30 Ağustos 2008 Cumartesi

Türkiye yi sevmek için sebepler ...

http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages/Foto%20Haber/T%C3%BCrkiye%27yi%20sevmek%20i%C3%A7in%2050%20sebep/50.jpg



VE SAYISIZ NEDENLERDEN BAZILARI:



http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages/Foto%20Haber/T%C3%BCrkiye%27yi%20sevmek%20i%C3%A7in%2050%20sebep/20.jpg

Sarı tabelalar
İnsana, bir ömrüm daha olsa... Yok yok, bir fazlası bile yetmez... Birkaç ömrüm olsa... Beni asıl hedefime ulaştıran ana yoldan sapsam... Şu sarının vaat ettiklerine uzansam... Eski hayatlara ilişsem. Zenginleşsem... Hayal kursam... Öğrensem... Tekrar kapayınca aracımın kapısını derin bir oh çeksem... Toprağa daha farklı baksam...' dedirten sarı tabelalar, bitmek bilmez bu ülkede. Rize'de, Mardin'de, Ankara'da, Ege'de, güneyde... Sınırsızca karşımıza çıkar... Binlerce yıldır mesela Amasya'da bir kral mezarını işaret eder, ya da dünyanın en eski mumyalanmış askerini... Çok hikâyeleri saklar...

http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages/Foto%20Haber/T%C3%BCrkiye%27yi%20sevmek%20i%C3%A7in%2050%20sebep/17.jpg

İstiklal Caddesi
Bağırış, çağırış, aşk ilanları, aşk kavgaları, koşuşmalar, kaçışmalar, uyanıklar, şaşkınlar, sokak çalgıcıları, tramvay kovalayanlar, kilise çanları, kitapçılar, kafeler, barlar, müzik dükkânları, sinemalar, tarih kokulu binalar, sarhoşlar, seyyarlar, polisler, gösteriler, kalabalıklar, yalnızlar, mutlular, mutsuzlar... İstiklal'de zamanın akışı, o an yaşadıklarınızdan başka şeylere konsantre olma olasılığınızı oldukça azaltır. Bu enerjiyi dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız.

http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages/Foto%20Haber/T%C3%BCrkiye%27yi%20sevmek%20i%C3%A7in%2050%20sebep/15.jpg

Nazım Hikmet
Memleketimi seviyorum
Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım./Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı/memleketimin şarkıları ve tütünü gibi./Memleketim./Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,/kurşun kubbeler ve fabrika bacaları/benim o kendi kendinden bile gizleyerek/sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir./.../Memleketim./Ankara Ovası'nda keçiler/kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması./Yağlı, ağır fındığı Giresun'un./Al yanakları mis gibi kokan Amasya elması,/zeytin/incir/kavun/ve renk renk/salkım salkım üzümler/ve sonra karasaban/ve sonra kara sığır/ve sonra ileri, güzel, iyi/her şeyi/hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır,/çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım/yarı aç, yarı tok/yarı esir...

http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages/Foto%20Haber/T%C3%BCrkiye%27yi%20sevmek%20i%C3%A7in%2050%20sebep/14.jpg

Rakı
Tekerlekten sonraki en yararlı ve yaratıcı, en eşitlikçi buluş... Bir içecek, el kadar yeşilliğin üstündeki gazete kâğıdına da, süt beyazı kolalı keten örtüye de bu kadar mı yakışır? Balığa da, maviye de, camsız meyhaneye de... Dilleri bülbül eder, milleti şair eder, alfabemizin az kullanışlı harfini abad eder... Aman saki... Canım saki... Doldur doldur da verr...

http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/LiveImages/Foto%20Haber/T%C3%BCrkiye%27yi%20sevmek%20i%C3%A7in%2050%20sebep/11.jpg 

ÇOK GÜZEL BiR YORUM

PROF. ÜSTÜN DÖKMENiN ÇOK GÜZEL BiR YORUMU

SONUNDAKİ FIKRAYI MUTLAKA OKUYUN !
 
  '...Çocuğumuz düşüp kafasını masaya çarpınca biz hemen masayı
 döveriz,
 'he masa ehhhh sen niye orada duruyorsun' diye. Çocuk masa orada
 durmasa kafasını çarpmayacağını sanır ve büyüdükçe yaptığı her
 hatayı yükleyecek birini veya bir şeyi mutlaka bulur.'
 Malum...
 
 Mesela, bizim Balkan harbinden kalma, dandik vagonlara 160
 Kilometre hız yaptırdılar. İlk virajda sizlere ömür...
 Kimin üstüne kaldı?
 Makinistin...
 
 Mersin'de bayrağımız yakıldı, yırtıldı. Askere taş attılar, panzere
 molotof... Memleket ayağa kalktı. Kimin yüzündenmiş?..
 İki veled...
 
 Gelene geçene ayran, tost falan satan, kendi halinde sakin bir kasabaydı,
 Susurluk... İçişleri Bakanlığı, MİT, Jitem, generaller, özel tim polisleri,
 kumarhaneciler, bakanlar, milletvekilleri, işadamları... 1000 kişi falan
 yargılandı. Her şey kimin başının altından çıkmış?
 Yeşil'in...
 
 Deprem oldu... 7 vilayette 50 bin kişi öldü. Binlerce bina yıkıldı, on
 binleri ağır hasarlı. Hepsinin sorumlusu olarak kimi kulağından tutup
 hapse tıktık?
 Veli Göçer'i...
 
 Edirne'de b ebeler şakır şakır öldü... Hiç utanmadan bisküvi kolilerine
 koyup, gömdüler. 'Araştırdık, ihmal yok' dediler. Peki neden öldü bu
 yavrular? Klima'dan...
 Dikkat isterim, klimacı bile değil, klima.
 
 Rakıdan öldük. O gün ile bu gün arasında ne değişti?..
 Kapağın rengi...
 
 Sanal 'sorumlumuz' bile var... Yollarda her gün 20 insanımız heba oluyor.
 Trafik Canavarı'ndan...
 
 Dolar patlarsa?
 Enflasyon Canavarı'ndan...
 
 Hatta 'sorumlu olmayan sorumlumuz' da var... Milli takım oynayıp
 yeniliyor. Suçlusu kim?
 Takıma alınmayan Hakan...
 
 Domatesleri Ruslara kakalayamıyoruz...
 Sinekten...
 
 Deli dana geliyor.
 inekten...
 
 Millet hormonlu diye tavuk yemiyor.
 Erman Toroğlu'ndan...
 
 Evleri su basıyor.
 Yağmurdan...
 
 Ormanlar yanıyor.
 Sigaradan...
 
 Gemi batıyor.
 Dalgadan...
 
 İyi de kardeşim, uçak neden düşüyor?
 Rahmetli pilottan...
 
 Peki bu şartlarda hayatta kalmayı nasıl başarıyoruz?
 Allah'tan...
 
 
 
 Yukarıdakilere uygun bir fıkra:
 
 Bir gün melekler telaş içinde Allah'ın yanına çıkmış, yerlerinde duramaz bir şekilde
 Melekler – Allah'ım Allah'ım, Amerika ile İngilizler savaşa girdi yardım yapmalıyız
 Allah - Aaa ! dert etmeyin onlar islerini bilirler bırakın kendi hallerine demiş
 Aradan bir iki gün geçmiş melekler yine telaşla gelmiş ve
 Melekler – Allah'ım bu seferde Fransa savaşa katıldı hemen müdahale etmeliyiz..
 Allah - Karısmayınnn onlar islerini bilirler - demiş
 Aradan bir iki gün geçince yine melekler apar topar soluğu Allah'ın katında almışlar ve
 melekler - Aman Allah'ım, bu seferde Türkler savaşa katıldı
 Allah - Olamaz hemen bana tüm silahlarımı getirin kuşanmalıyız, onlar her şeyi bana havale ederler...

 

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Güzel bir hikaye

Birkaç yüzyıl önce Papa bütün Yahudilerin Roma'yı terk etmeleri
gerektiğine karar verir. Doğal olarak Yahudi toplumundan büyük bir tepki gelir. Bunun üzerine, Papa ile Yahudi toplumundan önde gelen birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önerir.

Yahudiler kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa gidecekler. Yahudiler
çaresiz kabul eder ve temsilci olarak Moiz'i seçerler. Ancak Moiz'in Papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle müzakere de konuşmak yerine sadece işaret dilinin kullanılmasını teklif ederler.
Papa kabul eder. Müzakere günü geldiğinde iki taraf karşılıklı yerlerini
alırlar ve karşılıklı olarak bir süre bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak üç parmağını gösterir.
Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırır.
Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir.
Moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir.
Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca Moiz de bir elma çıkartır.
Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak :
'Ben pes ediyorum, Yahudiler kalabilirler' der.

Müzakere sonrasında Papa'nın etrafına toplanan kardinaller Papa'ya ne
olduğunu sorduklarında Papa;
- Ben önce 3 parmağımı gösterip Kutsal Üçlüyü işaret ettim.
Buna karşılık o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek tanrıyı
tanıdığını soyledi. Ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında çevirerek tanrının bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde o da oturduğu yeri işaret ederek tanrının onların durduğu yerde de olduğunu işaret etti.
Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp tanrının bizim günahlarımızı
bağışladığını göstermek istediğim zaman da hemen bir elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı.
Herifin her şeye bir cevabı var. Ne yapabilirdim ki?

Aynı sırada Yahudi cemaati de Moiz'in etrafını sarmış ona nasıl başardığını soruyorlardı. Moiz:
- Önce bana 3 parmağını gösterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi
istedi. Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim. Sonra bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi. Ben de, hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim.
- Sonra ne oldu? diye kalabalık heyecanla sordu.
- Valla,sonrasını ben de pek anlamadım. Adam biraz hiddetlendi ve öğle
yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım.
Hepsi bu!...

İNSANLARIN NE KONUŞTUĞU DEĞİL NE ANLADIĞI ÖNEMLİDİR...

25 Ağustos 2008 Pazartesi

BaMbU AğAcInIn SıRrI


Çin Bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel bir örnektir.,
Çinliler bu ağacı şöyle yetiştirir:
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.
Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.
Tohum yeniden sulanıp gübrelenir.
Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez.
Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir.
Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez.
Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar
ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
Akla gelen ilk soru şudur :
Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı Yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
Bu sorunun cevabı tabii ki beş yıldır.
Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi
ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?
Bir başarının şartları her zaman çok basittir.
Bir süre için çalışın,
Bir süre tahammül edin,sabredin.
Her zaman inanın
Ve hiçbir zaman geri dönmeyin,vazgeçmeyin…

Haftanız başarı ve keyifle geçsin...

Evlerdeki Gizli Elektrik Tüketimi

 

 

Tüm elektrikli aletlerinizi kapattıktan sonra elektrik sayacınızı kontrol edin. Sürpriz bir şekilde hala döndüğünü göreceksiniz.! Örneğin bilgisayarlar işlem yaparken 140 Watt, işlem yapmazken 27 Watt, kapatırsanız bile 5 Watt Elektrik tüketiyor.

 

Kapanmayan elektrikli ev aletlerinin "Gizli Tüketimi" dünya elektrik tüketiminin en az yüzde 2'sine denk düşüyor. Yani, sadece Avrupa Kıtası'ndaki elektrikli aletlerin gizli tüketimi her yıl altı nükleer santralı çalıştırabilecek kapasitede.!

 

· Kahve Makinenizin Ortalama Tüketimi = 800 W

 

· Kahve Makineniz Kapalı Olduğundaki Tüketimi = 1.5 W

 

· Ve de Kahve Makinenizin Fişini Çektiğinizde Ulaştığınız Sonuç = 0 W

 

Bazı elektrikli ev aletleri kapatılsalar bile elektrik tüketimini sürdürüyorlar. Bu da hem gereksiz bir enerji tüketimine hem de tüketicilerin elektrik faturalarınınabarmasına neden oluyor.

 

Bilgisayar örneğini ele alalım. Bilgisayar çalışırken gücü yaklaşık 140 Watt' yükseliyor. Bilgisayarda tüm işlemler durdurulduğunda da sayaç dönmeye devam ediyor. Bilgisayarın hemen çalışabilmesi için sürekli "stand by" olması gerektiği göz önüne alındığında, bu da mantıklı gözüküyor.

 


Ancak bilgisayarda hiç bir işlem yapılmadığı "yarı uyanık" zamanda da 27 watt gibi oldukça yüksek sayılabilecek bir miktarda elektrik tüketilmesi oldukça şaşırtıcı.

 

Bundan daha da kötüsü "off" düğmesine basıldığında bile PC'nin gücünün sıfırlanmayıp 5 watt civarında bir elektrik tüketmesi!

 

Sonuç olarak, bilgisayarın hiç elektrik tüketmediğinden emin olmak için tek bir çözüm var, o da prizin fişten çekilmesi...

 

Nöbet Tutan Aletler

 

Bu rakamlar çok küçük olsa da önemsememem hata olur. Nitekim, Uluslararası Enerji Ajansı'ndan (AIE) Benoit Lebot"ya göre, tam olarak kapanmayan elektrikli ev aletlerinin "gizli tüketimi" dünya elektrik tüketiminin en az yüzde 2'sine denk düşüyo Başka bir deyişle, sadece Avrupa kıtasındaki elektrikli aletlerin gizli tüketimi her yıl altı nükleer santrali çalıştırabilecek kapasitede.

 

Bu durumu anlayabilmek için "nöbet tutan" aletlerin ortaya çıktığı otuz yıl geriye dönmek gerekiyor. O zamana kadar televizyon ya DA fırın kapatıldığında her tür enerji tüketiminin durdurulduğundan emin olunabiliyordu.

 

 

 

Ancak çok daha sofistike audio ve video cihazların piyasaya sürülmesi durumu değiştirildi. Hi-if, radyo-çalar saatler, müzik seti ve televizyon gibi aygıtlar saat, uzaktan kumanda ve "bellek" tuşuyla donanıp FM istasyonları ya da diğer programların kaydedilmesine olanak sağladılar.

 

Bu özellikler tüketici açısından büyük bir kullanım kolaylığı sunmakla beraber, elektrik tüketimini fazlasıyla artırdı.

 

Uzmanlar günümüzde, kapatıldıktan sonra bile gizli tüketimi sürdüren ev aletlerinin sayısının önemli oranda artmasının, durumu daha DA ciddi hale getirdiğini belirtiyorlar.

 

Öte yandan, "yararlı israf"ı da "gereksiz israf"tan ayırmak gerekiyor. Faks, telsiz telefon gibi çalışmak için elektrik sinyaline gerek duyan aygıtlar birinci kategoriye giriyor. Bu durumda, bu makinelerin çalışması için gereken gizli tüketim meşru bir hal alıyor.

 

Uzmanlar zaten faks, telefon gibi aygıtların tüttiği elektrik miktarının diğer aygıtlarınkine kıyasla çok düşük olduğunu ifade ediyorlar.

 

Nedeni: Röle

 

Uzmanlar elektrikli ev aygıtlarının kapatılmalarına rağmen gizli elektrik tüketimini sürdürebilmelerini, bu aletlerin içinde bir transformatör bulunmasına bağlıyor.

 

Elektronik devreler elektrik akımının (220 V) sağladığından çok daha düşük bir gerilimle (Yaklaşık 5 volt) çalışırlar; işte bu noktada transformatör röle rolünü üstlenir.

 

"Çalıştırma/durdurma" anahtarı da genellikle transformatörün arkasında yer alır ve aygıt kapatıldığında bile transformatör hala gerilim altındadır. Bunun sonucunda elektrik sayacı dönmeyi sürdürür.

 

Bu aygıtları üretenleri, ürünlerinin düzenleniş biçimini değiştirmeye zorlayacak herhangi bir kural bulunmadığından, bu tür bir değişiklik çok AZ bir harcama gerektirmesine rağmen hiçbir üretici gerekli önlemi almamaktadır.

 

Bu ouda geniş bir araştırma yayımlayan Fransız Science et Vie dergisine göre, Ocak 2000'de Fransa'da 178 hanedeki 1270 aygıtın gizli elektrik tüketimi incelendi.

 

Video İlk Sırada

 

Bunlar arasında birinci sıraya oturan video aygıtıydı; nöbetteyken 1-30 watt arası, oldukça önemli sayılabilecek miktarda enerji tüketen videolar hemen hemen bütün gün "stand by" olduğundan Fransa'da "gizli tüketim" in yüzde 32'sinden sorumlu tutuluyor.

 

Video dışında televizyon (1-22 watt), uydu anten receiver (5-17 W) ya da kablolu TV (3-23 W), Hi-if (1-24a W) v.b.'nin de oldukça yüksek oranda enerji tükettiği ortaya çıktı.

 

 

 

Ayrıca bilgisayarın da 1-27 W arası gizli elektrik tüketimiyle masum olmadığı belirlendi. Kahve makinesi, diafon gibi aygıtların tüketiminin ise 5 W'ın altında kaldığı gözlendi.

 

Önlemler Emeklemede

 

Bu enerji israfına karşı tüketicilerin elektrikli aygıtlarını fişten çekerek önlem almaları için kampanyalar düzenlense de, sanayi kesimini bu konuda gerekli girişimlerde bulunmaya zorlayacak bir yasa henüz ortalıkta gözükmüyor.

 

Avrupa Birliği'nde, Brüksel'de endüstrinin bazı sektörleriyle gönüllülük temeline dayanan anlaşmalar imzalanmış olsa DA, üreticilerin çoğunda bu konuda bir "isteksizlik" gözleniyor. Önlem olarak şimdilik yalnızca, etiketleme sistemi gündemde.

 

ABD'de "Energy Star" etiketine karşı Avrupa'da daekiz yıl önce, aygıtın enerji kapasitesini A'dan G'ye sıralanan yedi kategoride inceleyen "Etiket Enerji" uygulaması gündeme getirildi. Uzmanlar bu yöntemin kesin bir çözüm sunmamakla birlikte pazara yüzeysel de olsa bir çeki düzen vermesi açısından bir ilk adım olarak görüyorlar.

 

Küçük Watt'lardan Büyük Enerjiler...

 

5 watt'la ne yapılabilir? Elektriği olmayan beş hane aydınlatılabilir mi? Evdeki en küçük ampulün bile en az 10, 20 watt olduğu göz önüne alındığında bu sorunun yanıtı 'imkansız' olacaktır... Oysa Kanadalı bir mühendis 0.1 Watt'lık tek bir beyaz elektrolüminesant diyodun (LED) bir çocuğun okuması için yeterli olduğunu kanıtladı!

 

Nitekim Dave Irvine-Halliday adlı mühendis ve kendi kurduğu "Light up the worl" sivil toplum örgütü, şimdiye kadar dünyada 1 milyondan fazla haneyi bu yöntemle aydınlattı; Bolivya, Guatemala, Dominik Cumhuriyeti ve Nepal'de 60'ı aşkın hanenin yer aldığı bir köy 100 Watt'lık tek bir ampulün tüketimine eşdeğer enerjiyle aydınlanıyor.

 

Halliday'in yönteminin başarısı, LED'lerin uzun ömrü (Kırk yıl) ve olağanüstü randımanından kaynaklanıyor. Bu yarıiletkenler (LED) elektronları ışıklı fotonlara dönüştürülüp yüzde 95 oranında bir enerji sağlıyorlar; oysa normal bir ampulde enerjinin büyük bir bölümü ısıya dönüştüğünden, kapasitesinin ancak yüzde 10'u işlev kazanıyor.

 

Kanadalı mühendis bu elektrolüminesant diyotları besleyebilmek için en ücra köylere kadar her binayı pedallı jeneratör ya da güneş enerjisi panoları ve bir akümülatörle donattı. Sistemin maliyeti ise, proje yeni uygulandığında hane başına 60 dolarken 30 dolara indi; beş yıl içinde bu rakamın daha da azalıp 10 doların altına düşmesi bekleniyor.

 

Peki LED bizim elektrik faturalarımızın tutarıı a azaltabilecek mi? Dave'e bu soru sorulduğunda Calgary (Kanada) Üniversitesi'ndeki laboratuarında bu yöntemle bir haneyi aydınlattığını belirterek şunları söylüyor:
"Bir binanın stratejik noktalarına 1'er watt'lık LED'ler yerleştirilmesi halinde, elektrik tüketimi yüzde 95 oranında azaltılarak halihazırdaki aydınlatma gücüne eşdeğer bir aydınlanma sağlanabiliyor."

 

Bundan daha güzel bir cevap olabilir mi?

 

kaynak?

 

Aşk hastalık mı?

 

 

Aşkın, beyinde muhakeme yeteneğini çalıştıran bölümü etkisiz hale getirdiği, beyindeki kimyasallardan serotoninin aşıklarda ve saplantılı kişilik bozukluğu olanlarda aynı seviyede olduğu belirlendi.

İnsanoğlunun en güçlü ve coşkulu ruh hallerinden olan aşkın nörolojik temellerini araştıran nörologlar, bu sevgi ve arzunun yoğunluğunu ölçtüler. Londra Üniversitesi Nörobiyoloji profesörlerinden Semir Zeki, fonksiyonel MRI kullarak yaptığı araştırmada, 17 kişiye önce sevdiği kişinin, ardından da arkadaşlarının fotoğrafları gösterilerek, serebral kan akışları izlendi. Araştırmada insana müthiş mutluluk ve haz veren aşkın, kişilerdeki “muhakeme yeteneğini yitirdiği” ve “saplantılı kişilik bozukluğuna” neden olduğu ortaya çıktı.

BEYİN KİMYASI DEĞİŞİYOR

Araştırmaya göre, aşk, beyinde güven, inanç, haz duyma ve ödüllendirme fonksiyonlarını etkinleştiriyor. Aşık olanlarda oksitosin ve vazopressin maddeleri fazla salgılanıyor ve bu da karşıdaki kişiye olan bağlılığı artırıyor. Tek eşli kadın ya da erkeklerde daha çok oksitoksin salgılanıyor. Aşıkken depomin ve norepinefrin artıyor. Depomin motivasyon artışına, mutluluk, heyecan, uykusuzluk, kalp çarpıntısı ve nefes darlığına neden oluyor. Norepinefrin de heyecan ve enerji düzeyini artırırken, uyku ve iştahı kaçırıyor.

ZİHİN YANILMASI

Aşk, insan beyninde muhakeme ve yargılama yapan bölümleri de etkisiz hale getiriyor. Aşık olan kişiler, sevdiklerine karşı muhakeme yeteneğini kaybediyor. “Aşıkken tamamen kör oluyor” ve aşık olunan kişinin olumsuzlukları beynin bu bölgelerinin çalışmaması nedeniyle görülemiyor.
Beynin 'zihin teorisi' olarak adlandırılan ve başkalarıyla farklılıklarını ortaya koyan mekanizması da aşık olunca devreden çıkıyor. Bu nedenle kişiler aşık olduklarıyla aralarında bir ayrım yapmıyor ve onu kendisi gibi görüyor.

TAKINTILI SEVGİ

Araştırma, aşkın, insanları nasıl saplantılı hale getirdiğini de açık şekilde ortaya koyuyor. İnsanların beynindeki kimyasallardan serotonin seviyesi aşık olanlar da, saplantılı (obsesif kompülsif bozukluğu) kişilerinkiyle aynı seviyede bulunuyor.
Aşk bir yandan kişiye huzur ve güven verirken, diğer yandan ayaklarını yerden kesiyor. Beyindeki 'medial insula' bölümü aşkla aktive oluyor. Agresif davranışlarla ilgili bu bölüm aşık kişilerde çalışıyor ve anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye yarıyor. Aşk, duygulanım, dikkat, motivasyon ve hafıza ile ilgili beyin alanlarını aktif hale getiriyor. Bu yapıların aktifleşmesi, stresin azalmasına neden oluyor.

AŞKIN ÖMRÜ 3 YIL MI?

Sinir hücreleri arasında hedeflere uygun bağlantıları etkileyen uyarı maddelerinden sinir büyüme faktörü de (NGF) aşkın süresini biçiyor. Ellerin terlemesine ve heyecanın yükselmesine de neden olan NGF değeri tutkulu aşkın ilk zamanlarında yükseliyor. Araştırmada insanın doğası itibarıyla bu tutkuyu sürdüremediği ortaya çıkıyor ve arzunun şiddetiyle doğru orantılı artan NGF değeri en fazla 3 yıl sonra azalıyor.

ZENGİN KIZ İLE FAKİR GENCİN AŞKI

Araştırmayı yapan Prof. Dr. Semir Zeki, AA muhabirine “nöropotik aşkı” anlattı. Aşkın, beynin ortaya çıkardığı bir ürün olduğunu belirten Zeki, “Aşık olan kişinin beyninin depomin içinde yüzdüğünü” ve bunun beyindeki motivasyon ve hedefe yönelik konsantrasyonu artırdığını söyledi. Aynı belirtileri bağımlıların da gösterdiğini dile getiren Zeki, “Beyindeki bazı kısımların aktivasyonunu yitirmesine neden olan aşkın rasyonel olmadığını” vurguladı. Zeki, “Bu kadar rasyonellik dışı bir şeyi rasyonel şekilde izah etmeye çalışmaktan ziyade neden bu kadar rasyonellik dışı olduğunu anlamaya çalışmak lazım” dedi.

Aşık olan kişilerde 'özgür iradenin' yok olduğunu vurgulayan Zeki, zengin kızın fakir gence aşık olabildiğini belirterek, “Böylesi durumlarda anne-babalar, arkadaşlar olarak biz rasyonel şekilde muamele etmeye çalışıyoruz. Bu durumda nasihat vermek çok saçma ve vakit kaybı. Bu duruma tahammül etmek gerek. Aşk rasyonel olmadığı için böylesi bir durumda bizim tepkimiz de rasyonellik dışı oluyor” diye konuştu.

Zeki, “Aşk bir hastalık ama tedavi etmeye gerek yok. Hayatınız boyu devam etmesini istediğiniz bir hastalık. Arzu edilen bir felaket” dedi.
Kadınların, aşkta erkeklere göre daha itinalı ve çok daha verici olduğunu belirten Zeki, erkeklerin 'karşılıksız alma ve sürekli tüketme' derdinde olduğunu savundu.

Kadınların psikolojik açıdan erkeklere oranla çok güçlü olduğunu ifade eden Zeki, kadınların aşkının daha uzun sürdüğünü, ancak vazgeçtikten sonra da daha kolay unuttuklarını söyledi.

 Kaynak: AA

 

Akıllı beslenmenin matematiği

PROF. DR. KENAN CEVAP, AKILLI BESLENMENİN MATEMATİGİNİ  ANLATTI 

 

"Damar tikayan kolesterol degil, seker!" 

 

Gazetelerden kesip buzdolabina astiginiz bütün "kibrit kutusu kadar" reçetelerini çöpe atin!

Prof.Dr. Kenan CEVAP, A'dan Z'ye akilli beslenmenin matematigini anlatiyor...

Seker, vücudumuzu, demir paslanir gibi paslandiriyor, eskitiyor; çocuklarimizin hücrelerini 12 yasinda yaslandiriyor.

Sekeri, gida sanayiinden söküp atmak zor ama, ise evlerimizin kapisindan baslayabiliriz!  

Prof. Dr. Kenan CEVAP genel cerrah. Muayenehanesinin kapisinda "prof." yazmiyor.

"Ben üniversitede hocayim, burada hekim" diyor. Söz bir ara "kronometreli doktorlara" geldiginde, yani 15 dakika muayene süresini asinca ikinci vizite ücretini alanlara çok sasirdi.

Çünkü kendisi saat takmiyor, "dalginlikla saatime bakar da hastayi tedirgin ederim" diye.

Uzmanlik alani, beslenmeyle yakindan ilgili olan sindirim sistemi organlari.

Ancak CEVAP bir "akilli beslenme" uzmani.

Bunu bir insanin tüm bedenine iliskin oldugu kadar, siyasi ve toplumsal boyutlariyla da ele aliyor.

Peki beslenme nedir?

İlk aklimiza gelen, sismanlik-zayiflik. Özellikle kadinlarda modasina göre sifir bedenle,

90-60-90 arasinda degisen ölçülerde olmak ya da olmamak.

Dogru mudur?

"Kibrit kutusu kadar" reçetelerini bir yana birakip, CEVAP'a:

"Neden düsmandir su ünlü üç beyaz?" diye sorduk. O, sekerle basladi.

 

 "SEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIS EGRİSİ PARALEL" 

CEVAP- Kismen ya da tümüyle beslenme aliskanliklari sonucu olusan kronik, aslinda önlenebilir hastaliklar, çok büyük bir toplum sagligi sorunu haline gelmistir.

ABD'de 20 yas üstü eriskinlerin

yüzde 65'i ya sisman ya daha da ileri asamada.

64 milyon insanin koroner kalp hastaligi,

11 milyon insanin seker hastaligi,

37 milyonun kolesterol yüksekligi vardir. Ülkemizde kalp hastaligi sikligi bu boyuta henüz gelmemis gözükse bile, seker hastasi sayisinin dört milyon oldugu göz önünde bulundurulursa, yakin zamanda vahim bir tablo ile karsi karsiya kalacagimiz açiktir.  

 

Ne zaman ki seker pancarindan seker üretilmesi Avrupa'da ortaya çikti, soguk iklimlerde de sekere dönüsebilecek bir besin maddesi kesfedildi, toplumlarin seker tüketimi artti.

Toplumlarin seker tüketiminin artis egrisiyle, hastaliklarin artis egrisi bire bir örtüsüyor.

Çünkü; seker sadece kalorisiyle, sismanlatici etkisiyle zarar vermiyor, dogrudan kimyasal yapisiyla da çok tehlikeli.

"Seker yiyeyim oradan aldigim kaloriyi baska yerden kisarim" demek çok yanlis.

İnsan vücudunun seker almasina gereksinim yoktur. 

 

"12 YASINDA YASLANDIRIYOR" 

 

SORU- Çocuklarin enerjiye ihtiyaci var diye belli miktarlarda yemeleri dogru degil mi?

 

CEVAP- Asla dogru degil.

 

SORU- Peki enerji ihtiyacimizi nasil karsilayacagiz?

 

CEVAP- Tas devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki toplar. Seker sadece meyvede var. Meyve esas olarak bir kültür bitkisi. Dogal ortam sebze agirliklidir. İnsan eli ne kadar fazla degmisse bir gida maddesine, o oranda olumsuzlasiyor.

O dönemde, insanlarin kan sekeri 60 dolayindaymis. Bu devirlere geldikçe sekerle tanisiyor ve aliskanliklari degisiyor.

Dolayisiyla ortalama kan sekeri de degisiyor.

Simdi 100'lerdeyiz, 120'de seker hastaligi. Biliyorsunuz simdi seker hastaligi iki türlü.

Bir dogumsal genetik özelliklerle alakali tip 1 diabet. Bir de edimsel tip 2 diabet.

Pankreas organinin artik yeterince insülin üretememesiyle ortaya çikar.

Yaslanma süreci olarak kabul edilir.

60'li yaslarda görülmesi beklenir.

Ama su anda 12 yasindaki çocuklarda tip 2 diabet var.

Saglikli beslenmede sekerin hiç yeri yok. Tamamen bir damak aliskanligidir. 

 

"KANSER HÜCRESİ DE SEKERLE BESLENİYOR" 

 

SORU- Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu? 

CEVAP- Dogru.

Ancak, bu glikozu her türlü karbonhidrat içeren bitkiden vücut elde ediyor.

Kanser hücresi de sekerle besleniyor.

Özellikle kemoterapi gören asla seker yememeli.  Seker pancarindan veya seker kamisindan elde ettigimiz seker 'sakaroz', iki ayri molekülden olusan bir birlesik moleküldür.

Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrisir.

Glikoz kan sekerimizin de adidir.

Hemen kana karisir ve kan sekerini yükseltir. Vücudumuz sekerin zararli oldugunu bildigi için korkudan hemen insülin salgilar.

Çok fazla miktarda seker yemissek, gereginden fazla insülin salgilanir.

İnsülin o sekeri hemen alir vücudun bir enerji açigi varsa kismen enerjiye dönüstürür.

Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok isler yapabilir.

Mutlaka yediginiz sekerde bir fazlalik olacaktir.

Bu fazla seker, insülin araciligi ile ya kas ve karacigerdeki seker depolarina götürülecek ki, vücudumuzun seker deposu 120 gram kadardir. Orasi da sürekli doludur, hiç bos kalmiyoruz çünkü. İnsülin bu sekeri alacak ve yaga dönüstürecek. Dolayisiyla sizin yediginiz seker vücudun degisik bölgelerinde yaglanmalara sebep olacak.

İnsülin salgilandigi için bir de tokluk hormonu salgilanir.

Hiç olmazsa sekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattigi için daha fazla seker yemenizin de önüne geçmis olur.  

Sekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az oranda insülin salgilatir.

Dolayisiyla sinirsizca yiyebiliriz.

Fruktoz günde 15 gram kadar vücudumuzda metabolize edilebiliyor.

Degisik kimyasal süreçlerin içine katilabiliyor.

Bu da 30 gram sekerdir.

Günde bundan fazla yenirse karacigerde trigliserite dönüsür.

Trigliserit kan yagidir.

Bu hem karaciger yaglanmasina, hem damar sertligine, hem de vücudumuzun yaglanmasina yol açar. Bugün Amerika'da alkole bagli sirozdan daha çok, karaciger yaglanmasina dayali sirozdan karaciger nakli gereksinimi duyuluyor.

 

 "MEYVE YİYORSAN, SEKER YEME" 

 

SORU- Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek. 

CEVAP- Bir kutu mesrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram seker vardir.

İnsanoglunun 200 gram meyve disinda hiç seker yememesi gerekir.

Diyelim ki çok aserdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin.

Bir matematik yapmak zorundayiz.

Elbette, meyveden elde etmis oldugumuz bir takim vitamin ve antioksidanlari da feda etmis oluyoruz.  

 

SORU- Meyvelerin seker oranlari farkli degil mi?  CEVAP- İncir ve muz en çok seker içerenler. Ama onun disindaki meyveler asagi yukari ayni.   SORU- Okuyucularimiz söylesimizden sonra bir reçete çikartabilirler mi?

Bunu yemeyecegim, sunu yemeliyim diyebilir mi? Bu sistemin içindeyken, nasil basaracaklar bunu? 

 

"HAYVANLARA YAPTIGIMIZ" 

 

CEVAP- Ben kendim yapmadigim seyleri topluma anlatamam.

Ben böyle ve de çok keyifli yasiyorum.

Sunulanlar içinde saglikli beslenmeyi bir sekilde yapmak mümkün. 

 

SORU- Aslinda hayvanlar yapabildiklerine göre. CEVAP- Hayvanlar yapamiyor bu isi,

Çünkü; hayvanlari biz besliyoruz.

Tikiyoruz ahirlara "sunu yiyeceksin" diye hayvanlara hayvanlik yapiyoruz. 

 

SORU- Oysa tavuklar bütün gün eselenir durur, ihtiyaci olani seçer yerdi.

Filler örnegin hastalandigi zaman belli agacin yapraklarini gider yermis ilaç niyetine. 

 

CEVAP- Evet bu tüm hayvan aleminde var. Kaliforniya Valisi bütün o rambo görüntüsüyle Amerika'da en akli basinda valilerden biri oldu.

İki büyük atilimi oldu.

 

Bir tanesi; okullarda mesrubat satisini yasakladi.

 

İki; patates cipsinin üzerinde, "öldürücüdür" yazisi konuyor. 

 

AMERİKA'NIN MISIRINI TÜKETECEGİZ DİYE’ 

SORU- Cips deyince öteki düsmana mi geçiyoruz?

CEVAP- Yok, bir konu daha var. Son yillarda yeni akim misirdan seker elde etmek. 1920'li yillarda Amerikan baskani "benim köylüm misirdan kalkinacak" fetvasinda bulundu.

Gerçekten de çok büyük tesvikler verildi.

Göz alabildigince misir ekildi.

Dünya misir ekiminin yüzde 40'i Amerika'dadir.

Bunu sadece hayvan yemi yaparak ya da baska yollarda tüketemeyince degerlendirme yollari arandi. Japonlar misirdan seker elde etmeyi kesfetti. Amerika hemen baliklama atladi bu yöntemin üzerine.

Artik seker endüstriyel.

Sivi oldugu için paketlenip satilamaz.

Ama her türlü dondurma, mesrubat, serbette kullaniliyor.

Bakiyorsunuz simdi baklavaci artik serbetini kendisi yapip dökmüyor.

Kartal'dan fabrikadan hazir fruktoz serbeti geliyor. 

 

KOLESTEROL DÜSMANLIGI  

 

SORU- Ama bunun daha saglikli oldugu yazilip çiziliyor. 

CEVAP- Maalesef.

Simdi bilgi çagindayiz ya!

Bence bilgiye ulasmanin en zor oldugu çagdayiz. Çünkü, ekonomik kazanç kaygisi her türlü bilginin üzerine binmis durumda.

O kadar büyük bir rant var ki, gerçege ulasmanin en zor oldugu dönemi yasiyoruz. 

Biraz önce dedigimiz gibi 15 gramdan fazla fruktoz yaga dönüsüyor ve bizi hasta ediyor.

Nasil demir paslaninca eskir, bu paslanmanin bilimsel adi oksitlenmedir.

Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve yaslanir. Birtakim gidalarla oksitleyici, bir de bunu engelleyici maddeler aliriz.

Örnegin, üzüm çekirdegi.

Gerçekten bu sistem bizim organizmamizin yaslanmasini belirleyen, hastalanmasini, kanser gelisimini belirleyen ana faktör.

Bakin bir kolesterol furyasi aldi gidiyor.

Kolesterol anne sütünde, yeni bir hayatin dogmasi için ana nesne olan yumurtada bolca var. Demek ki insan hayatinin gelisme döneminde inanilmaz gereksinim var. Bakiyorsunuz kolesterol düsmanligi sarmis ortaligi. 

 

"KOLESTEROL MASUM, BİZ SUÇLUYUZ"  

 

SORU- Kolesterolün ölçüsü de zaman zaman degisiyor.

Bunun modasi olur mu?

 

CEVAP- Bakiyorsunuz LDL 130'a kadar normalde. Üç sene sonra 100, simdi de 60 olsun diyorlar.

Yakinda sifira indirecekler.

Aslinda, kolesterol masum.

Bizler suçluyuz.

Fruktozu yani tatli sekeri yiyerek olusturdugumuz trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep oluyor.

Yagsiz kuzu sis yediginizi varsayalim, yaninda da meyve suyu içiyorsunuz.

Sadece kuzu sisi yeseniz bir zarari yok, ama kirmizi etten aldiginiz kolesterolü, mesrubattan aldiginiz seker trigliserite dönerek oksitlediginiz için damar sertligi olusuyor.

Biz insanlara "kardesim kolesterol zararli degil. Ama oksitlenmesine izin verme" diyecegimize, ilaç firmalari kolesterolü düsürecek ilaç kesfediyor. Biz masum olani indiriyoruz.

Eger oksitleyici maddeleri düsüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalim.

Ama esas insan mantigi ne diyor?

Oksitleyen maddeleri azalt. 

Yine oksitleyici bir madde, damar sertligi yapan doymus yag asidi.

Bu madde yapay beslenen hayvanlarin sütünde var, depo yaglarinda var.

Ama bizim inegimiz merada otlasa, dogru beslense doymus yag asidi sütte ve hayvansal yagda sifir olacak.

Dolayisiyla kolesterol oksitlenmemis olacak. 

 

ANTEP YUVALAMASININ FAYDALARI

 

SORU- Peki bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, süt yapacak da kaç kisiyi besleyecek?

Fiyati yükseltmez mi tüm bunlar?

CEVAP- Çok güzel bir noktaya degindiniz. Yillardir hep böyle aldatiliyoruz. "Dünya nüfusu aç. Dünyayi besleyebilmemiz için yapay gübreye, yapay yeme ihtiyacimiz var.

" Hayvansal proteini, tek kaynak olarak görürseniz haklisiniz.

Ama insan ekmek yerken bile protein almis oluyor. Hububat, baklagillerde bile protein var.

Simdi doktorlar bunu okur okumaz itiraz ederler. Derler ki "Esansiyel amino asitler vardir".

Yani hayvansal gidada var olan, vücudun üretemedigi mutlaka disardan alinmasi gereken bazi protein yapi taslari, amino asitler vardir.

Örnegin; mercimekli bulgur pilavi yaptiginizda bulgurda eksik olani mercimekten, mercimekte eksik olani bulgurdan aliyorsunuz.

Anakiz diye bir yemek varmis, ben de yeni gördüm, bulgurdan yapilan küçük köftecikler nohutla birlikte pisiriliyor. 

 

SORU- Antep yöresinin yuvalamasi gibi.. CEVAP- Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini tamamliyorlar.

Tam ete esdeger protein almis oluyorsunuz.

Makro nutrientler yag, protein ve karbonhidrattir. Mikro nutrientler ise vitaminler, mineraller, enzimlerdir.

Bizim süte kalsiyum açisindan ihtiyacimiz var.

Eger merada otlayan bir hayvanin sütüyse içinde bulunan omega-3'e ihtiyacimiz var.

Türkiye'de biliyorsunuz gençlerde inanilmaz bir demir eksikligi var.

Kirmizi et dogadaki en önemli demir kaynagidir. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynagidir, protein kaynagi degildir.

Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden aliyorum zaten.

Ama yapay yem üreticileri "biz dünyayi nasil doyuracagiz" yalaniyla kandirarak hayvanciligi katlettiler. Hayvanlari meralardan ahirlara çektiler ve bugün her ahir hayvani seker hastasi.

Çünkü neyle besleniyor, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve misirla besleniyor. Hizla kan sekerini yükselten, hayvanin yaglanmasina yol açan ve hayvanin seker hastasi olmasina yol açan bir beslenme sekli. 

 

İNEK NE YEMELİ 

 

Dogal beslenen inegin sütünde omega-3 vardir, yapay beslenende hiç yoktur.

Dogal beslenen inegin sütünde damar sertligi yapici doymus yag asidi yoktur, yapayda vardir.

Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar.

Dogal beslenen inegin sütünde dünyanin bugüne kadar bildigi en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardir.

Bu maddeyi tüketen kadinlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir.

Yapay beslenen inegin sütünde bu hiç yoktur.

Yine merada beslenen inegin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardir.

Bu gençlik asisidir, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini saglayan maddedir.

Duymussunuzdur kirsal alanda 100 yasini asmis bazi insanlarda ikinci kalici disler düser ve onun yerine üçüncü disler çikar.

İste bu dogal sütün eseridir.

Dogal sütün maliyetinin çok pahali oldugu söylenir ama batida ekolojik hayvanciligin sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasindaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor. 

Ne Türkiye yasalarinda ekolojik hayvancilikla barisigim, ne de AB'dekiyle.

Ekolojik hayvancilik denince akla "ekolojik tarim sonucu elde edilmis ürünlerle hayvanin beslenmesi" geliyor.

Affedersiniz ama 2000 yil önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancari. İnegin normal beslenmesinde pancarin, misirin ve patatesin yeri var mi? Yok. 

 

SORU- Demek Amerika'dakilerin varmis. CEVAP- Orada da yok.

İster ekolojik tarimla, ister normal tarimla elde edilmis olsun hayvana pancar verilmesi yanlis.

Zaten hayvanin sütünün kötü olmasinin sebebi hayvanin, karbonhidrati zengin, onu yaglandiran tarzda, misirla beslenmis olmasi.

O yüzden ekolojik hayvancilik dedigimizde yasalarimizin buna göre organize olmasi gerekiyor. Tanimlamamiz gereken, türe özgü beslenme.

Bir inek nasil beslenir dogada?

Öyle beslersek inegin saglikli olmasini saglariz. Dolayisiyla verdigi ürünün de insanlara saglikli olmasini saglariz.

Bütün dogada kendiliginden yetisen yesillikler omega-3 agirlikli yag içerir.

İnsanlarin eliyle ekilenler omega-6 içerir.

 

HAMSİYİ HANGİ YAGDA KIZARTACAGIZ

 

SORU- Ne fark var arasinda? 

CEVAP-. İnsan vücudunun her hücresinde

hücre zari vardir.

Bu hücre zari lipo protein katmanla sarili.

Yani bir yag bir de protein.

Bu hücre zarindaki yag ana madde olarak omega-3'tür.

Tek tük omega-6 da içerir.

Biz yesillikten uzaklastikça ve hayvanimizi da yesillikten uzaklastirdikça

elimizde tek bir omega-3 kaynagi kaldi.

O da dogal deniz baligi; kültür baligi degil.

Halbuki insanin her gün 1 gram omega-3 almasi gerekiyor.

Omega-6 yag asitleri ile omega-3 yag asitleri vücudumuzda ayni enzimlerle metabolize edilir.

Biz ayçiçegi yagi, soya yagi gibi yaglarla beslenip çok omega-6 aldigimiz için artik omega-3'e enzim kalmiyor.

Diyelim ki hamsiyi ayçiçegi yaginda kizarttik,

o hamsiden artik bize fayda gelmiyor. 

Bütün yaglar, yag asitlerinin karisimidir.

Onlar da 3'e ayrilir.

Doymus yag asitleri,

tekli doymamis yag asitleri,

çoklu doymamis yag asitleri.

 

Çoklu doymamis yag asitleri ikiye bölünür,

onlar da omega-3 ve omega-6'dir.

 

Bundan 40-45 yil öncesi omega-6 kolesterolü düsürüyor diye tüm topluma söyledik.

Ayçiçegi ve misirözü yaglarini tükettirdik.

Fakat sonra anladik ki bu yaglar iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü düsürdügü oranda düsürüyor.

 

Bizim kolesterol açisindan saglikli olmamizdaki unsur iyi ve kötü arasindaki dengedir.

İkisini birden düsürürse denge bozulmamis oldugundan herhangi bir iyilik elde etmis olmuyoruz. 

 

DEPRESYONUN ÇARESİ  SORU-

İkisi arasinda denge mi, fark mi önemli?

CEVAP- Oran önemli. Omega-6'yi o kadar fazla aliyoruz ki, almis oldugumuz azicik omega-3'ü de degerlendirmeden vücuttan hemen atiyoruz.

Omega-3 olmayinca hücre duvarina veremiyorsunuz. Hücre duvari da omega-3'ten olusuyor.

Vücut da asil malzemeyi bulamadigi zaman

gecekondu yapar gibi ne bulursa onla hücreyi onariyor.

Omega-3 yerine, omega-6 yag asidi olan arasidonik asidi kullaniyor.

Ama bu asit bütün stres komalarinin hammaddesi. Gecekondunuzu el bombasiyla örmüs oldunuz. Disardan biri tas atsa havaya uçacak. 

 

SORU- Ama o zaman da ben size stres ilaçlari satacagim. 

CEVAP- Tabii. Omega-3'ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artiyor.

Beynimizdeki toplam yag asidinin yarisi omega-3 olmak zorunda.

Ama biz vücudumuza bunu sunamiyoruz.

 

ÇAY VE ZEKA

 

SORU- Beslenmeyle dogrudan iliskili öyle mi? CEVAP- Ayni sey mesela demir için de geçerli. Zamaninda Türkiye'nin yarisi aptaldir lafi çok tepki yaratti.

Bunu bu sekilde ifade etmek hos olmadi, ama Türkiye'nin yarisinda demir eksikligi, kansizligi var. Demir eksikligi zihinsel eksiklik yaratir.

Sonuçta demir üstünden düsünürsek Aziz Nesin hakliydi. 

Türkiye'de çay tüketiminin de buna katkisi var. Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor.

Ama diger taraftan çay iyi bir anti oksidan.

 

SORU- Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Dogru mu?

CEVAP- Sekerle içmediginiz takdirde hiçbir zarari yok. Yemekten hemen sonra çay içilebilir.  SORU- Demirin emilimini engelledigi için iki saat sonra içmek gerektigi söyleniyor.

 

"ÇAYI SEKERSİZ İÇİN!"

CEVAP- Üç saat. Ben tekrar omega-3'e dönmek istiyorum. Çünkü hayati bir olay. Omega-3'ün eksikligi insanlari seker hastaligina itiyor. Damarlarin sertlesmesine yol açiyor.

Pihtilasabilirlik oranin artmasina, dolayisiyla kalp damarinin veya beyin damarinin pihtiyla tikanip "inme" veya "enfarktüs" olmasina yol açiyor.

Bir yandan omega-3 kaynaklarimiz çok azaldi. Toplum olarak zaten baligi çok az tüketiyoruz. Omega-6'yi çok tükettigimiz için omega-3'ün yolunu kesiyoruz.

Artik kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçegi ve soya yagi kansere sebep olabiliyor.

Akciger kanseri, meme kanseri, kalin bagirsak kanseri, seker hastaliginin olusumunu kolaylastiriyor. 

 

SORU- Ayçiçegi de bir bitki. Neden zararli? Kimyasal yapisindan dolayi mi, üretim hatasindan mi?

CEVAP- Kimyasal yapisindan.

Kültür bitkisidir.

Omega-6 yag asidi içerdigi için.

Mesela zeytinyagi omega-9 yagidir.

Tekli doymamis yagdir ve omega-3 ün emilimine hiçbir zarari yoktur.

Ayrica ayçiçegi yaginin bir olumsuzlugu daha var. Pisirme esnasinda maruz kaldigi isidan sonra birtakim yapay yag asitlerine dönüsüyor.

Biz bunlara trans yag asitleri diyoruz.

Bu yag asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek damar sertligi yapiyor.

Diger taraftan trans yag asidi beyindeki sinir kiliflarina girerek beyindeki iletiyi bozuyor ve parkinson, alzheimer gibi hastaliklara sebep oluyor.

 

"ANNEMİN YEMEKLERİ BASKAYDI"

 

SORU- Acaba "tadi güzel" dediklerimiz bize disardan dayatilan bir kavram mi?

Güzel nedir?

CEVAP- Esinizle ilk evlendiginizde yemek yaptiginiz zaman size itiraz etmedi mi, "benim annem böyle yapiyor" diye? 

SORU- Ben güzel yemek yaparim. 

CEVAP- Ona ragmen itiraz etti.

İnsan çocuklugundan alistigi damak tadini ariyor. Belki dünyanin en kötü asçisi annesi, ama insan neye alistiysa onu ariyor.

SORU- Eski çaglardan bu yana insana dair güzel-çirkin kavrami bile ne kadar çok degismis.

Biz ona böyle bir deger yükledigimiz için güzel oluyor.

Toplumda da dayatilan degerler var.

Kola ya da hamburger için "bak bu güzeldir" deniyor çocuklara. 

CEVAP- Ben o yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih ediyorum.

Çünkü; onlar yakin zamanda anne baba adaylaridir. 

 

SPOTLAR(ÖNEMLİ BİLGİLER) 

 

"Bir kutu mesrubatta 35 gram;

200 gram meyvede 30 gram seker vardir. İnsanoglunun 200 gram meyve disinda hiç seker yememesi gerekir.

Diyelim ki çok aserdiniz, 2 parça çikolata yediniz,

o gün meyve yemeyin.

Bir matematik yapmak zorundayiz.

Elbette, meyveden elde etmis oldugumuz birtakim vitamin ve antioksidanlari da feda etmis oluyoruz." 

 

"Türkiye'de gençlerde inanilmaz bir demir eksikligi var.

Kirmizi et dogadaki en önemli demir kaynagidir. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynagidir, protein kaynagi degildir.

Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden aliyorum zaten." 

"Yapay yem üreticileri 'biz dünyayi nasil doyuracagiz' yalaniyla, hayvanlari meralardan ahirlara çektiler ve bugün her ahir hayvani seker hastasi.

Çünkü, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve misirla besleniyor. 

Dogal beslenen inegin sütünde omega-3 vardir, yapay beslenende hiç yoktur.

Dogal beslenen inegin sütünde damar sertligi yapici donmus yag asidi yoktur, yapayda vardir.

Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün asitlenmesine yol açar.   

Dogal beslenen inegin sütünde dünyanin bugüne kadar bildigi en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardir.

Bu maddeyi tüketen kadinlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir.

Yapay beslenen inegin sütünde bu hiç yoktur.   Duymussunuzdur kirsal alanda 100 yasini asmis bazi insanlarda ikinci kalici disler düser ve onun yerine üçüncü disler çikar. İste bu dogal sütün eseridir. Dogal sütün maliyetinin çok pahali oldugu söylenir ama aradaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor. 

Elimizde tek bir omega-3 kaynagi kaldi.

O da dogal deniz baligi; kültür baligi degil.

Halbuki insan her gün 1gram omega-3 almasi gerekiyor.

Diyelim ki hamsiyi ayçiçek yaginda kizarttik, o hamsiden artik bize fayda gelmiyor. 

Zeytinyagi omega-9 yagidir.

Tekli doymamis yagdir ve omega-3 ün emilimine hiçbir zarari yoktur.

Ayrica ayçiçegi yaginin bir olumsuzlugu daha var. Pisirme esnasinda maruz kaldigi isidan sonra birtakim yapay yag asitlerine dönüsüyor.

 

PROF. DR. KENAN CEVAP