------------------------------ALINTI-----------------------------------

Başımıza gelmez inşallah ama bilmemizde de fayda var... Kaza geçiren sigortasız yurttaşların tedavisini Garanti Sigorta Fonu karşılıyor, ama bilen yok!


"Trafik kazasi sonucu yaralanan ve hastaneye kaldirilarak tedavi altina alinan kazazedelerin, kanuna göre tedavi için ücret ödememesi gerektigi belirtildi.
Tüketiciler Birligi, kazazedelerin haklariyla ilgili bir rapor hazirladı.
Kaza sonucu yaralanan ve herhangi bir hastanede tedavi gören kazazedelerden, bu tedavileri sonucu hastane tarafindan ücret talep edilemeyeceginin belirtildigi raporda; 2918 Sayili Trafik Kanunu'nun, herhangi bir trafik kazasi sonucu yaralanan kisinin en kisa sürede hastaneye yetistirilmesi ve gereken tedavinin yapilmasi hükümlerini içerdigi belirtiliyor.
Yönetmelige göre, hastane acil servisi, kendisine gelen kazazedenin maddi durumuna, sosyal güvencesinin olup olmadigina ve hastanin özelligine bakmadan gereken tedaviyi ve müdahaleyi herhangi bir ücret talep etmeden yapmak zorunda.
Bu tedavi sonucu olusan masrafin ise Saglik Bakanligi Karayollari Trafik Döner Sermaye Isletmesi tarafindan karsilanacaginin belirtildigi rapora göre, vatandaslar haklarini bilmedikleri için sorunlar yasaniyor. Hastanelerin de bu kanundan bihabermis gibi gözüküp vatandastan para talep etmelerinin suç oldugu belirtiliyor."
Trafik Kazası Geçirdiğinizde Hastane Masraflarınızı Karşılayan Bir Kuruluş Var !

Yazının içeriğinin doğruluğunu aşağıdaki adresten teyit edebilirsiniz:

Tel: 0-212-324-19-50

http://www.tsrsb.org.tr/
http://www.tsrsb.org.tr/private/trk/...rantiadres.htm


Size çarpan araç faili meçhul ise veya aracın sigortası yoksa bütün hastahane masraflarını cebinizden yapmışsanız faturayı aşağıda bahsi geçen sigortaya veriyorsunuz. Sigorta size paranızı tamamını ödüyor.

SSK ve bağ-kurun ödemelerini değil sadece kendi cebinizden ödediğiniz paraları ödüyor.

Ölümlü ise kaza yine para ödüyorlar.

Daha ayrıntılı bilgi için yukarda verdiğim dahili 204 nolu telefonu arayın.

Kaza geçiren sigortasız yurttaşların tedavisini Garanti Sigorta Fonu karşılıyor, ama bilen yok!

Garanti Sigorta Fonu Genel Sekreteri Kongar: "Kaza geçiren Sigortasızların masrafını, başvuranlara veriyoruz. Ama kimse bilmediği için parasını alan yok. Fon'da 110 trilyon lira birikti."

Trafik kazası geçiren vatandaşların tedavi masrafları ile ölüm giderlerini karşılamak için kurulan Garanti Sigorta Fonu'nun hesabında 110 trilyon lira birikti ama vatandaş parasızlıktan hastane kapısında can veriyor. Trafik kazalarında yaralanan ya da ölen sigortasız vatandaşların milyarlarca lira tutan tedavi veya cenaze masraflarını karşılamak için kurulan Garanti Sigorta Fonu'nda tam 110 trilyon lira birikti; çünkü uygulamadan kimsenin haberi yok. Sağlık Bakanlığı'nın hastane yönetimlerini bilgilendirmemesi ve vatandaşların da kanunları yeterince bilmemesi nedeniyle fona herhangi başvuru olmazken, çok sayıda parasız vatandaş hastane kapılarında can veriyor.

Fondan sorumlu Türkiye sigorta Reasürans Şirketleri Birliği Genel Sekreteri Bilge Kongar, "Trafik kazası geçiren sigortasız tüm vatandaşlar başvurup tüm masraflarını bizden alabilirler" dedi. SADECE UYANIK AVUKATLAR KULLANIYOR Kaza geçiren parasız vatandaşların çok zor durumda kaldığını belirten Kongar, "Hem bakanlığın hem de vatandaşların kanunu bilmesi gerekiyor. Ancak ne Sağlık Bakanlığı uyarıyor ne de vatandaşlar bunu biliyor. Bu yüzden fonu her biri 20- dosya ile gelen uyanık avukatlar kullanıyor" diyor. Kongar, 450 milyar ve yeni primleri faizle değerlendirdikleri için 110 trilyona ulaşıldığını belirterek şunları söyledi: "Devlet Ziraat Bankası'nda faizsiz tutuyordu. Biz ise faizde tutuyoruz. Para çoğalınca bunu alıp oraya buraya vermek; peşkeş çekmek istiyorlar. Biz ise kazalarda mağdur olanlar gelip alsın diyoruz.

1991 yılında Hazine Müsteşarlığı bünyesinde kurulan Garanti Fonu, 1998'in sonuna kadar Hazine Müsteşarlığı Sigorta Genel Müdürlüğü bünyesinde kaldı. Amacı, trafik sigortası olmayan araçların meydana getirdiği yaralama ve ölüm masraflarını karşılamak. Plakası belirsiz araçların verdiği zarar da karşılanıyor. Fonun kaynağını trafik sigortası yaptıran vatandaşlardan kesilen pay oluşturuyor. Trafik sigortası yapan sigortalıların trafik primi içinde ödedikleri paranın yüzde 2'si ve yüzde 1'i sigorta şirketlerinin öz kaynaklarından karşılanıyor.

Karayolları Trafik Sigortası Kanunu gereği eğer kaza yapan araç sigortalı ise, kaza sonucu yaralanan veya ölen kişilerin masrafını sigortalı olsun ya da olmasın şirketi karşılıyor. 7 YILDA 3 ÖDEME Kazaya neden olan araç sigortasız veya plakası bilinmiyorsa zarar görenler direkt birliğe gelip masraflarını alabiliyor. Fon, 1998 sonunda Hazine'den alınarak Türkiye Reasürans Şirketleri Birliği nezrinde bir hesaba aktarıldı. Adi önceden Garanti Sigortası Fonu iken devletin dahil olduğu tüm fonlar kapatılınca Garanti Sigortası Hesabı olarak değiştirildi. 1998' sonuna kadar 7 yılda Hazine'de, 450 milyar lira birikti. Ancak 7 yılda sadece üç kişiye ödeme yapıldı. Birlik bünyesindeki fon bütçesi Hazinenin aksine bankada faizle değerlenince fon 110 trilyona ulaştı. Şimdiye kadar fondan yararlanmak için 1623 kişi başvurmuş, 1042 dosya ise sırada bekliyor. Birlik bünyesindeki fonun yükümlülüğü daha sonraki yıllarda kanuna eklenen maddeler ile sadece bedensel hasarları ödemekten çıkarıldı. İHTİYACI OLAN PARAYI NASIL ALACAK Kaza geçiren vatandaş hastane masraflarını faturalı olarak Türkiye Sigorta Reasürans Şirketleri Birliği'ne iletecek.
Bunun için birliğe, 0-212-324-19-50 nolu telefondan veya
http://www.tsrsb.org.tr
adresinden ulaşılabilir. Türkiye'nin her yerinden başvuru ayni şekilde yapılacak.
Gerekli belgeler ise hastane faturası, ikametgah senedi, nüfus cüzdan örneği,trafik zaptı ve imza beyanı.
Belgeleri


 

 

19 Haziran 2009 Cuma

Hayatın Yüzüne Bak

Hayatın Yüzüne Bak...

 

Hayat, bir zaman sonra, bizim için bildik, ezberlenmiş, hattâ bütün çekiciliğine rağmen kendini tekrarlama-sıyla sıkıcılaşmış, bulanık bir sergüzeşte dönüşür; elimizdeki bu eskimiş, eprimiş, parlaklığını yitirmiş zaman parçasından yeni bir macera yaratamayacağımıza inanırız, geçmişteki hayal kırıklıklarımız gelecekle ilgili hayallerimizi de köreltip soldurur, gizlice küseriz.
Duvara asılmış eski bir fotoğraf olur hayat.


Onda yeni bir şey bulmayacağımıza o kadar eminiz-dir ki artık dönüp de bakmayız bile ona.
Hayatla ilişkimizin böyle donuklaştığını, beklentilerimizin, umutlarımızın kaybolduğunu sezen Virginia Woolf o yüzden, 'Hayatın yüzüne tekrar tekrar bakmamızı' söyler bize.
Kendisini sarsalayan hastalıkları nedeniyle hayata gücenik ve dargın gözlerle de baksa, iyileşemeyeceğine inanıp sessizce kendini sulara bırakıp hayatı terk etse de, kendisini gücendiren hayattan romanlar, hikâyeler ve yeni hayatlar yaratmayı başarmıştır.


Kendisi hayata küserken, insanlara hayatın bir gününden, hattâ bir ânından unutulmaz bir hatıra, binlerce kez okunacak bir roman çıkartılabileceğini göstermiştir.
O bizi darıltan, gücendiren, küstüren hayatın içinde ne sahneler, ne cümleler, ne duygular kıpırdar; değerini kavrayamadığımız nice anı, bize bir şans daha verecek
olan geleceğin içinde saklı nice ihtimal bir kez daha onlara bakmamız için bizi bekler.
Hayatın bizim değerimizi bilmediğinden yakınırken aslında hayatın değerini bilmeyenin biz olduğumuzu anlamamız her zaman mümkündür.


Virginia Woolf'un hayatını, onun yazdığı Mrs. Dallo-way isimli romanla birleştirerek Saatler isimli bir roman yazan Cunningham'ın kahramanlarından biri, o değerini bilmediğimiz anlardan birini daha sonra hatırladığında kederle, o ânı 'mutluluğun başlangıcı sandığını ama o ânın aslında mutluluğun kendisi olduğunu' düşünür.


O başlangıç ânının devamının gelmemesinden doğan hayal kırıklığı, yıllarca sonra, mutluluğun aslında o an yaşandığını anlamanın yarattığı bir minnettarlığa ve sevince dönüşür.
Adam, yaşadığı ânın adını yanlış koymuş, o ânı çok umursamayıp ondan sonra gelecek anlarla ilgilenmiş ve epeyce zaman sonra beklediği ânın aslında ona gelmiş an olduğunu anlamıştır.
Hayata tekrar bakmak, ona kaybolmuş bir ânı, kıymeti bilinmemiş bir mutluluğu ve çok az insanın sahip olabildiği bir duyguyu yaşamış olduğunu fark etmenin sevincini getirmiştir.
Mutsuz, sıkıntılı, kezzaplı bir hayatın içinde bile bazen öylesine ölümsüz bir an vardır ki bütün bir hayatı o anla geçirebilirsiniz.


Zamanın bize bağışladığı anlar içinde en değersiz bulduğumuz an genellikle yaşadığımız andır, kıymeti en az bilinen, bütün anlar içinde en 'üvey' olan, kendimize en uzak tuttuğumuz an tam da avucumuzda bulunan o andır.
Onun değerini anlamak için hayata tekrar tekrar bakıp, onu kendine benzer birçok ânın arasından yeniden bulup çıkarmamız gerekir bazen.
Hayata bakın.


Belki de kıymetini bilmediğiniz bir hazine saklı, bir köşesinde.
Belki de size verilenin ne olduğunu, size verildiğinde anlamadınız.
Belki de size verilecek olanın ne olduğunu, hayata iyi bakmadığınız için göremiyorsunuz.
Saatler romanının hasta şairi, kendisini bir pencere pervazından aşağıya, kaldırımda kendisini bekleyen ölüme bırakmadan önce bütün hayatını bir daha değerlendirirken kendisine kucağında bir demet çiçekle bakan kadına:
— Hayata neyle başlarsan başla elinde çok az şey kalıyor. Gurur ve aptallık. Halbuki her şeyi istemiştik, öyle değil mi, der.
Gurur ve aptallık.


Hayattan elimizde kalan bu mu?
Bazen, evet...
Her şeyi isteyen bir kibirle hayata yaklaşıp bize verilenleri şımarıkça reddettiğimizde, evet, elimizde kalan budur, gurur ve aptallık.
Hayatı solduran, bizi kederlendiren hep aynı şey, kendi açgözlü şımarıklığımız.
Kendi aldırmazlığımız.


Yaşadığımız ânın bir başlangıç olduğunu, daha iyilerinin de geleceğini düşünmek, daha iyileri için elimizdekini arsız bir çocuk gibi yerlere atmak, onu toza toprağa bulayıp yok etmek.
Zamanın karmaşık bir yumak gibi elimizde olduğunu, onu yaşadığımız her ânın ipliğini çekerek yaşayabileceğimizi, kıymetini bilmediğimiz bir ânın daha sonraki anları karmakarışık edeceğini bilmemek.


Ama hayata tekrar tekrar bakmak gerekir.
Hep yeni bir an gelecektir.


Geçmişte kaybolduğu için üzüldüğünüz âna benzer bir tane daha çıkacaktır belki yumaktan.
Kaybedilmiş duygular, bütün bir hayata rengini verebilecek anlar, mutlulukla mutsuzluk arasında gidip gelen o cılız, incecik bağlar belki de yumağın içinde hâlâ saklıdır.
Kaç kez, yaşadığımız ânın değerini bilmediğimiz için geleceği reddetmişizdir, kaç kez kıymetini anlayamadığımız bir anda yaşadığımızdan çok parlak olabilecek bir geleceği elimizden kaçırmışızdır.


Değerini bilmediğimiz her an bizi bir başka hayatı yaşamaya mahkûm eder.
Hayata iyi bakmadığımız için o anların ne anlama geldiğini fark edememişizdir.
Sonra da kaybettiğimize yandığımız için geçmişe ve geleceğe körleşmiş, hayatı eski bir resim gibi duvara asmış, onu öldürüp soldurmuş ve ona küsmüşüzdür.
Zamanın altın ilmekleri kurumuş avuçlarımızda tozlanıp küflenerek çürümüştür.
Romanda Woolf, kocasına, 'Hayatın yüzüne bak Le-onard' der, 'Her zaman hayatın yüzüne bak. Ne olduğunu bilebilmek için, sonunu bilebilmek için, onu olduğu gibi sevebilmek için hayatın yüzüne bak.'


Hayatın yüzüne bak.
Hayatın yüzü, yaşadığın anda saklı. Hayatın yüzü, geçmişteki o unutulmuş anda saklı. Hayatın yüzü, gelecekteki sırda saklı.


'Mükemmelliğini, vaat ettiği geleceğe' borçlu anlar vardır ama asıl mükemmel olan anlar size geleceği unutturacak kadar muhteşem olanlardır ve onların mükemmelliğini kavramak için

onlara iyi bakmanız, o ânın yüzünü görmeniz gerekir.
İki kişinin içine birlikte girip bütün varlıklarını paylaşabildikleri tek bir an bile bütün

hayat boyunca hatırlanmaya değecek kadar parlaklık katar yaşadıklarınıza.
O anları atmayın.


Belli olmaz, değerini bilmediğiniz bir anla kaybettiğiniz bir gelecek, belki de değerini bileceğiniz bir başka anla size bağışlanacaktır.
Bir tanrı kadar zalim olabildiği gibi bir tanrı kadar da bağışlayıcı olabilir hayat, bir tanrı kadar hoyrat olabildiği gibi bir tanrı kadar da cömert olabilir.
Woolf, intihara giderken kocasına yazdığı mektubu şöyle bitirir:
'Bizden daha fazla mutlu olabilecek iki insan yoktur.' Bunun kıymetini bilemediği için

çekmiştir belki onca acıyı.


Ama bunu bir kez bile söyleyebileceğiniz birini bul-muşsanız, bunu bir kere bile hissedebilmişseniz, zamanın altın ilmeklerinden birini tutmuşsunuz demektir.
Onu soldurmayın.
Ve gücenmeyin hayata.
Yüzüne bakın.
Orada belki de 'kaybolmuş geleceği' yeniden yaratacak olan o unutulmaz cümleyi göreceksiniz.
'Bizden daha fazla mutlu olabilecek iki insan yoktur.'

17 Haziran 2009 Çarşamba

İsteğe bağlı sigortalılık hükümlerinden yararlanma şartları nelerdir?

İsteğe Bağlı Sigortalılık Şartları

  • Türkiye'de ikamet etmek: Ancak, Genelgenin 2.1.4'üncü maddesinde belirtilenler ile uluslararası sosyal güvenlik sözleşmelerinden dolayı yurtdışından da ülkemizde isteğe bağlı sigortaya devam etme hakkı olanlar için Türkiye'de ikamet şartı aranmayacaktır.
  • 18 yaşını doldurmuş olmak

Zorunlu sigortalı olmamak veya 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında ay içinde 30 günden az çalışmak

BAŞVURULAR

  • İlk defa isteğe bağlı sigortalı olmak isteyenlerin İsteğe Bağlı Sigorta Giriş Bildirgesi" ile ikametgahlarının bulunduğu sosyal güvenlik il müdürlüklerine/sosyal güvenlik merkezlerine başvurmaları gerekmektedir. (Söz konusu belgelerin adi posta veya kargo ile gönderilmesi halinde Kurum kayıtlarına intikal tarihi, taahhütlü, iadeli taahhütlü veya acele posta ile yapılan bildirimlerde ise postaya veriliş tarihi başvuru tarihi olarak kabul edilecektir.)
  •  5434 sayılı Kanunun mülga 12 nci maddesi uyarınca isteğe bağlı iştirakçilik başvuruları, Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü Sigortalı Tescil ve Hizmet Daire Başkanlığı Milli Müdafaa Cad. No: 24 Bakanlıklar/ANKARA adresine yapılacaktır.
  • 5510 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin (g) bendine tabi sigortalıların isteğe bağlı sigorta başvuruları işverenler tarafından da yapılabilir.
  • Ay içerisinde 30 günden az çalışan ya da tam gün çalışmayan sigortalılardan isteğe bağlı sigortalı olmak isteyenlerin ay içerisinde zorunlu sigortalı olacağı gün sayısını beyan etmeleri zorunludur. Ancak, ay içindeki zorunlu çalışma gün sayısının değişmesi halinde sigortalıların yeniden beyanda bulunmaları gerekir.

İsteğe bağlı sigortalı olmak için talepte bulunan yabancı uyruklulardan Türkiye'de yerleşik olma halinin belgelendirmeleri istenecektir.

İsteğe Bağlı Sigortalılığın Sona Ermesi

İsteğe bağlı sigortalılık;

a) İsteğe bağlı sigortalılığını sona erdirme talebinde bulunanların, buna ait dilekçelerinin Kurum kayıtlarına geçtiği tarihten önceki primi ödenmiş son günü takip eden günden,

b) Aylık talebinde bulunanların, aylığa hak kazanmış olmak şartıyla talep tarihinden,

c) Sigortalının ölümü halinde prim borcu bulunmuyorsa ölüm tarihinden, prim borcunun hak sahiplerince 12 ay içinde ödenmemesi veya hak sahiplerinin talebi halinde en son primi ödenmiş ayın sonundan,

d) 5510 sayılı Kanunun 51. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları hükmü saklı kalmak kaydıyla Kanunun dördüncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamına tabi çalışmaya başladığı tarihten bir gün önce, (b) bendi kapsamına tabi çalışmaya başladığı tarihten,

itibaren sona erer.

Ay içerisinde kısmi çalışanlar hariç olmak üzere, yeniden isteğe bağlı sigortaya devam etmek isteyenler hakkında yeniden talep şartı aranır.

İsteğe Bağlı Sigorta Primlerinin Hesabı ve Ödenmesi

İsteğe bağlı sigorta primi, 5510 sayılı Kanunun 82. maddesine göre belirlenen prime esas kazancın alt sınırı ile üst sınırı arasında, sigortalı tarafından belirlenen ve yazılı olarak talep edilen prime esas aylık kazancın % 32'sidir. Bunun % 20'si malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi, % 12'si genel sağlık sigortası primidir.

Yabancı uyruklu sigortalılardan Türkiye'de yerleşik olma hali bir yılı doldurmayanlar ile 5510 sayılı Kanunun 5. maddesinin (g) fıkrası gereği ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen işverenlerce yurt dışındaki işyerlerinde çalıştırılmak üzere götürülen Türk işçilerinin kısa vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası primleri işverenlerince ödendiğinden bunlardan % 20 oranında isteğe bağlı sigorta primi tahsil edilir.

5510 sayılı Kanunun 51. maddesinde üçüncü fıkrasında belirtilenler için 82. maddeye göre belirlenen prime esas kazancın alt sınırı ile üst sınırı arasında olmak kaydıyla belirlenen günlük kazanç ve gün sayısı üzerinden malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ile genel sağlık sigortası primi alınır. Yazılı olarak talepte bulunmayan sigortalıların primleri prime esas kazancın alt sınırı üzerinden tahsil edilir.

İsteğe bağlı sigorta primi, ait olduğu ayı takip eden ayın sonuna kadar ödenir. Ait olduğu aydan itibaren en geç 12 ay içinde kendileri veya hak sahipleri tarafından 5510 sayılı Kanunun 89. maddesinin ikinci fıkrasına göre hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammıyla birlikte ödenmeyen süreler, hizmet olarak değerlendirilmez. Bu 12 aylık süreden sonra ödenen primler sigortalının veya hak sahiplerinin talebi üzerine 5510 sayılı Kanunun 89. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerine göre iade veya doğacak borçlarına mahsup edilebilir.

İsteğe bağlı sigortalılardan, 5510 sayılı Kanunun 87. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereği prim ödeme yükümlüsü kendileri olanların, zorunlu sigortalılık nedeniyle prim borcunun bulunması halinde, isteğe bağlı sigortaya tabi ödenen primler öncelikle zorunlu sigortalılık nedeniyle Kuruma olan borçlarına mahsup edilir.

 

15 Haziran 2009 Pazartesi

Aşk acısı çekiyorsunuz nasıl hafifletirsiniz?

 

Hayatınızın aşkıyla yollarınızı ayırmak zorunda kaldınız. Aşk acısı çekiyorsunuz nasıl hafifletirsiniz? Yaşamakta olduğunuz bu sürecin ‘geçici’ süreç olduğunu bilmelisiniz.

1. Çok gerekmedikçe ayrıldığınız kişiyle konuşmayın. Ayrıldığınız kişiden çocuğunuz varsa veya aranızda henüz kapatmadığınız parasal ve maddi konularınız vs. o kişiyle sadece bu konular üzerine konuşmak için bir araya gelin. Ortak arkadaş ve dostlarınızla sohbetlerinizde bile o kişiden bahsetmeyin. Aynı ortamda olmanız gerektiğinden nazikçe selamlaşın, yalnız kalmayın ve konuşmayın.

2. Sizin için duygusal anlamı veya anısı olan, o kişinin size verdiği objelerden derhal kurtulun. Satılabilecekleri satın, maddi ve manevi değeri olmayan hediyeleri verin.

3. Zor zamanlarda arkadaş desteği önemlidir. Onlara derdinizi anlatmak yerine etkinlikler yaparak oyalayın.

4. Başkasıyla ilişkiye başlamayın. Kalbinizde ayrılık acısı varken doğru kişiyi bulsanız bile doğru ilişkiyi yaşayamazsınız.

5. Daha önce vakit ayıramadığınız için başka bir zamana ertelediğiniz bir şeyler yapın. Dans kursuna gidin, egzersize başlayın

6. İnsanlar ayrılmışsa bir sebebi vardır. Ayrılık acısı yaşarken insanlar hep ‘yaşanan mutlu günleri’ düşünür ama bu düşüncenin size bir yararı olmaz. Kendinize “Ayrılmamız iyi oldu, çünkü…” diye başlayan bir liste yapın. Ayrılık sürecini bir ‘arınma’ süreci olarak düşündüğünüzde psikolojik değişiminizi olumlu bir raya oturtabileceksiniz.

7. Ayrıldığınız kişi hakkında duygularınızı ve düşüncelerinizi bir kağıda yazın ancak asla ona göndermeyin. Ayrıldığınız kişiye artık duygularınızı açıklamanın anlamı yok, biraz zaman geçtikten sonra yırtıp atın.

8. Yaşadığınız acıları ve sıkıntıları yaşayan milyonlarca insan var. Biraz zaman geçtikten sonra kendinizi tekrardan iyi hissedecek ve yeni birini nasıl olsa bulacaksınız.

9. Duygusal meselenizi aklınızda ve kalbinizde tam olarak bitirmeden önce ayrıldığınız kişiyle arkadaş olmayı falan düşünmeyin. Ayrılırken “dost kalmak” nazik bir temennidir. Ama insanlar ayrıldıkları kişilerle çok nadiren dost kalabilirler. Duygusal dengenizi tekrar yoluna koyduktan sonra, ancak o zaman o kişiyle arkadaş olarak devam etmek isteyip istemediğinize karar verebileceksiniz. Daha önce değil.

10. Ayrılık acısı çekerken alkole ve yemek yemeye sardırmayın. Hiçbir faydası olmaz!

Yaşadığınız bu acılı sürecin en iyi ilacı zamandır. Sabırlı olun, kendinizi yıpratmayın ve suçlamayın. Her ayrılık bir deneyimdir. Varsa hatalarınızdan ders çıkarın.