27 Ocak 2008 Pazar

İş Arayanları İş Bulanlara Çevirme Kılavuzu - 2

Bildiğimizi zannetmemiz, öğrenmenin önündeki en büyük engeldir. Dr. C. Bernard

Geçen hafta Pablo Ruiz Picasso’nun “Ben aramam, bulurum” sözünden yola çıkarak; acaba ne aradığımızı biliyor muyuz, diye sormuştuk.

Aramak ya da bulmak… Sadece aramak kastıyla aramak. Ya da bulmak kastı ile aramak… Bu ikisinin bile arasında o kadar büyük farlılıklar var ki… Şartlar ne olursa olsun, bulma azmindeki kişilerin, her türlü kısıt ve engel arasında bile gönlüne göre bir şeyler bulabildiğini anlatmıştık.

İşsizlik bugünün Türkiye’sinin en büyük sorunu olarak görünüyor. Ama şunu da çok iyi biliyorum ki, işsizlik diye bir şey yok. Bütün samimiyetimle, bütün inancımla, bütün içtenliğimle söylüyorum bunu. Gerçekten yok.

Kendi çalıştığım veya dışarıdan tanıdığım tüm iş yerlerinde eleman sıkıntısı var. Patronlar gönüllerine göre eleman, elemanlar da gönüllerine göre bir patron bulamıyorlar.

Bulamadıkları için de, patronlar sık sık işten atma, işten çıkartma butonunu kullanıyorlar o elemandan istedikleri verimi alamadıklarında… Elemanlar da “Hadi gel, başka bir iş yerine gidelim. Bu sefer de şansımızı orada deneyelim…” butonuna yükleniyorlar, bir problem yaşar yaşamaz. En küçük bir sorun karşısında bile…

Hal böyle olunca, ortaya 3.5 milyonu aşkın işsiz çıkıyor. Bir O.D.T.Ü.’lü olarak bunu yazmaktan utanıyorum, ama her iki O.D.T.Ü.’lüden birisinin işsiz olduğu raporunu yayınladı, Lütfi Kırdar’daki son İK Zirvesinde uzmanlar.

“Turn over” dediğimiz işten çıkma ve yerine yeni elamanların yerleşme oranını gösteren ibre yüzde 70’leri düşmüyor, maşallah!

Çalışan memnuniyetini araştıran “2007 İK Raporu”na göre elemanların yüzde 86’sı çalıştığı işi, iş yerini, patronunu sevmiyor. Ve işini sevmeyenlerin beli daha çok ağrıyor.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Güler, ” İşinden memnun olmama, takdir edilmeme bel ağrısında risk faktörüdür” diyor.

ABD’deki işini sevmeyenlerin çektiği bel ağrısı ve bunun fizik tedavi veya ameliyatla sonuçlanan iş gücü kaybı değerinin 50 milyar doları aştığı tahmin ediliyor.


Çalıştığı iş yerinden memnun olmayan, işini sevmeyen, çalışma arkadaşlarıyla iyi geçinemeyen bir iş dünyası yaratmışız.

Kişi iş yerinden memnun olmadığı için, işe gitmek bir ölüm gibi geliyor. Yollarda gördüğümüz üzgün, küskün, yorgun, kırgın, bitkin tipler bunlar işte… Sabah yataktan kalması bile dert olan, çalışma azmini kaybetmiş kişiler.

Kişi işini sevmediği için, yaptığı işten gurur duyamıyor. Varlık sebebini gerçekleştiremiyor. İnsan psikolojisini harap eden bir durum, işe yaramadığını düşünmek. Bu düşüncede olan insanların yaşam arzuları kayboluyor. Kendilerini beğenemiyor, yaptığı işi önemseyemiyorlar. Çürük işlerin, kofti mesailerin, başarıyla sonuçlanmayan çalışmaların sebebi haline dönüyor bu memnuniyetsizlik.

Kişi çalışma arkadaşlarıyla iyi geçinmediği için de, iş yerinde türlü entrikalar baş gösteriyor. Kelle kopartmalar, alengirli işler, kumpaslar, ayak kaydırmalar alıp başını gidiyor.

Merhum Sabancı ölmeden bir ay önceki görüşmemizde, işe alımlardaki prensiplerini sorduğumda; “Biz kurumlarımızda iyi huylu insanlar arıyoruz” demişti.

Geçimi iyi olan. Güzel ve iyi huylu insanlar.

Yapı Kredi Koç Bank birleşmesinde, üniversitelerin bankacılık – işletme – iktisat ve ekonomi bölümlerinden mezun onlarca diplomalı kişinin yerine, çaycı, müstahdem, ahçı, güvenlik görevlisi ve şoförün işe alınması da bu yüzden sanırım.

İş ararların zihinlerine kazımaları gereken ilk prensip, iyi bir iletişimci olmaları gerekliliğidir.

İyi bir müzakereci. İyi bir çatışma yöneticisi. İyi bir uzlaşmacı.


Ama maalesef gördüğüm bunun tam tersi. En küçük kıvılcımda bırakın problemi çözmeyi, bir araya gelmeyi bile reddeden, onun yüzünü göreceğime… diyerek çekip giden insanlar yığını haline gelmiş, çalışma hayatı.

Bir insan hangi durumda iş yerini hemen terk eder?

Yüzde 99, işini sevmediği için, değil mi?

İşini sevmeyen insanlar, ben buna niye katlanmalıyım diye sorar kendi kendine. Zihninde iş yerinde yaşadığı probleme katlanmayı gerektirecek bir anlam bulamayınca da… Ver elini başka şirket.

Peki, çalıştığımız iş yerlerini sevmenin bir yolu yok mu acaba?

Var, var! Olmaz mı?

Bütün danışanlarıma, bana e-mail yazıp soru soran okurlarıma, tüm seminer katılımcılarımıza söylediğim ortak söz; “insan sevdiği işi yapacakmış, meğer.”

Onlar da hemen sorarlar;
“Peki hocam, sevdiğimiz işi nasıl bulacağız?”

Ya da bu işin sevdiğimiz iş olup olmadığını nasıl anlayacağız?

İşi sevmek, eşi sevmek gibi bir şeydir. Bu bir enerjidir. Elektriktir. Bir histir. Anlarsınız.

Ama size genel olarak çalıştığınız işi sevip sevmediğinizi anlayabilmek için birkaç basit kural vereyim;

1.Çalıştığınız işle ilgili
yılda en az bir buluş yapamıyorsanız, o işi bırakın. Çünkü rutine dönmüş demektir çalışmalarınız. Bir yenilik katamıyorsunuz demektir. Yeni bir şey bulamıyorsunuz demektir. Bırakın. Yerinize taze kanlar gelsin.

2.Çalıştığınız işle ilgili
ayda en az 4 rüya göremiyorsanız, o işi bırakın. (Karabasan ve kabuslar rüya sayılmaz) Bütün gönlünüzle bir yabancı dili öğrenmeye başladığınızda ne oluyor? Rüyalar İngilizce, Almanca, Arapça olmaya başlıyor değil mi? Aynen öyle. İşinizi seviyorsanız, bilinçaltınız işinizle uğraşır. Beden uyur ama bilinçaltı, rüyalarla sizi işinizle ilgili çözümlere ulaştırır.

3.
Günde 16 saatinizi işinize ayırmıyorsanız, işinizi bırakın. (Bu kural kariyerinin ilk 10 yılındakiler için geçerlidir) “Günde 16 saat çalışmak x 10 yıl = O işte ilk yüze girmek” formülü, sizi gerçek başarıya ulaştırır. Ama o işi sevmiyorsanız, niye günde 16 saatinizi veresiniz ki? Üstelik 16 saat yerine 8 saat çalışırsanız, ilk 200’e, 4 saat çalışırsanız da ilk 400’e girersiniz. (Buradaki çalışmak mesai öldürmek anlamında değildir. Gerçekten bütün varlığını ortaya koyarak bir çalışmayı kastediyorum.)

4.Çalıştığınız iş dışında
ek işler yapıyorsanız, o işi bırakın. Varlık sebebiniz olan iş, tek ve asıl ve asil işinizdir. İş eş gibidir. Üstüne kuma, metres, sevgili, dost kabul etmez. İş, sizinle arasında psikolojik bir bağ kurar. Kıskanır. Kendini size açmaz. Sırlarını göstermez. Sadece ve sadece ona odaklanmanızı, ona konsantre olmanızı, onun için çalışmanızı bekler. Eğer bunu yaparsanız, bunların karşılığında size başarı denilen o müthiş mükafatı verir. Ama mesaiden, odaklanmadan ve sevgiden çalarsanız, o da sizin başarınızdan çalar. İş canlı bir organizmadır. Ona göre davranmanızı bekler.

Ve ister şu anda çalıştığınız iş olsun, isterse yeniden aradığınız bir iş.

Bir iş, sizi başarıya götürmek için ilk önce onu sevmenizi bekler. İş sevginizle beslenir. Sevginizle yaşar.

İş ararken, herhangi bir iş değil, sevdiğiniz işi arayın canlarım.

Eş ararken nasıl bir eş arıyorsunuz?

Yolda ilk gördüğünüz kıza evlilik teklif ediyor musunuz? Ya da ilk karşınıza çıkan kişi ile evleneceğim diye bir kumar oynuyor musunuz?

Bunu yapmayan bir insan olarak, nasıl olur da beni ilk kabul edecek iş yerine girerim diyebiliyorsunuz.

Aradıklarınız, hep sevdikleriniz içindense sorun yok.

Ya da ne aradığınızı kesinlikle biliyorsanız…

Ama iş öylesine rastgele diye aranacak bir şey değil.

Öylesine ararsanız, öylesine bir iş bulursunuz. Ve öylesine bir yaşam sürersiniz. Sakın ama sakın ha! Öylesine yaşamayın olur mu?

Değsin yaşadığınıza.

Hayatınızın karşılığı olan bir iş sevin. Hayatınıza değecek bir iş bulun canlarım.

Yazar Hakkında :

Düşünce Koçu
munir@munirarikan.com

 

 

23 Ocak 2008 Çarşamba

Hayatı, onu bunu bellemek....

Yooo, küfür etmiyorum. Yanlış anladınız. Sizin içiniz fesatsa benim kelimelerimin ne günahı var?  

Birinci anlamıyla kullanıyorum 'bellemek' kelimesini: Ezberlemek, öğrenmek, kafaya kazımak anlamıyla yani.  

"Anasını ne karıştırıyorsun o zaman?" derseniz: “Reyting kaygısı anacığım, reyting kaygısı" der, savuştururum sizi başımdan. 

İnsanoğlu ezberi sever. Kolay olanı sever. Hazıra konmayı sever. Yormayacaksın hiç Ademoğlunu. Sen de yorulmayacaksın. Vereceksin eline bir liste: "Sen bunları, bunları ezberle bakayım. İlerde lazım olur, sınavda mınavda çıkar" diyeceksin, gerisine karışmayacaksın.  

O hiç kafa yormayacak. Okuyacak, dinleyecek, ezberleyecek. Her durumda aynı ezberi tekrarlayacak. Arada bir eline verilen listedekinden farklı bir şeyle karşılaşınca afallayacak. Sonra kısa bir şaşkınlığın ardından, başına gelen marjinal durumu listedekilerden biriyle benzeştirecek: "Bu, en çok şuna benziyor. O halde oymuş gibi davranayım" diyecek.  

Hayat böyle akıp gidecek; bir fizik formülüymüş gibi: x = V . t (yol = hız x zaman) formülüne uyarlayın, olmadı E = m . c2 (Meraklısı için: E: parçacığın enerjisi, m: kütlesi ve c: evrensel sabit olan ışık hızıdır) formülünde yerine koyun verileri. Bu da tutmazsa, gidin ÖSS’ye hazırlık kurslarına yazılın artık. Benden bu kadar! (kızımdan kopya cektim bu formulu) 

Bellemek kelimesinin başka anlamları da vardır oysa. Alıştırma, antrenman, idman, jimnastik, talim gibi…  

Varsın olsun başka anlamları. Biz ilk anlamıyla yaşayalım. Yorulmayalım. Antrenman yapmayalım. Terlemeyelim hiç. Kafa yormayalım. Nasılsa birileri önceden formülleri oluşturmuş. Formülleri ezberleyelim. Bilinmeyenleri formüldeki yerlerine koyalım. Toplayıp - çıkarıp, çarpıp - bölüp sonuca ulaşalım. Oh ne ala! "Lüküs hayat, lüküs hayat, yan gel de yat, keyfine bak" misali.  

Yaşam öncesi prova şansımız yok. Antrenmanı yok bu işin. Bir kere sahaya çıkarsınız, ya galip ya da mağlup gelirsiniz. Önceden oluşturulmuş formülleri ezberleyerek sahaya çıkıp maçı götürmeye niyetliyseniz, galip bile gelseniz zevksiz bir müsabaka olur. Ama antrenmandaymış gibi oynar, kadroya girmek için var gücünüzle efor sarf eder, özgün stilinizi ortaya koyarsanız, maçtan siz de zevk alırsınız, seyirciler de zevk alır. 

Benim ezberim kuvvetli değildir. 

“Yazar dediğin topluma örnek olmak zorundadır. İdeal insan olmalıdır. Hebidi hübüdü..."  

Yanlış efendim! Yok böyle bir şey! Yazan adam zaten ezberlenmiş şeylerle problemi olan adamdır. Düşünen, sorgulayan, kuşku duyan, genel kanılarla uzlaşmayan, sorunlu, dengesiz adamdır. Yoksa yazamaz ki. Herkesle aynı şeyi düşünüyorsa yazdıkları okunmaz ki!  

Yok. Olmaz. Elimize verilen listede öyle bir madde vardır. Hiç sorgulanmamış bir ezber maddesi: “Yazar dediğin höttörö höttörö olmalıdır...”  

Sanırsınız, yazar dediğin dünyaya indirilmiş bir elçidir. Seçilmiştir. İnsan değildir. Yaşama amacı ‘ne olacak bu memleketin hali’ sualini sorgulamak, yazmak ve mümkünse cevabını bulmaktır bu sualin. Hiçbirini yapamıyorsa, başka da bir şey yapmamalıdır zaten yazar. Öldürmelidir kendini. Ölmelidir. O kadar net yani.  

Yok kardeşim ben topluma örnek felan değilim. O aradığınız, örnek diye belleyeceğiniz 'ideal insan' ben değilim. Tam da, bunun aksinin derdindeyim hatta.  

"Nasıl serseri olunur, ideal insan standardından nasıl sapılır, örnek insan kasıntısından nasıl kurtulunur, zaaflarınızla nasıl barışılır, şeytana nasıl prim verilir" felan yani. Benim davam budur. Aman ha, bir yanlış anlaşılma olmasın. Bilginize!  

Son tahlilde, hayatın anasını bellemek benim işim değil. Ben antrenmandayım hala. Siz buyurun, belleyedurun!

Alıntı ….

20 Ocak 2008 Pazar

Haftaya gülerek başlayın

Üniversite yemekhanesine giren bir öğrenci tüm yerler dolu olduğundan gidip üniversite profesörünün oturduğu masaya oturmuş. Profesör kaşlarını çatarak: ' Öküzler ve kuşlar aynı masada oturamaz ! ' Öğrenci: ' O zaman ben uçtum...' Profesör cevaba cok sinirlenmiş, sınavda öğrenciye takmış ve sınavı başarısız geçmesi için elinden geleni yapmış. Yanlız sınavda öğrenci tüm soruları mükemmel bir şekilde cevaplamış. Profesör öğrenciye: “ Sana son bir soru soracağım “ demiş; “ Yolda yürürken iki çuval bulduğunu hayal et, birinde akıl var, diğerinde ise para var. Hangi çuvalı alırsın? Öğrenci: ' Para olan çuvalı seçerdim...' Profesör: ' Ben akıl olan çuvalı seçerdim...' Öğrenci: ' Normal ! Kimde ne eksikse onu seçer...” Profesör çok sinirlenmiş, öğrencinin sınav kağıdında not yerine ' Öküz ' yazmış. Öğrenci nota bakmadan odadan çıkmış. Bir dakika sonra öğrenci kapıyı aralamış : ' Sayın profesör, imzanızı atmışsınız, fakat notumu yazmayı unutmuşsunuz.' Demiş.

Karikatür

 

11 Ocak 2008 Cuma

OTOBÜS ŞÖFÖRÜ SERKAN

   Serkan ölünce cennetin kapısında kuyruğa girer.
Hemen önünde bekleyen adam pederdir. Kapıda bir melek
beklemektedir.
Melek pedere sorar: 
)))Hiç günahın var mı peder ? 
Aziz melek ben rahiptim. Tüm hayatım boyunca hep tanrıma dua ettim.
Karıma ve çocuklarıma sadik kaldım.
İnsanlara ve hayvanlara hep yardim ettim 
.. Melek :
 Çok iyi, bunları biliyorduk zaten.


Al sana cennetin gümüş anahtarı der.
Ve sonra Serkan'a
döner. 
))) Senin hiç günahın var mı?
 ; Serkan

Ben de her zaman hayvanlara ve insanlara iyilik yapardım.Tanrıya dua etmedim et medim açıkçası, inancım da zayıftı ve bir günahım vardı..
Çok sert ve hızlı otobüs kullanırdım
 .. Melek Serkan'a döner ve
bunu da biliyoruz..
 )))Çok iyi al sana cennetin altın anahtarı..
  Peder bu olaya çok sinirlenir:
 Ben hayatımı tanrıya adadım siz de gidip 
Bu adamı cennette benden üstün tutuyorsunuz,
haksızlık değil mi ?!!
 

Melek gülerek:
 ..))) Oğlum sen vaaz verirken
herkes uyuyordu ama
Serkan otobüs kullanırken herkes dua ediyordu. 

Trabzonlu Temel Ağa'nın...

Trabzonlu Temel Ağa'nın sevgili torunu Eda'ya verilen ödev ile başı derttedir... Eskisehir'e göç eden arkadaşı Niyazi'ye başına gelenleri yazar:

       " Niyazicugum. Hani benim küçük torun var ya. Geçen akşam, geturdi ödevini önüme koydi. Bi yandan da aglay. Zaten dertlerini hep baga açar.

Dedi ki;

      -"Habunlari anliyamadum. O yüzden da yapamadum. Yarin ögretmen beni dövecek."

       Dedum ki; "Aglama usagum, bunun içun ögretmen adam dövmez. Simdi oni çözeruk."  Ne mümkün Niyazi kardasum: Bi tirenlan, bi otobos ayni istasyondan kalkmislar. Tiren otobostan üçte bir daha hizli gidiy. Otobos iki yerde onbeser dakka istirahat vermis. Tiren da bi yerde durmis, 20 dakka su almis. Otobos saatte 60 kilometro gidiymis. Tiren 5 saat sonra gidecegi yere varmis. Otobos ise ne vakit sonra oraya varacakmis. Ograstum yapamadum. Usak aglay. Derken bubasi geldi. O da çözemedi. Diyrum oga ki, " damat, senun tanidugun tahsilli bi otobos sofori var ise oga soralim, belki o bilebilur. Yahutta sabah olsun ben usagi soforler cemiyetine götüreyum. Onlar arasinda belki tirenle yaris etmis bi sofor vardur da bize nasihat verur."

       Ha, biz bi yandan da usaga tireni tarif ediyruk. Tiren görmemis ki... Ne anasi görmis, ne bubasi. Ben da bi tek askerlukte Erzurum'dan Sivas'a gittiydum. Neysa kardasum, o gece çok kizdum. Diyeceksun ki niye? Usak daha incir agacindan duti ayiramay; mezgiti gosteriyrum, hamsi diy; efendum, yumurtanun fabrikada yapilduguni sanay. Biz gelduk araba yaristiriyruk.

       Yani efendi, otobos saatinda varsa ne olur, geç varsa ne olur? Gurbetten yolci mi bekliysun? Eger varacagi saat onemliysa, edersun yazihaneye bi telefon, derler saga otobosun inecegi zamani.. Bu kadarluk mesele içun sabiyi subyani niye telef edersun? Usacuklarda sarki yok, türki yok, oyun yok; dayamis matamatigi. Ayuptur... "

 

9 Ocak 2008 Çarşamba

Doktor nedir? Ne yapar?

1. Eger bizi kahve makinasinin basinda ya da sigara molasinda yakalarsaniz muhakkak hastalıklarınızla ilgili bir soru sorun. Bizim dünyada zevk aldıgımız tek sey tıptır ve molayi sizin sorularinizi yanitlamak icin verdik.

2. Evdeki ilaclarınız iyi gelmiyorsa hemen bizi telefonla arayin.Telefondan teshis koymak gibi müthis bir yetenegimiz vardır.

3. Ayaküstü, merdiven aralıgında, kapı arkasında veya asansörde karsılastıgınızda hemen oranızın buranızın agrıdığını anlatmaya baslayın, biz her an sizi düsünürüz ve zaten asansöre de hastalarla karsılasabilmek icin bineriz.

4. Gazete okudugunuz asparagas tıp haberleri hakkında doktorları her fırsatta sıkıstırınız, cünkü gazeteciler her zaman tıp konularını doktorlardan daha iyi bilirler, güncel takip ederler ve her yazdıkları dogrudur. Böylece doktorun bilgisizligini ve acıklarını yüzüne vurma fırsatını yakalamıs olursunuz.

5. Doktorlar sinirsiz insanlardır, hatta insan degil robotturlar, yorulmaz, uyumaz, tatil yapmaz ve sinirlenmezler. İstediginiz kadar, hatta sonsuza kadar soru sorabilirsiniz, hatta sordugunuz soruların cevaplarını dinlemek bile zorunda degilsinizdir, doktor önceki soruya cevap vermekteyken, yeni soru sorabilirsiniz, doktor buna hic alınmaz. ÜSTELİK, doktora sordugunuz ve cevabını aldıgınız konuda doktorun dediklerini uygulamak zorunda bile degilsiniz, ama iyileşmediginizde doktorun dediklerini uygulamadıgınız halde doktora HESAP SORMA hakkınız vardır.

6. Bize kolay kolay tesekkür etmeyin. Nasıl olsa para veriyorsunuz ve köle satın alıyorsunuz.

7. Doktor olurken nasıl olsa HİPOKRAT YEMİNİ ettik ya, doktorları kızdırsanız bile onlar size sonsuza kadar köle gibi hizmet etmeye mecburdurlar. Hakaret edebilirsiniz, üstüne yürüyebilirsiniz, sikayet edebilirsiniz, sagda solda aleyhinde konusabilirsiniz, ama isiniz düstügünde hic utanmadan yine kendinizi ellerine teslim edebilirsiniz, ne de olsa hipokrat yemin etmislerdir.

8. Doktorlara danısmadan kendi kendinize her türlü tedaviyi yapabilirsiniz, hastalıgınız daha da kötüye gittiginde doktor sizi her durumda kurtarır, sorun degil.

9. İlacın acı oldugundan veya ignenin yaktıgından dolayı doktora kızmakta serbestsiniz, cünkü sizi doktor hasta etmistir ve ilacın tadını doktor ayarlamıstır.

10. Verilen ilac "kanser yapar mı?" diye sorunuz. Cünkü allahın cezası doktor sizi kasıtlı olarak kanser etmeye calısmaktadır. Hamileyseniz verdiginiz ilacın cocukta bir sakatlık yapıp yapmayacagını doktora sorun, cünkü doktor sizin sakat bir cocuk dogurmanızı istemektedir.

11. Doktorlar tüm dünya tıbbını bilirler, cildinizdeki kasıntıyı beyin cerrahına rahatca danısabilirsiniz. Sadece karsılasmıs olmanız yeterlidir, uzmanlık alanı diye bir kavram tamamen palavradır.

12. Doktorun evine telefon ederek, doktor evde yokken esine hastalıgınızla ilgili soru sorabilirsiniz, mutlaka bilecektir, doktor esidir ya, bilir.

Dr. Esat ORHON'dan alintidir.

 

MSN sohbetinizi birileri dinliyor


Modern çağın renkli dekorunun ardındaki izbe, karanlık ve tezat dünyayı bize hatırlatmaya çalışan distopik kurguların sıkça başvurduğu 'hayatın formatlanması' meselesi her geçen gün biraz daha sıradan gerçeklik halini alıyor. Yıllar önce bir gün hayatımın önemli bir kısmını içine doldurduğum ve salyangozun kabuğu misali bağlandığım dizüstü bilgisayarımın yedeğini almaya karar vermiştim. İçinde sadece kişisel değil işe yönelik birçok dosya bulunduğundan kaybolması ya da çalınmasının tam bir felaket olacağını fark etmiştim. Yedekleri aldım, hatta çalınma riskine karşı yedek dosyalarını bile şifreledim ve eve döndüm.


Detaylarını bu köşede zamanında yazdığım için çok ayrıntıya girmeyeceğim ama o akşam Murphy'nin aksilikler ve acı tesadüfler zincirine esaslı bir örnek olacak şekilde olmayacak işlerin hepsi oldu ve bilgisayarımı ve yedek diski taşıyan çantam arabamın bagajından bilmediğim (ve hâlâ merak ettiğim) başka bir yere doğru yola koyuldu. Çalınan çantamın içinde aynı zamanda o dönem pek bir meşhur olan PDA adlı cep bilgisayarım, birkaç dakika önce şarjı bittiği için içine attığım cep telefonum, anahtarlarım ve kişisel evraklarım da vardı.


Özetle birkaç dakika içinde bütün telefon numaralarına, adreslere, e-posta yazışmalarına, anlaşma, sözleşme, haberler ve daha nice şey içeren dijital dosyalarıma, şarkılarıma, fotoğraflarıma, şifrelerime, hazırladığım sitelerin kaynak kodlarına, yazmakta olduğum kitabımın yarıdan fazlasının bitmiş haline, evimin ve gazetedeki odamın anahtarlarına veda etmiştim.


Bilgisayara benim kadar bağımlı bir işiniz olmasa bile yıkımın korkunçluğunu tahmin edebilirsiniz. Elbette hiçbir araştırma sonuç vermedi ve ben sahip olmamama rağmen birkaç ay daha taksitlerini ödemeye devam ettiğim bilgisayarımı bir daha hiç görmedim.


O zamandan beri bilgisayarımda neredeyse hiçbir şey tutmuyorum. Adresler, telefonlar, e-postalar, resimler, şarkılar, sık ziyaret edilen siteler; kısacası mümkün olan her şeyim internette. Neyse ki her geçen
gün biraz daha gelişmiş hizmetler bunu daha da kolaylaştırıyor. Bir dönem ciddi bir bütçe ayırmanızı gerektiren hizmetlerin artık misliyle gelişmişi bedava. Böylece aslında tam olarak nerede olduklarını bilmediğim hayatıma dair kırıntılarıma internet tarayıcımın penceresinden ulaşabiliyorum. 'İnter-net'in; yani ağ denilen şey bu değil de nedir?


Panzehirin kökünü zehirden alması gibi dijital yaşamın dertlerini yine dijital çözümlerle halletsek bile bu bizi yanıltmasın. Kendi kontrolümüz dışındaki gelişmeler konusunda hâlâ fazlasıyla korumasız ve kırılganız. Yani yukarıda beni kurtarmış gibi görünen senaryoya bir de şöyle bakalım: ya şifrelerim birilerinin eline geçerse?
Yani ya bir gün bilgisayarı açıp fotoğraflarıma, belgelerime ya da mektuplarıma bakmak için bağlandığımda birkaç saat önce çalışan şifrem işlemez hale gelirse? Bütün bilgilerim aynı şekilde benden birer birer kopup giderse?


Haydi bu bir ihtimal; biraz daha paranoyak düşünelim: ya birisi aslında zaten şifrelerimi ele geçirmiş de benimle birlikte bütün hayatımı an be an gözetliyorsa? Yazdığım ve aldığım her mektubu, yüklediğim her fotoğrafı, yarattığım her belgeyi, konuştuğum her kişiyi, konuştuklarımı, gezdiğim siteleri izliyorsa? İmkânsız diyebilir misiniz buna? Üstelik istihbarat, teknik takip dediğimiz o bin yıllık sanat zaten bu değil midir?
Ben şimdi size iki taraf arasında şifresiz bir protokol kullandığı için devletin bütün MSN kayıtlarını izlediğini ve arşivlediğini söylesem itiraz edebilir misiniz? Teknik olarak imkânsız diyebilir misiniz? Gazetelere haber olarak geçen olaylardan o an dikkat çekmeyen birkaç örnek sıralasam şaşırır mısınız?


Ben MSN kullanmıyorum ama kullanıyor olsaydım hemen getir.net/6es adresine gider ve SimpLite adlı bedava MSN kriptolama uygulamasını yüklerdim. Dünyanın en yoğun MSN nüfusuna sahip bir ülkede kullanıcıların hoyratlığına mı yoksa bütün rakipleri şifreli ortama geçmişken Microsoft'un şifresiz devam etmesine mi şaşmalı bilemiyorum. Eğer o mahrem sohbetlerin aslında ne kadar uluorta olduğunu görmek isterseniz de getir.net/6et adresindeki küçük yazılımı yükleyin ve ta-taa! İşte ağınızdaki bütün sohbetler ekranınızda canlı yayında! Siz bir de profesyonel olarak buna kafayı takanların yaptıklarını düşünün.


Peki hadi şifrelerinizi kaptırmadınız, devletin de sizi adamdan sayıp takip ettiği yok. Peki bu Google'a, Facebook'a, ona, buna verdiğimiz bilgiler ne oluyor? Üstelik gönüllü veriyoruz bir de!


Özetleyecek olursak modern distopyamızın üç zayıf noktası var: bilgilerin sahipliği ve korunması, tehditlerin algılanması ve elenmesi, son olarak da tatsızlıklara karşı en azından basit tedbirlerin alınması.


Galiba en iyi tedbir İntel'in kurucusu Andy Grove'un dediğini unutmamak: sadece paranoyaklar hayatta kalır!

M. Serdar Kuzuloğlu / Radikal

Aşk nerede?

Yoksa çamura mı saplandı?

Artık hiç kimseye seni seviyorum diyemiyorum. Daha da kötüsü artık aşka inanmıyorum.


Peki aşk nerede? Bir zamanlar yaşadığım tutku dolu duygularıma ne oldu. Bu kadar kolay mı aşkı unutabildim? Yoksa aşk mı beni unuttu haberim yok?

Zamanında aşkın en güzel anlarını yaşarken aşk çamura mı saplandı?

Biz aşkı yaşadığımızı zannederken yaşadığımız şey sadece tutkularımız mıydı?

Kendi istediği zaman bizi hava almaya çıkartan, çoğunlukla hücre hapsine mahkum eden, küçücük ışıksız bir odada hareket etmemize bile izin vermeyen bir yaratıkla şu an ne işim olabilir ki?

Kendi kendime sorgulayıp duruyorum. Gerçek aşkı ne zaman bulacağım diye? Yoksa buldum da ben mi gözümden kaçırıyorum?


Yoksa hiç beklemediğim bir anda beni terk eden, gideceğim dediğinde kapıyı kapatıp anahtarı sakladığım halde ısrarla anahtarı arayıp bulan ve kapıyı yüzüme kapatıp çıkan aşkı mı bekliyorum?

Biliyorum, gideceğim diyenin önünde kimse duramaz….

Peki ben hala niye kapının kilidini ısrarla değiştiremiyorum?

Yazar:?

Evlilik Erkekte Alerji Yapar

Seneler seneler önce; insanlar bir erkek, bir kadın şeklinde eşleşerek yaşamayı hayat tarzı haline getirdiler. Bu anlaşmaya göre; erkek en sevdiği kadını yanında tutuyor, eğer bakabiliyorsa başka kadınları da yanında alıyordu. Bunun dışında ilişkiler yaşamaya da, devam ediyordu.

Daha sonra malumaliniz din anlayışı ile evlilik müessesesi hayatımızın içine girdi. Amaç; mensup sayısını çoğaltmak. Tanrı inancı ile birbirine evlilik bağı ile bağlanan iki cinsten dünyaya gelenler de, yine aynı dine mensup oluyordu bu şekilde.

Dinsel, olur ve olmazlar konumuz değil.

"Evlilik insan doğasına aykırı ve normal insanların yapmayacağı bir şeydir."

İşte, incelenmesi ve hak verilmesi gönül telimizi titreten ama; dudaklarımızın mührünü ebediyen açtırmayan bir gerçek!

Araştırmışlar, incelemişler, karara varmışlar.
Çıkarmışlar, toplamışlar, doğrusunu bulmuşlar.
"Ama ama, toplum ahlakı diye bir şey var canım" bilmişliğiyle, dırdırlanmanın bir manası yok.

Evlilik, evlenmek, evlenmek gereği, evlenmenin zarureti, evlenmeyeni döverler, evlen gününü gör, evlenmek cennette olmak gibidir, evlendim hayatımı yaşıyorum, evlilik şahane, harika, kabus, felaket… şöyledir, böyledir, herkese göredir, acaba?!

Erkekler için evlilik avantajlı bir durum değildir. Genetik amacı; tohumunu daha fazla alana yaymak olan bir bedeni tek eşliliğe mahkum etmek, insafsızlık! Fakat toplum adamı öyle bir terbiye ediyor ki, özgür cinsellik yaşama arzusuyla yanıp kavrulan bir bedeni, törenler eşliğinde bir taneye emanet ediveriyor, ne yazık ki!

"Evlilik size ne vaat ediyor?" diye sormuşlar erkeklere. Malum gevelemeleri biliyorsunuz:
Sıcak ve huzurlu bir yuva.
Düzen, tertip, temizlik.
Pişirilen yemekler, ütülenen giysiler ve üstelik bedava.
Anne gibi olmasa da, alışılmış aynı hayat, hadi benzeri!
Evsel, evsel, evsel durumlar!

Hiçbir erkek, en yakın arkadaşım eşim demezmiş. Hadi haklarını yemeyelim; ileri yaş arasında sadece yüzde 22 lik bir oranla karşılaşılmış. Ve bu soruya, genellikle bir erkek arkadaş ismi söylendiği, can acıtıcı bir gerçektir maalesef!

Erkekler evliliği seks taleplerinin karşılanması için bir başlangıç olarak görüyorlar. Düzenli bir hayat yaşamanın yanında, bu ihtiyacın giderilmesi için uygun bir zemin haline geliyor halkalı bağlılık. Kadınlarda düşüncenin bu olmadığı bilinen bir gerçek. Evli erkeklerle bekar erkeklerin performans eğrisinde tabii ki evli erkelerin sayı toplamı fark atmış. Üstelik dul veya bekar erkeklerin ölüm oranı, evli erkeklere göre daha yüksektir diye bir sonuç var ki, aman aman aman!

Evli olan veya uzun süreli bir ilişki yaşayan erkekler, içten içe bekar erkeklerin daha rahat ve bağımsız cinsellik yaşadığını ve daha çok eğlendiğini düşünüp üzülürlermiş. Bekarların gittiği eğlenceler, kaçamaklar, flörtler kıskançlıklarını arttırır; fırsatları kaçırdığı endişesi yaşamalarına sebep olurmuş. Bağlı olduğunu ve bunun önünde olacak bir çok fırsata engel olduğunun ütopik kandırmacasını da(!) beyninin en temelli köşesinde tutmaktan asla vazgeçmezler.

Yani bu kadar sayıp dökmeden sonra, Allah' ın bildiğini kuldan saklamayalım durumu gün gibi ortadadır sevgili okur.

Evlilik Erkek Bedeninde Alerji Yapar!

Eeee, bu durumda çözüm olarak artık hangi yolu denersiniz?
Kadınca kumpaslar yeterli gelir mi?
Zamana uygun, modern, etkileyici, kıvrımlı beyin mahsüllerini mi kullanırsınız?

Yoksa:

"Aman sende, böyle gelmiş böyle gider, elalem ne derse desin!" düşüncesi mi sarar bedeninizi?

Yani demem o ki; hangi halukarda olursanız olun, bu işler zor şekerim.
Kendine bak, karşındakini gör.
Kendini anla, karşındakini çöz.

Olmadı.
Boşver gitsin.

kaynak.. ?

Ağız Kokusundan Kurtulmanın Yolu...


Günümüzde birçok insanda görülen ve ortama rahatsızlık veren ağız kokusu birkaç yöntemle ortadan kaldırılabiliyor. Uzmanlar dişeti hastalığı, diş çürüğü, problemli dolgu ve ağzında tükürüğün az bulunmasını sebepleri arasında gösterdiği ağız kokusunun, düzenli fırçalama ve diş hekimine gidilmesiyle ortadan kaldırılabileceğini ifade ediyor.

Ayrıca, bu zamana kadar çok duymadığımız dilin fırçalanması da kokunun engellemesinde fayda sağlıyor.

Özel Yeşiltepe Polikliniği Diş Hekimi Murat Sözmen, çevremizdeki birçok insanda ağız kokusunun büyük bir sorun olarak karşılarına çıktığını belirtiyor. İnsandaki ağız kokusunun yüzde doksan nedeninin diş ve dişeti hastalıklarından kaynaklandığına dikkat çeken Sözmen, kokunun önlenmesi için düzenli diş fırçalamanın ve diş ipi kullanmanın öneminden bahsediyor. Çünkü ağız kokusunun en temel sebebi diş aralarında kalan gıda artıkları. Bunun yanında ağızda kokuya sebep olan, çürük, problemli dolgu, dişeti çekilmesi ve diş taşı sorunu bulunuyorsa mutlaka bir diş hekimine gitmeniz tavsiye ediliyor. Çünkü dişlerinizi düzenli fırçalasanız da bunların tedavisi diş hekimi koltuğundan geçiyor.

Sözmen'in, kokuya neden olan faktörler arasında bahsettiği diğer bir önemli gerekçe ise ağızdaki tükürük miktarı. Ağızda salgılanan tükürüğün yıkayıcı etkisi bulunması, dişleri temizleyerek, ağızdaki zararlı maddelerinin etkisini azaltıyor. Tükürüğün az olması bu etkiyi zayıflatıp, ağız kokusuna sebep oluyor. Sözmen, ''Böyle durumlarda hastada diş taşı çok olur. Koku da fazla. Bir de dişini iyi fırçalamıyorsa tehlike ciddi boyutlara ulaşır. Kişi bol su içmeli ve düzenli diş fırçalamalı ki denge sağlansın.'' diyor. Sözmen öte yandan, dilin de fırçalanmasının ağız kokusunu engellemede önemli olduğu vurgusunu yapıyor. Çünkü sigara, çay ve kahve içenlerde dil pası oluşuyor. Bu da kokuya neden oluyor. Sözmen bu durumda 'dişlerinizi fırçaladıktan sonra dilinizi de mutlaka fırçalayın.'' şeklinde konuşuyor.

Diş heki mi Murat Sözmen, dişte oluşan ve başta kokuya sebep olan diş taşlarının temizlenmemesi durumunda dişin çekilmesinin söz konusu olabileceğini aktarıyor. Sözmen, "Diş, taşları zamanla diş eti çekilmesine neden olur. Bu durum diş ile dişeti arasında derinliği açar. En son olarak dişi sadece kemik tutar. Diş enfeksiyona açık hale gelir. Sallanır. Çekilmesi zaruri olur.'' diyor. Sözmen ayrıca, 20'lik dişlerin de uygun çıkmaması durumunda çekilebileceğini anlatıyor.

Et kalıntıları da koku yapar

Diş hekimi Murat Sözmen ''Etler lifli gıda olduğu için diş aralarında kalabiliyor. Bu da diş fırçalamayla ya da diş ipiyle çıkarılmaz ise kokuya sebep olabilir.'' uyarısında bulunuyor. Bu etlerin çıkarılmasında kürdan kullanmanın tehlikeli olabileceğini anlatan Sözmen, ''Bu enfeksiyona neden olur. Bu durumda ağız sağlığı tehlikeye girer.'' dedi.

Çağlar Avcı /

Ölüm anında ne hissediyoruz?

New Scientist, ölümün eşiğinden dönenlerle görüşülerek ve bilimsel incelemeleri bir araya getirerek yaptığı araştırmayı yayımladı

Araştırma, kafa kopmasından boğulmaya, yanmadan yüksekten düşmeye kadar birçok ölüm şeklinde asıl sorumlunun, beyne oksijen gitmemesi olduğunu ortaya koydu. Araştırmaya göre ölüm anlarından şunlar yaşanıyor:

Boğulma: Kişi ilk anda büyük panik yaşıyor. Nefesini tutuyor. Ardından su ciğerlerine doldukça bir yanma ve yırtılma hissi duymaya başlıyor. Son olarak hissettiği şey ise sakinlik ve dinginlik oluyor. Oksijen alamadığı için bilinci kapanıyor, ardından ölüyor.

Yanma: Yanıklar, çok şiddetli acıya yol açıyor. Sinir uçlarının yanması ise bu acı hissini bir süre sonra ortadan kaldırıyor. Ardından kişi biraz his kaybına uğruyor. Yanarak ölen kişilerdeki asıl ölüm nedeni çoğunlukla zehirli gazların solunması ve nefessizlik oluyor.

Kafanın kopması: Uzmanlara göre beyin, kafa koptuktan sonra saniyelerce fonksiyonlarını sürdürüyor. Fransa’daki raporlara göre 18’inci yüzyılda giyotinli idamlarda kopan kafada 30 saniye kadar yüz mimikleri görülüyordu.

Elektriğe kapılma: Elektrik akımına kapılma, kalbi durdurabiliyor. 10 saniye sonra da bilinç kapanıyor. Ancak elektrikli sandalyede idam edilen mahkûmların ölüm nedeni beynin aşırı ısınması ya da boğulma oluyor. Kan kaybı: 1.5 litre kan kaybeden kişi kendini halsiz, susamış ve korkmuş hissediyor. İki litre kan kaybedildiğinde baş dönmesi ve bilinç kaybı başlıyor.
Dekompresyon (basınç kaybı): Ani basınç kayıplarından kurtulanlar, göğsüne vurulmuş gibi ani bir acı yaşadıklarını anlatıyor. 15 saniyeden az süre içinde de bilinç kaybı yaşanıyor.
Kalp krizi: En çok rastlanan olay, kaslar oksijen alamayıp çırpınmaya başladığında hissedilen göğüs ağrısı. Kalbin normal ritminin bozulması, kalp atışlarını durduruyor. Bilinç kapanıyor ve ölüm gerçekleşiyor.

Asılma: Yağlı urganla asılarak boğulma 10 saniye içinde bilinç kaybına yol açıyor. Fırlatma tarzı asılmalarda amaç, boynun kırılmasını sağlamak. Ancak bu yöntemle asılan mahkûmlarda ölümlerin yine boğulmadan kaynaklandığı belirlendi.

Zehirli iğne: ABD’de idamlarda kullanılan yöntem, doğrudan kalbi durduruyor. Araştırmalar, mahkûmların yanma ve büyük acı hissettiğini gösteriyor. Yüksekten düşme: ABD’deki Golden Gate Köprüsü’nden atlayan 100 kurbanın, akciğerin iflas etmesi, kalbin patlaması ve kırık kaburgaların iç organlara zarar vermesi sonucu öldü ortaya çıktı.

milliyet

Sıcak suyun faydaları


Bol su mide yüzeyinde kan akımına direkt olarak emilen birkaç maddeden biridir.
Yapılan araştırmalara göre sıcak su içmek vücut için çok yararlı. Sıcak su, çay veya su bazlı içeceklere benzemeyen şekilde, bol su mide yüzeyinde kan akımına
direkt olarak emilen birkaç maddeden biridir.

Beden suyu diğer bileşenlerden ayırmak zorunda kalmaz. Çinliler, 40 yaşından sonra oda sıcaklığından daha soğuk olan hiçbir şeyin bedenlere alınmaması gerektiğine inanırlar. Çünkü normal yaşlanma fiziksel değişimler üretir: Kan damarları daha az elastik olur ve içindeki birikim nedeni ile çapı küçülebilir, bu nedenle yüksek kan basıncı oluşabilir ve kan dolaşımı problemleri ortaya çıkabilir. Çinliler soğuk içecekler veya soğuk besinlerin içsel organları daha fazla büzdüğüne, mevcut problemleri daha da kötüleştirdiğine inanıyor. Yağlı bir tavayı soğuk suda yıkamaya çalışın. Yağlar donar ve yapışır. Ama aynı tavayı sıcak suda yıkarsanız, yağı çözer ve uzaklaştırır. Bedenimiz yağları içerir. Sıcak su sistemimizi temizler.

SICAK SUYUN FAYDALARI

Bedenin doğal serinletme sistemini çalıştırır. Bu kan dolaşımında artışa neden olur.
İç organları ve kaburga kafesinin etrafındaki kasları gevşetir, daha derin nefes almanızı sağlar.
Mide asidi etkilerini rahatlatır ve asit reflu semptomlarını rahatlatır. Sulanmayı ve besinlerin emilimini artırarak sindirime yardımcı olur.

Kabızlığı giderir. Yemeklerden yarım saat önce içilen sıcak su iştahı azaltır ve kilo vermeyi hızlandırır. Nefes tekniği ile birleştirilirse, yağ yakmak için hiper oksijenlenme sağlar.

Kaynak: Bugün Gazetesi

8 Ocak 2008 Salı

Sonrası gözyaşları...

O günü soluruz hepimiz, boş ve amaçsız bazen. Belki de meşgul ama anlamsız amaçlarla. Başlangıçlar yaşarız; ürkek yada içten, ucuz pazarlıklarla. Bitişler olur içimizde. Sessiz kalır içimiz anlık, susmaz bazen içlerimiz, bitişler olur gürültülü, seyirlik. Sonrası gözyaşları...

İbret alırız bazen. Ya da güleriz bıyık altından. Yaşamında ilişkisi olan ürperir. Bazılarımız daha nesnel. Görmeyiz bile bazen bunları, hüzün denizinde yüzeriz. İçimize döneriz, yumak olur bedenimiz .

En içte biz.
Kalabalık oluruz bazen, aslında her birimiz yalnız. Ama bir arada unuturuz bizi. Parçası olduğuna inandırırız kendimizi kalabalığın. Bazen kalabalıkta inanır buna. Öylesi bir oyun oynarız.

Başkalarının gözbebeklerine bakıp yansımaları görmek yetmez olur. Bir kaç saniye olsun, dışarıdan bizi görmek ütopyasının peşine düşeriz. Yana bir adım atıp, ruhumuzu sıyırmak isteriz bedenimizden.


Gözleri bağlı, ruhuyla gören biz, yalnız o anın kokusu, en dibine dek içe çekilen, dizeleri o an oluşan, ağızdan çıktığı an şiire dönüşen kelimeler gibi, ne kadar biz veya ne kadar bir başkası olduğumuzu anlayamadığımız zamanlar...

Bazen tam zirvedeyken, öylesine ucundayken zaferin, belki coşku bile varken, nefes nefeseyken, kulağında sadece kalp atışlarını duyarken, kim olduğun değilde o an önemliyken, etiketinden sıyrılmışken, bu duygunun sonsuz olmasını dilerken, orada nokta koymak ve yok olmak isteriz. Büyük bir gürültüyle patlamak, en küçük zerreye kadar parçalanmak fikrini düşünmek hiç bu kadar zevk vermez bir daha.

Sonra o anda geçer, yalnız biz kalırız geriye. Zaman seni sana bırakır. Kozamızdan çıkamayışımız, bedenimizden sıyrılamayışımızla biz. Kendilerine mahkum oluşlarını görmezden gelip, yaşantıları boyunca hiç bir şeye mahkum olmayışlarıyla övünen ahmaklar ordusu.


Öyle ise yaşamamız gereken bir ömür vardır. Üzerine filit sıkılana dek yaşaması gereken bir hamamböceği gibi düşünmeden yaşanacak.

Alıntı ?

4 Ocak 2008 Cuma

Ölümcül tehdit: e-sigara

Sigara bıraktırmak için kullanılan elektronik sigaranın fazlası öldürebiliyor..

Dev sigara sanayine yeni bir rakip oluştu; "Sigarayı bıraktırma sektörü"... Binbir türlü uyduruk alet ve ilaç piyasada. Elde dolaştırılan azaltılmış nikotin çubukları eczanelerde satılıyor.

Son moda ise elektronik sigara (e-sigara)... Peki tiryakilikten kurtulmak için derde çare mi? Uyarılar aksi yönde. Söylenen;
-"Hakiki sigara kadar tehlikeli ve bağımlılık yapabileceği"

Elektronik sigara nedir?

Bir e-sigaranın başlıca üç bölümü var. Bunlar, ağızlık ve tütün alkoloit içeren bir kartuş; atomizasyon odası ve mikroçip; lityum pil ve ışık yayan diyot.

e-sigaradan bir nefes çektiğiniz zaman atomizasyon odasında ki mikroçip sayesinde çalışan yüksek frekanslı ultrasonik pompa soğuk duman benzeri buhar oluşturuyor. Bu buhar, kartuştan geçerken tütün alkaloiti moleküllerini de alarak ciğerlerinize doluyor. Bu sırada pilin ucundaki ışık sigaranın ateşi gibi yanıyor ve sönüyor.

Elektronik sigara aslında sigarayı bırakmak isteyen, ama sigara içmediklerinde ‘nikotin yoksunluğu belirtileri’ gösterenlere yardımcı olmak amacıyla çıkarılmış bir sistem. Başka bir deyişle, elektronik sigara, sigara bırakmada kullanılan ‘ nikotin bantları’ veya ‘nikotinli sakız’lardan farklı bir şey değil.

FAZLASI ÖLÜME BİLE YOLAÇIYOR

Her şeyden önce, bilinçsiz kullanılan e-sigara hem içen ve hem de çevresindekiler için zararlı. Çünkü, sonuçta bu sigarayı kullananlar ve etrafındakiler nikotin solumuş oluyorlar.

Nikotin e-sigarada bir insektisit yani böcek öldürücü bir madde. Yüksek dozlarda bulantı, kusma, tireme, havale ve hatta ölüme bile yol açabiliyor. Mademki zararı yokmuş diye reklámlardaki gibi ‘doya doya’ e-sigara içenler fazla nikotinden ciddi zararlar görebilirler.

El ve ağız alışkanlığını devam ettirdiği için, e-sigara nikotin eksikliğini gidermede bant veya sakızlara göre daha dezavantajlı. Üstelik, e-sigaranın sigarayı bırakmadaki etkinliğini gösteren bir bilimsel araştırma da yok.

İşin bir de ekonomik tarafı var. e-sigarayı bir kere almakla iş bitmiyor; aynen sigarada olduğu gibi tükenen kartuşları yenilemeniz gerekiyor.

Star

Otomobil Alırken

Eğer bir otomobil almayı istiyorsanız bilmeniz gereken püf noktaları var.

Satın almayı düşlediğiniz otomobilin sadece fiyatına değil, kullanım maliyetine, servis hizmetlerinin kalitesine ve ücretlerine, ikinci el değerine bakın. Ancak unutmayın seçtiğiniz otomobil kullanmaktan keyif alacağınız bir model olsun..

İşte otomobil alma rehberi:
Otomobillerin fiyatlarını iyi inceleyin. Liste fiyatının dışında pazarlık yapmayı unutmayın.

* Sedan mı, hatchback mi, SUV mu hangisi size uygun? Satın alacağınız otomobilin modelini belirlerken, ihtiyaçlarınıza göre karar verin.

* Güvenlik donanımlarına dikkat edin! ABS, EBD, havayastıkları gibi güvenlik aksesuarlarının fiyata dahil olup olmadığını öğrenin.

* Satış sonrası servis ağı sorunsuz markaları tercih edin. Servis ve işçilik fiyatlarını araştırın.
Otomobil, gayrimenkulden sonra en önemli ve en pahalı giderlerinden biri. Bu yüzden otomobil satın alırken, en iyi tercihi yapın. Bunun için otomobilden beklentinizin ne olduğunu tespit edin. Tabii ki, seçenekleriniz bütçenizle sınırlı. Ama satın almayı düşündüğünüz otomobilin sadece fiyatına değil, kullanım maliyetine, servis hizmetlerinin kalitesi ve fiyatına, ikinci el değerine bakın. Satın almadan önce şu soruları cevaplayın, sonra kararınızı verin. Ancak unutmayın, bütün değerlendirmeler sonrasında tercih edeceğiniz otomobil, kullanmaktan keyif alacağınız bir model olsun.

MODEL: Satın alacağınız otomobilin modelini belirlerken, ihtiyaçlarınıza göre karar verin. Kalabalık bir aile misiniz, uzun tatil yolculuklarına çıkar mısınız sorularını yanıtladıktan sonra karar verin. İhtiyaçlarınızı karşılayacak modeli tercih edin. Buna göre sedan, hatcback, stainwagon, SUV modellerinden birine karar verin.

FİYAT: Otomobilin fiyatlarını iyi inceleyin. Liste fiyatlarının dışında, pazarlık yapın. Oto bayileri liste fiyatlarının üzerinden peşin alım indirimleri uygulayabiliyor. Ayrıca, opsiyon aksesuarların fiyata dahil olmadığını bilerek, karar verin. Aracın kullanım maliyetlerini de düşünün. Yakıt, servis bakımları, kaskosu, Motorlu Taşıtlar Vergisi'ni hesaba katın.

GÜVENLİK: Otomobilde güvenliğe önem veriyorsanız; ABS, EBD, havayastığı gibi güvenlik aksesuarlarının olmasına dikkat edin. Son yıllarda güvenlik elemanları, otomobillerde standart olarak sunuluyor. Ancak, bunların dışında başka hangi ekstra güvenlik aksesuarları var mutlaka öğrenin.

SERVİS: Almayı düşündüğünüz aracın yeterli servis ağına ve yedek parça sağlama kolaylıklarına sahip olduğundan emin olun. Fiyata aldanıp, servis ve yedek parça konusunda sorun yaşayacağınız bir otomobil satın almayın.

YAKIT TÜKETİMİ: Artan akaryakıt fiyatları, otomobilde tercihi ekonomik otomobillere kaydırdı. Bu yüzden otomobil satın alırken, düşük yakıt tüketimi olan modelleri tercih edin.

DEĞER KAYBI: Satın alacağınız otomobilin değer kaybını göz önüne alın. İkinci el de tercih edilen ve diğerlerine göre daha az değer kaybeden bir aracı tercih edin. Çünkü değer kaybı daha az olan bir aracı satın alarak potansiyel zararınızı azaltabilirsiniz.

TEST SÜRÜŞÜ: Satın almaya karar verdiğiniz otomobille mutlaka test sürüşü yapın. Kendinizi güvenli ve konforlu hissettiğiniz otomobili tercih edin.

Her İnsan Ahlaksızdır

Gizli köşelerde, hele bir de yalnızsak değmeyin keyfimize. İnsanoğlu- kızı sosyal bir varlıktır yalanına inanmayın. Tenhaları severiz. Hele tenhalarda yaptıklarımız, mest eder bizi.

Kimsenin hakimiyeti olmadan,
Kimseye hesap vermeden,
Kimseye bağımlı kalmadan,
Kimse görmeden, duymadan...

Aklımızdakini yapabilmek doyumsuz hazlar yaşatır. O anda bencilliğin doruk noktalarında geziniriz. Gözümüz dünyayı görmez. Çoluk, çocuk, eş, dost, akraba bağlarını; sorumluluk kimliğimizi, statü sahibi kartvizitimizi unuturuz. Dakikaların bitmesini istemeden, keyifli yolculuğumuz içinde dolaşırız. Etrafı kolaçan etmeyi de ihmal etmeyiz hani!

Ahlak tanımını, dört köşe içine yerleştiremezsiniz. Sosyolojik, antropolojik, psikolojik bütün jik' li tanımları biraraya getirseniz: "Al sana ahlak, tepe tepe kullan" diyebileceğiniz, bir kelimeler kümesi ortaya çıkmaz. Çünkü insanın ve oluşturduğu toplumun, o an içinde yaşadığıdır; ahlak.

Yaşadığı zaman içinde uygulanan ve toplum içinde kabul gören; ahlaklı.
Uygulanmayan ve kabul görmeyen; ahlaksızdır.
Üç birlik kuralı içinde; yer, zaman, olay dahilinde ortaya çıkan, kabul ve red mücadelesidir.

Şimdi ise, bu yazı itibariyle; çağımızın koşulları ve koşulandırımları içinde değerlendiriyoruz konuyu.
Aslında hangi döneme bakarsanız bakın, her insanın bir tarafında ahlaksızlık vardır.
Bu yüzden her daim:" Ben dürüstüm, ben namusluyum, ben erdemliyim, ben şuyum, ben buyum, ben dıdının dıdısıyım..." diyen insanları sevmem de, inanmam da.
Ahlaksız yanının farkında olan ve onunla yaşan insanları daha, takdir ederim.

Defolu taraflarımızdır, ahlaksız olanlar.
Kime göre? Neye göre? Nasıl? Niçin? Neden? sorularının cevabı, insanın kendisindedir.
Başka yerlerde aramak; kitabi bilgilerin sağlamasında değerlendirmek, doğru değil.

Yalnızken burnunu karıştırmak ahlaksızlıktır, belki değil (Hatta topluluk içinde bile!)
Porno görüntüler izlemek.
Yemek bulaşan parmakları yalamak.
Tuvalet keyfini yaşamak!
Kirli mendil içine bakmak.
Kıl batığını sıkmaya çalışmak.
Mantığa aykırı gelen nesnelerle, cinsel tatmin sağlamak...

"İnsana ait olan, hiçbir şey şaşırtmaz beni." demiş filozoflardan biri. Bizim atalardan gelen: "İnsanoğlu çiğ süt emmiştir" in muaddili.
Her yaşam süresi içinde, karşımıza çıkacaktır; ahlaklı ve ahlaksız olanlar.
Burada dikkat edilecek tek nokta: Kendi ahlaksızlığımızı, başkaları üzerinde gerçekleştirmeye çalışmamaktır. Gönüllü, anlaşılmış, alan razı-satan razı, ahlaksız alış-verişler bu noktanın dışındadır!

Kafamızın içindeki, ahlaksız dünya tanımı içinde; "Ahlaksız ben" imizi oturttuğumuz bir yer vardır.
Eğer bireysel yaşıyorsanız, sonradan utanç duymayın yaptıklarınızdan; nasılsa daha sonra yine yapacaksınız!
Hayat içinde; kimi 150 bin dolarlık ahlaksızlık yaşar, kimi beleş.
Ama duyulan, heyecan ve haz aynıdır.
Adem ve Havva' yı saygıyla anıyorum!

kaynak?

Sigarayı bırakmanın en kolay yolu

İşte sigarayla vedalaşmak için en uygun zamanlar...

Tatiller ve Ramazan ayı bunun için en uygun dönemlerdir. Ama keyfiniz yerinde olsun; eşinizle aranızı da iyi tutmayı unutmayın !

Anadolu Sağlık Merkezi Sigarayı Bırakma Kliniği Sorumlusu Dr. Esra Sönmez sigarayı bırakmak isteyenler için sorularımızı yanıtladı:

* Sigarayı bırakmak için en ideal yöntem ne?

En önemli şey sigarayı bırakma isteğidir. Bırakma kararlılığını gösterecek hastalar bu eylemde daha başarılı oluyor. Bir kişinin sigara bağımlılığından kurtulmak için motivasyonu da çok önemli. Astım, akciğer kanseri veya gebelik hallerinde kişiler bir an önce sigarayı bırakabiliyor.

Kendisinde herhangi bir olumsuzluk yoksa ve motivasyonu yüksekse ilaç veya terapi almasına gerek kalmadan bunu başarabilir. Öncelikle göğüs hastalıkları hekimi onayıyla başlamalı. Nikotin bağımlılık düzeyini ölçtürmeli ve psikolojik bağımlılıkla ilgili gerekirse bir psikologdan yardım alabilir.

* Kendi kendine bırakmak gerçekten mümkün mü?

Evet, mümkün. İyi bir motivasyonla sigara hiçbir tedavi veya yardım almadan da kendi kendine bırakılabilir. Zor olabilir ama başarılamayacak bir şey değildir. Gebe olduğunu öğrendikten sonra annelik içgüdüsüyle sigarayı bırakması iyi bir motivasyondur. Kapalı ortamlarda sigara içilme yasağı da birçok insan için motivasyon oldu.

Ofis veya toplu ulaşım araçlarına sigara zararları ile ilgili yazılar hastaları sigarayla yüzleşme sürecine itti ve motivasyonlarını arttırarak bırakma süreçleri hızlandırdı.

* Olumsuz anların yaşandığı dönemlerde bile sigarayı bırakmak mümkün mü?

Böyle bir dönemde sigarayı bırakmaya çalışmak genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Eşinizle kavga edip sigarayı bırakamazsınız. Hayatınızda birçok şeyi rayına koyduğunuz veya tatil gibi rahat bir dönemde bırakmak daha kolay olabilir. Ramazan bunun için ideal dönemdir.

TEK NEFES YENİDEN BAŞLATIR

* Bıraktıktan belli bir süre sonra yaşanan sorunlar sonrasında tekrar başlamamak için neler yapılmalı?

Bu dönemler her zaman zordur. Bırakmak isteyenlerin peşini stres dönemleri bırakmaz. Sigara yalancı mutluluk sağlar, geçici huzur verir. Yoksunluk etkileri nedeniyle çok hızlı olarak sigaraya geri dönülebileceğinden kişinin her zaman yeniden başlamak için zayıf anını kollar.

Başlatmak için bir yöntem bulacağı da göz ardı edilmemeli. Bir nefes çekmek bile tedavinin sıfırdan yeniden başlamasına yol açar. Stres faktörü olduğunda kişiler eskisinden daha yoğun kullanmaya başlıyor. Çok hassas dönemde olduklarına inananlar ise uzmana gittiklerinde yeniden başlamadan bu dönemi atlatabilir.

* Sağlık sorunları nedeniyle aniden sigarayı bırakan kişi iyileşince sigara içmemek için özel destek almalı mı?

Kişi sigaranın kendisine verdiği zararı yeniden gözden geçirmeli. Bundan sonraki hayatında içmesi halinde kendisini nelerin beklediğini bir kez daha düşünmeli. Kendisini motive etmeli, ailesi ve sevdiklerinden destek almalı. Her şeye rağmen tıbbi durumunu bildiği halde devam etmek isteyenler ise yardım almalı.

YA ŞİŞMANLARSAM!

* Sigarayı bırakan insan mutlaka şişmanlar mı?

Aslında yanlış değil. Sigara içmenin kilo almayı engelleyici bir etkisi olduğu biliniyor. Nikotin, beyindeki iştah merkezini etkisi altına alıyor ve yemek yeme zevkini köreltiyor.

Fazla kalori harcaması konusunda metabolizmayı harekete geçiriyor. Neyse ki, vücudumuzdaki tüm bu değişimler zaman içinde kendiliğinden yok oluyor ve metabolizma bir süre sonra normal temposuna dönüyor.

* Light sigara daha mı az zararlı?

İşte tiryakilerin klasiklerinden biri. Oysa, içeriğinde daha az nikotin ve katran bulunan 'light' sigaralar, diğerlerinden daha az zararlı değil. 'Light' içiciler bağımlılıklarını bu yolla gizleyerek sadece kendilerini rahatlatıyor.

Çünkü onlar 'light' sigaradan daha derin ve sık nefesler alıyor. Böylece kanser riski taşıyan katran ve nikotin miktarının oranı, normal sigaranınkiyle aynı oluyor.